ÇİFTE DÜĞÜN

YAZAR : Hakkı ŞENER hakki_0111@hotmail.com

Yorucu bir günün ardından, herkes evlerine çekilmiş yatmaya hazırlanıyordu. Evlerin
ışıkları birer birer sönmeye başladı. Ayşe Hanım yorgun; yorgun olduğu kadar da heyecanlıydı. Nihayet yeğeni Yakup da dünyaevine giriyordu… Akşam; bayrak dikme cemiyeti için gelenlere yemek hazırlamış, ikram etmiş, sonra ortalığı toparlamış, bulaşıkları yıkamış, bir hayli yorulmuştu. Ayşe Hanım aşçıdır. Yaptığı yemekleri herkes severek yer. Onun için de düğünü olanlar hep O’na gelirler, Mutlu günlerini lezzetli yemeklerle daha da güzelleştirmek için işin başında bulunmasını isterlerdi. O da kimseyi kırmaz, kimin bir hayırlı işi olsa seve seve gelirdi.

Yatmadan önce ertesi gün kendisine lâzım olacak malzemelerini hazırlayıp hepsini bir heybeye koydu. Sabah erken Gedikli Köyü’ne gidecek, kızevine kına yakmaya gelen misafirlere yemek hazırlayacaktı.

Ayşe Hanım, gece yarısına doğru ancak yatağına uzanabilmişti. Yorucu bir güne hazır olabilmek için uyuması gerekiyordu. Ne var ki heyecandan bir türlü uykusu gelmiyordu… Kendi çocukları aklına geliyor, hayal aynasında her birini tek tek seyrediyordu. Büyük oğullarının düğünlerini hatırlıyor, doğup büyüyen torunları gözünün önüne geliyor; kızı gibi sevdiği gelinlerinin, torunlarıyla birlikte bahçe kapısından «ana» diyerek girdiklerini görüyor, koşup sarılmak istiyor; bakıyor ki yatağında… Yüzünde tatlı bir tebessüm oluşuyor.

Mehmet’i aklına geliyor bu sefer. Yüzündeki tebessüm birden kayboluyor, gözleri buğulanıyor, karanlığın içinden görmek ister gibi gözlerini iyice açıyor, kalbi ince ince sızlıyor, bakışları kendine dönüyordu.

Kaç ay olmuştu görmeyeli?

Biraz düşündü; «on üç ay, yok yok on dört ay oldu dün.» dedi kendi kendine. «İnşâallah tez zamanda gelir onun da düğününü böyle eş ile dost ile yaparız.» diye geçirdi içinden. Çocuklarının hepsi için duâ etti;

“Allâh’ım, acılarını gösterme, bizi güzel haberlerinden mahrum etme!” dedi.

Ayşe Hanım bir hayalden bir hayale dalarken gece bitivermişti. Kınalı horoz, uyanıp cemaati uyandırmaya başlamıştı bile. Derken sabah ezanı da başladı. Yerinden doğrulup huşû içinde ezanı dinledi. Abdest alıp namazı kıldıktan sonra, mutfağa geçip kahvaltı hazırlamaya başladı. Eşi Muhammed Amca da erkenden uyanmış o da namazını kılmış tesbih çekiyordu.

Çatak Köyü’nde böyle bir sonbahar sabahı yaşanmaya değerdi doğrusu. Ağustos sıcağı, yerini serin günlere bırakmıştı. Ağaçların sararan yaprakları;

«Şimdi ayrılık vaktidir. Ama üzülmeyin, bahar gelir yine yeşil yapraklar açar.» der gibiydi. Altmış yıllık ömürlerinde hep böyle olmuştu çünkü.

Onlar daha sofradan kalkmadan yeğeni geldi:

“–Teyze araba hazır seni bekliyoruz.” dedi. Beraber evden çıktılar. Malzemeleri koyduğu heybeyi yeğeni omzuna aldı. Beraberce kendilerini kızevine götürecek minibüsün yanına vardılar. Herkes gelmişti, Ayşe Hanım da geldiğine göre, hemen yola çıkabilirlerdi, öyle de yaptılar.

Ayşe Hanım minibüse binince birden durgunlaştı. Akşamki heyecanı, hayalleri birden siliniverdi sanki içinden. Düğüne gidiyorlardı ama hiç sevinesi gelmiyordu içinden. Kötü bir şey olacakmış gibi bir his vardı içinde. Yavaş yavaş Çatak Köyü’nü geride bırakıp Kızılağaç Köyü’ne doğru yaklaştılar. Oradan da Gedikli’ye devam edeceklerdi.

Tepeleri birer birer geçerek Gedikli Köyü’ne doğru ilerlerken Ayşe Hanım uzaklara bakıyordu. Gözleri sararan yapraklara takılıyor, ara sıra düşen yaprakları gördükçe içinden bir şeyler koptu sanıyor, irkiliyordu. Yanındakileri hiç duymuyordu sanki. Elif Hanım’ın;

“–Eee Ayşe, sıra senin oğlana geliyor…” demesiyle kendine geldi.

“–İnşâallah bacım inşâallah, Allah hayırlısını versin cümlemize…” dedi. Kısa bir yolculuktan sonra kızevine vardılar. Orada da bir telâş bir heyecan vardı… Kolay mı yeni akrabalıklar kuruluyor, iki köyün arasındaki dağlar daha kolay geçilecek geçitler gösteriyordu iki tarafa.

Kızevinde biraz dinlendikten sonra hemen işe başladılar. Kazanların yerleri ayarlandı, keçiler kesildi, fasulyeler, nohutlar ıslandı büyük bir telâş içerisinde. Kız tarafından gelenlerin de yardımlarıyla hazırlıklar bütün hızıyla devam ediyordu. Neredeyse sona yaklaşıyordu hazırlıklar.

Biraz sonra, sabahleyin kendilerini getiren minibüs karşı tepeden belirdi. «Herhâlde yolcu getirdi.» diye düşündü Ayşe Hanım.

Ne var ki, minibüs kızevine doğru geliyordu. Oysa gelmesi beklenen herhangi biri yoktu. Minibüs, evin önünde durdu. Ayşe Hanım baktı ki Yakup da arabada. Damadın önceden gelmesi âdetten olmadığı için Ayşe Hanım Yakup’a takıldı:

“–Ne o oğlum, hasrete dayanamadın mı yoksa?” dedi.

Yakup;

“–Yok teyze yok, bildiğin gibi değil.” dedi. Kendilerini karşılayan kayınbabasının elini öptü:

“–Baba çok önemli bir şey konuşmamız lâzım.” diyerek birkaç adım yürümesini işaret etti. Belli ki herkesin duymasını istemediği bir haber getirmişti. Onlar; telâşlı telâşlı bir şeyler konuşuyor, evin önündekiler de onlara bakıyordu. Biraz sonra geldiler. Yakup;

“Teyze, hemen köye dönmemiz gerekiyor.” dedi. Kimse bir şey anlamamıştı. Düğünden aşçıyı alıp götürmek ne demekti? Yoksa vaz mı geçtiler? Yok canım… Verilmiş, alınmış, düğün başlamış… Olacak şey değil, herkeste bir merak başlamıştı. Yakup’un kayınbabası;

“Ayşe abla! Siz gidin, burayı merak etmeyin!” dedi sadece.

Ayşe Hanım, olanlara bir anlam verememişti ama; «Herhâlde çok önemli bir şey var ki gitmek gerekiyor.» diye düşündü. Hemen minibüse binip yola koyuldular. Yolda Ayşe Hanım dayanamayıp;

“–Yakup! Oğlum ne oldu?” dedi.

Yakup;

“–Ayşe teyze! Mehmet abim geliyormuş.” dedi sadece.

Ayşe Hanım:

“–Vay Mehmet’im geliyormuş ha ne güzel… Çifte düğün oluyor desene Yakup! O da seni çok severdi. Bak teskeresini senin düğüne denk getirmiş. Ne güzel!.. Kuzum benim, aslan yüreklim. Mehmet’im!”

Ayşe Hanım, heyecandan ne diyeceğini bilemiyordu.

“–Müjdene ne istersin Yakup? diyeceğim ama zaten en çok istediğin, yarın evinde olacak. Sağ olasın yeğenim.” dedi. Artık hep Ayşe Hanım konuşuyordu, gördüğü rüyalardan, en son gelen mektuptan… Minibüste bulunan diğer yolcular hiç konuşmadılar. Çatak’a da gelmişlerdi zaten.

Ayşe Hanım, eve doğru ilerlerken hiç alışık olmadığı bir hareketlilik, bir kalabalık fark etti. Ev, çok kalabalık ama kimse konuşmuyor. Herkes dilini yutmuştu sanki. Kim göz göze gelse sessizce akan çeşmeler gibi gözyaşları başlıyordu akmaya.

O gece sabaha kadar uyumadılar, Mehmet geliyordu, herkes onu karşılamaya hazırlanıyordu.

Ertesi gün köy meydanında bir kalabalık toplanmıştı ki daha o köy kurulalı böyle bir kalabalık görülmemişti. Görebildiğin her yer insan. Herkes Mehmet’i karşılamaya ve Yakup’un düğününe gelmişti. Biraz sonra kalabalığın en önünde kırmızılar giymiş biri belirdi.

Herkes ona bakıyordu. O kırmızılar içinde gelen, Yakup’un al duvaklı gelini değil, Mehmet’in al bayrağa sarılmış tabutuydu!
____________

NOT: Hikâye aynı ile vâkîdir. Adana Saimbeyli Kızılağaç Köyü nüfusuna kayıtlı, amcam oğlu, okul arkadaşım, can kardeşim Mehmet ŞENER’in şehâdeti… Bütün şehidlerimizi rahmetle anıyorum. 29 Kasım 1996 tarihini yeniden hatırladım…