Gönül Âlemine Huzur İçin TAKDİRE RIZÂ

YAZAR : B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

Hazret-i Eyyûb -aleyhisselâm- ağır hastalık ve mahrûmiyetler gibi fevkalâde büyük sıkıntılara dûçâr kalmış, bu sebeple memleketinden de ayrılmak zorunda kalmıştı. Kendisine «Bu dertlerden kurtulmak için Allâh’a duâ etmesini» söyleyen hanımına şu hassas cevabı verdi:

“Ey Rahîme! Şiddet ve belâ zamanı sıhhat ve safâ süresi kadar olmadan Cenâb-ı Mevlâ’ya şikâyet etmekten hayâ ederim. Allah Teâlâ, bizlere nimetler verirken (râzı oluyoruz da), O’ndan gelen belâlara niçin sabretmeyelim?!.”

Misalde olduğu gibi insanların rehberi mevkiindeki peygamberân-ı izâm hazerâtı; takdir buyurulana râzı olmanın en güzel temsilcileridir. Bir an bile Hakk’ın rızâsına aykırı düşmeme hâli, onların üzerine titredikleri en büyük hassasiyettir.

Şeytanın iğvâsına kapılmaları sebebiyle, cennetten çıkarılarak dünyaya gönderilen Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ve Havvâ Vâlidemiz, tevbe ve istiğfarla;

“… Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (el-A‘râf, 23) diye niyazda bulundular.

Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-, ateşe atılırken, kendisine yardım etmek isteyen meleklere, teslîmiyetini şöyle ifade eder:

“Ben Rabbim’den râzıyım; O benim hâlimi biliyor.” Hazret-i İbrahim ve Hazret-i İsmail -aleyhisselâm-’ın kurban imtihanındaki sadâkatleri de Kur’ân-ı Kerim’de şöyle beyan buyurulur: “Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince (babası); «Yavrucuğum, rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin?» dedi. O da cevaben; «Babacığım, sen emrolunduğun şeyi yap! İnşâallah beni sabredenlerden bulursun!» dedi.” (es-Sâffât, 102)

Yine kavminde ümit ettiği hidâyeti görememenin üzüntüsüyle onları terk eden Hazret-i Yûnus -aleyhisselâm-’ın, balık tarafından yutulduğu zamanki teslîmiyeti de;

“(Ve) karanlıklar içinde (Yûnus, pek üzgün bir şekilde hâlini Rabbine şöylece arz etti): «Sen’den başka hiçbir ilâh yoktur. Sen’i tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!»” (el-Enbiyâ, 87) şeklinde ifadesini bulur.

«En Güzel Örnek (Üsve-i Hasene)» olan Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mübârek hayatlarının her ânı, bir teslîmiyet ve rızâ tezâhürüydü. Geçmiş ve gelecek bütün günahlardan masûn olduğu hâlde, günde en az yetmiş kere tevbe eden şefkat timsâli Fahr-i Kâinât Efendimiz; Tâif’te uğradığı saldırıya rağmen bedduâ etmeyip;

“Yâ Rabbi; onlar bilmiyorlar…” diyerek, af ve hidâyet için niyazda bulunmuşu. En zor zamanlarda bile; hiçbir ümitsizlik alâmeti göstermeden, tevekkülün ve Allah Teâlâ -celle celâlühû- ile beraber olmanın en mükemmel örneğini teşkil etmişti.

O Varlık Nûru ile aynîleşme gayreti içerisindeki ashâb-ı kiram -radıyallâhu anhüm- hazerâtı, bu fazîleti de en güzel şekilde yaşamışlar ve kendilerinden sonraki nesillere intikal ettirmişlerdir. Bu hususla ilgili bir misal özetle şöyledir:

“Oğlu ölen Ümmü Süleym, onu yıkayıp kefenledi ve evin bir tarafına koydu. Kocası Ebû Talha eve gelip oğlunu sorunca; «Sakinleşti; ben onun istirahat etmiş olmasını umuyorum!» dedi. Sabah olup, Ebû Talha dışarı çıkacağı sırada, ona çocuğun vefat ettiğini haber verdi. Teessüre kapılan Ebû Talha hemen Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına giderek, namazdan sonra O’na durumu anlattı. Bunun üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; «Umarım ki Allah Teâlâ, bu gecenizi sizin için bereketli kılmıştır.» buyurdu.”2

O ulvî kaynaktan beslenen Hak dostları, bu âb-ı hayat iksiriyle ruhları canlandırmak, cemiyetleri diriltmek gayretinde olmuşlardır. Bu gönül fütühâtı için seferber olanlardan Aziz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri, Hak muhabbetini ve teslîmiyetini şöyle terennüm ediyor:

Alan Sen’sin veren Sen’sin kılan Sen;
Ne verdinse odur; dahî nemiz var!

Yine bir gönül ehli olan İbrahim Tennûrî Hazretleri de rûhunu mest eden rızâ hâlini şöyle aksettiriyor:

Hoştur bana Sen’den gelen,
Yâ gonca gül, yâhut diken,
Yâ hil’at ü yâhut kefen,
Lutfun da hoş, kahrın da hoş…

Dünyevî (seküler) cereyanların ortalığı alabildiğine kasıp-kavurduğu günümüzde, rızâ ve teslîmiyet hâli gönüllerde ne kadar yer bulabiliyor? Başıboş kalmış ihtirasların, âdeta bir eski Roma arenasına çevirdiği dünyamızda, insanların mesut olduğu söylenebilir mi? Kader, kazâ, âhiret, hesap… gibi mânevî mefhumları ifade etmenin cemiyeti uyuşturacağının iddia edildiği bir zamanda, insanların saâdeti için başka türlü ne gibi bir yol sunulabiliyor?..

Maddecilik (materyalizm); insanı ihmal eden, sahip olduğu cevheri önemsemeyip, onu maddeden farklı görmeyen bir sistemdir. Bu vahşî sistemin, insanlığa kan ve gözyaşından başka bir şey veremeyeceği, uzun yıllar süren tatbikatıyla da görülmüştür. Gayesi, adaleti âleme şâmil kılmak olan şanlı ecdadımızın tarih sahnesinden çekilmesinden sonra; dünya, onu kurtlar sofrasında av olarak gören, bugünün güçlülerinin elinde kalmıştır. Ancak; doymaz iştihâların saâdet getirmediğini gören aydınlar, çatırdayan sistemi kurtarabilmek için, şimdi çareler arıyorlar.

Kur’ân-ı Kerim’de;

“… Olur ki bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (el-Bakara, 216) buyuruluyor. Kula düşen ve «tevekkül» denilen altın kaide; güzel zannedilen hususun gerçekleşmesi için azimle çalışmak, Allah Teâlâ -celle celâlühû-’dan hayır dilemek, hâsıl olan neticeden de sabır ve şükürle râzı olmaktır. Yine bu hususta da;

“… De ki: Bana Allah yeter. Tevekkül edenler, ancak O’na güvenip dayanırlar.” (ez-Zümer, 38) buyuruluyor.

Cemiyette vukû bulan pek çok fâcianın temelinde tatminsiz nefislerin, hâsıl olana râzı olmaması; ihtirasların sevkiyle meşrû olmayan yollara sapması yatar. Bu sebeple; “Vâki olanda hayır vardır.” derler; gönlün huzurla buluşması ve kanaatin en güzel azık olduğunu beyan sadedinde. Tıpkı İbrahim Hakkı Hazretleri’nin şu terennümünde de olduğu gibi:

Deme niçin şol şöyle
Yerincedir ol öyle
Bak sonunu seyreyle.
Görelim Mevlâ neyler
Neylerse güzel eyler.

_________________

1 Osman Nûri TOPBAŞ, Nebîler Silsilesi -3, Erkam Yay., İst. 2004, s. 177.
2 Osman Nûri TOPBAŞ, a.g.e., s. 175.