YAKIN AKRABALARI DAVET -2-

Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- diyor ki:

“Önce en yakın akrabalarını uyar!” âyeti nâzil olur olmaz, Rasûlullâh’ın, davet ettiği kırk civarında misafirine Zeyd ile ben hizmet ediyorduk. Rasûlullah eti parçalayarak yemek tepsisinin çevresine birer parça koyduktan sonra;

“–Haydi yiyiniz, Bismillâh!” buyurdu. Hepsi ondan yediler ve tamamıyla doydular. Varlığım Kudret Elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, onların tümüne sunduğumuz yemeği, onlardan bir tek adam bile yalnız başına yiyebilirdi! Bundan sonra, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Yâ Ali! Onlara süt de içir.” buyurdu. Onlara süt kabını getirdim. Ondan da hepsi kanasıya içtiler. Vallâhi, o kaptaki sütü, onlardan bir tek adam bile yalnız başına rahatça içebilirdi! Yemeğin ve sütün kalanları, sanki hiç el dokunulmamış, yenilmemiş, içilmemiş gibi idi! Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- söze başlamak istediği sırada, Ebû Leheb çıkışarak ortalığı bulandırdı ve meclisi bozup dağıttı:

“–Şaşılacak şey! Arkadaşınız sizi büyük bir büyüyle sihirledi! Doğrusu, biz, bugünkü gibi bir sihir hiç görmedik!”

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- sözünü şöyle bitiriyor:

“Rasûlullah -aleyhisselâm-, asıl mesajını veremeden davetlilerin hepsi kalkıp gittiler. Fakat her şeye rağmen Rasûlullah -aleyhisselâm- ertesi gün akrabalarını tekrar davet etti. Aynı şekilde yine yiyecek ve içecek ikram etti. Fakat bu sefer görevini yerine getirdi ve davetini gerçekleştirmeyi başardı.1

Rasûlullah -aleyhisselâm- şöyle buyurdu:

“–Allâh’a yemin olsun ki ben, Araplar arasında size benim kadar hayırlı bir davetle gelenini bilmiyorum. Ben size, dünya ve âhiret hayrını birlikte getirdim. Allah Teâlâ bana, sizi kendisine davet etmemi emretti. Böyle önemli bir yolda, şimdi sizden hanginiz bana destek çıkar ve yardımcı olur da, benimle sıcak bir dost ve yakın bir kardeş olur?”2

Efendimiz’in talebine cemaat içinden hiçbir mukabele yoktu. Huzûru, derin bir sessizlik bürümüştü. Kimseden çıt çıkmıyordu. Bu derin sessizliği, çocuk denebilecek bir şahsın gürlemesi bozdu:

“–Ben yâ Rasûlâllah! Bu konuda Sen’in en büyük destekçin ben olurum!”

Bütün yüzler bir anda sesin geldiği tarafa yöneliverdi. Bu sesin sahibi, Hazret-i Ali’den başkası değildi. Hâlbuki o gün o, yaş itibarıyla onların en küçüğüydü. Onun, büyüklerden daha önde ve büyükçe bu tavrı karşısında Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, önce başını okşadı, ardından da şöyle buyurdu:

“–İşte bu, benim kardeşim ve en yakın destekçimdir! Bunu dinleyin ve dediklerine kulak verin!”3

Kendilerinden kabul beklediği o kalabalık, Rasûlullâh’ın bu sözleri karşısında kendi aralarında gülüşmeye başladılar ve Ebû Tâlib’e alaylı bir edayla takıldılar:

“–Eh, artık sen de çocuğunu dinler ve ona itaat edersin!”

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in evine davet ettiği bu insanlar, İslâm ile şereflenecekleri yerde, Efendiler Efendisi ve getirdiklerine açıktan cephe almış; düne kadar münferit çıkışlarla engellemeye çalıştıkları hak dâvâya mânî olmayı, bundan böyle ailevî bir vazife olarak görmeye başlamıştı. Neyse ki, Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın az da olsa sahip çıkanı ve destek olanı vardı. O gün de amcalarından Ebû Tâlib devreye girip, şefkat ve merhamet yüklü bir ses tonuyla yeğenini teselli ederek şöyle demişti:

“–İşte ey sevgili yeğenim, Sen’in amcalarının hâli! Ben de onlardan biriyim; ancak ben, Sen’in hoşuna gideni yapmakta onlardan daha ileriyim. Emrolunduğun şekilde yoluna devam et! Vallâhi ben de, Sen’i görüp kollamaya devam edeceğim. Ancak nefsim, atalarımın dîni dışında bir başka anlayışı kabullenmek istemiyor!”

Böyle diyen amca, yeğeninin getirdiklerini kabullenmese bile, O’na sahip çıkacaktı. Onun bu tavrı, ateş sevdalısı Ebu Leheb’i daha çok çileden çıkarmaya yetmişti:

“–İşte bu, vallâhi daha da kötü! Başkaları O’nun hakkından gelmeden sizler engelleyip O’na mânî olun!”

İş gittikçe inada biniyordu; o karşı çıktıkça Ebû Tâlib sahip çıkıyor ve yeğenine olan bağlılığı daha da perçinleniyordu. Son sözü yine o söyledi:

“–Vallâhi de biz, sağ kaldığımız sürece O’nu koruyacak ve başkalarından gelebilecek olumsuzluklara karşı hep müdafaa edeceğiz!”4

Peygamberler Sultanı da şöyle buyurdu:

“–Şüphesiz ki gerçek bir rehber, kendi halkına karşı yalan söylemez. Allâh’a yemin olsun ki, -farz-ı muhal- şayet ben, bütün insanlara yalan söylesem bile size karşı bunu asla yapmam; bütün insanları aldatsam bile sizi asla aldatmam. Vallâhi de, O Allah ki, kendisinden başka ilâh yoktur; şüphesiz ki ben, hususî olarak sizin, genel mânâda da bütün insanların peygamberiyim.

Allâh’a yemin olsun ki, tatlı uykuya daldığınız gibi ölecek ve uykudan uyandığınız gibi de yeniden diriltilecek ve bugün yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz; iyilikleriniz neticesinde ihsana nâil olurken, kötülüklerinizin sonucu olarak da hoşlanmayacağınız manzaralarla karşılaşacaksınız. Ne yazık ki bu sonuç da ebedî cehennem olacak! Benim size getirdiklerimden daha hayırlı ve fazîletlisini kendi kavmine getiren bir başka genç bilmiyor ve tanımıyorum; ben size, dünya ve âhireti beraber takdim ediyorum.”5

Her hâl ve hareketiyle olanca mülâyemetle ve alttan alarak kendilerine hitap eden Rasûl-i Kibriyâ’ya, öz amcası Ebû Leheb karşı çıkıp, oradakilere dönerek çıkışını sürdürdü:

“–Yemin olsun ki bu, çok kötü bir durum! Başkaları O’nun hakkından gelmeden sizler bir çözüm bulmalısınız! İşlerinizi şayet buna bırakırsanız, zelil ve rüsvay olursunuz! O’nu koruyup müdafaa etmeye kalkarsanız, bu sefer de başınız belâdan asla kurtulmaz!”

Yalnız, aralarında insaf sahibi olanlar da yok değildi; Efendimiz’in halası ve Ebû Leheb’in de kız kardeşi Hazret-i Safiyye ayağa kalkarak, kardeşine gereken cevabı verdi:

“–Kardeşinin oğlunun başına gelecek herhangi bir kötülük, hiç senin hoşuna gider mi? Allâh’a yemin olsun ki, biz hep O’nun yanında yer alacağız!”6

Yakın akrabaların bir kısmı sessiz kalmış, bir kısmı şaşkın vaziyette ne diyeceğini bilememiş, bir kısmı açıkça ve çok sert bir şekilde karşı çıkmışken, bir kısmı da desteklemişti.

İnsanın hayatında sürekli karşılaşacağı bir şeydi bu. Akrabalarımızdan yakınmak değil, onları aydınlatmakla mükellefiz. Peygamber Efendimiz böyle yapmış çünkü.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

______________________

1 İbn-i İshak, İbn-i Hişam, Sîre, c. 1, s. 257; Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 217; Tefsîr, c. 19, s. 122; Ebû Nuaym İsfahânî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 425; İbn Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 187.
2 İbn-i Seyyid, Uyûnu’l-Eser, c. 1, s. 91.
3 İbn-i İshak, Kitâbu’l-Mübtedâ ve’l-Meb‘as, c. 3, s. 118.
4 225 İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, c. 1, s. 584-585; Mübârakfürî, er-Rahîku’l-Mahtûm, s. 83-84.
5 İbn-i Kuteybe, Kitâbu’l-Maârif, s. 73; Ebû’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 24.
6 İbn-i Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1820-1821; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, c. 7, s. 82; Halebî, İnsânu’l-Uyûn, c. 1, s. 426.