EĞİTİM, ALDATMAMAKTIR!

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Not defteri, tarih hocasının kalemine itiraz ediyordu:

–Yazdığın rakamlar hatalı!

Kalem, not kâğıtlarını gösterdi:

–Hiç de hatalı değil. Baksana not kâğıtları nasıl ise, aynen yazıyorum.

–Yanlış anladın beni. Demek istediğim, rakamları çarpıttığın değil; sen onları olduğu gibi yazıyorsun.

–Eee, öyleyse?

–Fakat çocukların hakkı ve seviyesi, yazdığın rakamlar kadar düşük değil.

–Nasıl yani?

–Şöyle: Bu tarih hocası; üzerine düşenleri tam yapmadı, ihmalkâr davrandı, doğruyu, yanlışı gerçekçi olarak ortaya koymadı. Rastgele anlattı. Hele anlamayanları hiç umursamadı. Eğitmesi gereken yerlerde omuz silkti. Ter dökmek gerekince, sırtını döndü. Örnek olma makamında olduğu hâlde buna kayıtsız kaldı. Bilgiyi de ilgiyi de yarımla bile değil, çeyrekle idare etti. Yani senin anlayacağın, çocuklar için yanlış bir tip oldu. Ne demektir bu?

–Umursamamak.

–Hayır, aldatmak! Sorumsuzluk aldatması… Vazifeyi yapmama aldatması. Hem o vazifeyi ve sorumluluğu üstlen, bunun için maaşını da dolu dolu al; hem de o vazifeyi ve sorumluluğu hiç almamış gibi keyfî davran! Bundan beter bir aldatıcılık olur mu?

Kalem, duyduğu gerçeği anladığı an, ortadan çatlayacak gibi oldu. Bozuk bir moralle mırıldandı:

–Şimdi anladım rakamlardaki hatayı…

Önce not defteri anlamıştı. Sonra da kalem.

Fakat ne yazık ki, tarih hocası hâlâ anlamıyordu. Öğretmenler odasında feryat edip duruyordu:

–Yuh olsun şu çocuklara! Tarihten bu kadar düşük not alınır mı? Bunlar hakkındaki tarih, yüzüne bakılmaz bir kitap olacak. Sanırsın ki tarihi yok bu çocukların, tarihi yok!

Sessiz bir meslektaş, merak etti:

–Neden böyle diyorsunuz?

–Neden olacak! Meşhur bir savaşta kullanılan atların nallarındaki çivi sayısını sordum. Bilen çıkmadı.

Beriki dudak büktü ve hafifçe lâf dokundurarak karşı çıktı:

–Fakat bu, biraz matematik sorusu!

–Ne yapayım efendim, matematiği de ben öğretecek değilim ya!

Bu taşlama üzerine cevap mecburiyetinde kalan matematikçinin canı sıkıldı:

–Sualiniz eğri bir çividen farksız olmuş! Atların nallarındaki çivi sayısını bilememekle matematiğin ne ilgisi var?

–Ne ilgisi yok ki, bir ayakta altı çivi, dört ayakta yirmi dört. At sayısıyla çarpınca da, eşittir toplam çivi sayısı.

–Peki at sayısı?

–Onu da kendileri araştıracaktı. Araştırmamışlar.

–Matematikte veriler noksansa, sual yanlıştır ve asla çözüm beklenmez!

–Benim dersim tarih, ben beklerim.

Matematikçi yüzünü buruşturdu:

–Olmaz, böyle beklenti ile çözüm olmaz. Hem şu çivi sayısını bilip bilmemek de neyin nesi? Ne faydası var?

Tarihçi pişkin pişkin güldü:

–Çok faydası var efendim. Çünkü bir çivi bir atı, bir at bir kumandanı, bir kumandan da bir orduyu kurtarır.

O vakte kadar suskun duran edebiyatçı itiraz etti:

–Özür dilerim, Ancak bu söylediğinizin anlattığı gerçek, sualinizdeki mantık değil; büyük mevzularda küçük bir hususun bile, ne kadar mühim olduğu ve ihmal edilmemesi gerektiğidir. Fark etmelisiniz ki, sizin meseleye yaklaşım tarzınız, belki ehemmiyetsiz görünüyor, fakat çok mühim hatalar oluşturacak bir noktayı gözden kaçırıyor ve ihmal ediyor!

Bu sözler üzerine tarihçinin eli kravatına gitti; biraz gevşetme ihtiyacı duymuştu. Kendini kurtaracak farklı bir cevap arıyordu ki, ceket ve gömleğiyle uyumlu çalımlı kravatı, diline düğüm atarcasına fısıldadı:

–Ben nasıl aldatıcı bir özelliğe de sahipsem, senin çivi meselesi de öyle. İstersen daha fazla kendini de başkasını boş lâflarla aldatmaya kalkışma, aldatıcı olma, gittikçe batıyorsun.

Tarihçi bu sözler üzerine durakladı. Sırtındaki markalı ceket de, kravata destek verdi:

–Aldatmışlığın ne demek olduğunu, ben de gayetle bilirim. Üstelik aldatıcı değil de cezbedici bir görüntü içinde çok aldattım. Fakat ortaya çıkan acı neticeler ve sayısız dramlar her seferinde beni kahretti. Her gün biraz daha yıprandım. Yıprandıkça da aldatıcılığı çaresiz bıraktım. Aksi hâlde başıma gelecekleri gördüm ve akıllandım. Bizimki de iş işten geçmeden akıllansa iyi olacak…

Matematikçi, sanki kravatla ceketi de duymuş gibi edebiyatçıya iştirak etti:

–Al benden de o kadar!

Tarihçinin morali bozuldu. Dişlerini gıcırdatıp bir şeyler söylemeye hazırlandı.

Tam o sırada pencereye bir bülbül kondu.

Hafif çiseleyen yağmur tanelerindeki tatlı nağmelere eşlik edercesine âhenkli ve tane tane bir konuşma ile söze başladı:

“Dostlar!

Uzun zamandır sizleri dinledim.

Fikirlerinizi, çalışmalarınızı ve hedeflerinizi gördüm.

Ne yalan söyleyeyim.

Üzüldüm.

Çünkü;

Bazılarınız samimî ise de, bazılarınız aldatıcı. Bilgisiyle, ilgisiyle, tavrıyla, düşüncesiyle ve yaşayışıyla, kendi mesleğine zıt ve aldatıcı.

Niçin?

Çünkü aldatmak, çok farklı ve cazip vaziyette.

Açık bir şekilde yalan ve dolandırıcılık değil. Sinsi tuzak ve sahte vitrinler gibi de değil.

Tamamen zalimce bir masumiyet içerisinde.

Onun için;

Aldatıcılık olduğu pek anlaşılmıyor. Dolayısıyla bu, çok daha kötü. Çünkü işin içinde aldatıcılık görünmüyor ve böylelikle, insanların aldanmaları daha kolay gerçekleşiyor. Yani insanlar bu aldatma şekline tedbirsiz. Yapılanların aldatmak olduğunu anlamak bir tarafa, büyük bir iyilik zannederek minnet üstüne minnet duyanlar var.

Hâlbuki gerçek bir eğitim, aldatmamaktır.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ne buyuruyor:

«Aldatanlar bizden değildir!»

Bizden değil. Zira;

Eğitimde rolü güzel, uygulaması kötü, perde arkası berbat olanlar, hiçbir zaman mürebbî olamazlar.

Dostlar!

İnsanların minnet duymasını bir tarafa bırakın. Eğitimin tatbikinde yaşanan perdeli gerçeklere kulak verin:

Unutmayın ki:

Talebe gözünde çok mükemmel bilinmesine karşılık; o mükemmelliği zedeleyecek şekildeki her davranış, bir aldatmacadır. Çünkü güzel örnek olma makamında olup da kötü örnek olmak, aldatmaktan başka bir şey değildir.

Aynı şekilde;

Öğretme makamında olup öğretmemek de, aldatmaktır. Eğitme makamında olup eğitmemek de, aldatmaktır. Sevgi makamında olup nefret ettirmek de, aldatmaktır. Rehber makamında olup yanlış alışkanlıklara sebep olmak da, aldatmaktır.

Aynı şekilde;

Gayret makamında tembellik de, aldatmaktır. Şifa makamında zehir de, zaten aldatmaktır. Mîrac makamında çukur da, aldatmaktır. Eğitimde aldatan ise, pusudaki düşmanlardan daha zararlıdır.

Sırf görüntüde cilâlı, fakat hakikatte;

Aldatıcı olan her merhamet, ağır bir acımasızlıktır. Aldatıcı olan her çeşit şefkat, amansız bir zulümdür. Aldatıcı her fikir ve ilim, kara cahilliktir. Aldatıcı her mânâ, mânâsızdır. Aldatıcı her insan, insan değil, şeytandır.

Aynı şekilde ey dostlar!

Aldatan cömertlik de, afettir. Aldatan nimet de, kötü bir felâkettir. Aldatan imkân da, ancak hüsrandır. Aldatan şehvet de, sapkınlıktır. Aldatan arkadaş da, sinsi bir düşmandır. Aldatan güneş de, ziyandır. Aldatan ay da, karanlıktır. Aldatan bahar da, kıştan beterdir. Aldatan gıda da, tatlı bile olsa zehirden kötüdür.

Bu itibarla;

Eğitimde, diğer sahalara göre daha net bir şekilde tutarlı olmak mecburiyeti vardır. Çünkü tutarsız kimse, sadece aldatmıştır.

Gerekli donanıma sahip olmak mecburiyeti de vardır. Aksi vaziyette olan, aldatmıştır.

Yetiştirici olmak da özellikle zarûrî. Çünkü yetiştirmeyen kimse, aldatmıştır.

Dertli ve endişeli olmak da elzem. Olmayan, aldatmıştır.

Bilmeli ki;

Dertsiz ve endişesizler; umursamaz olur, alâkasız olur. Bu da; hazine değerindeki malzemeyi ziyan eder, çürütür. Bugün nice masum gençlerin enerjisi, bu şekilde israf edilmekte. Perişan edilmekte.

Ey dostlar!

Aldatan kimse, aslında kendini aldatır. Görüntüde hep başkası aldatılmış gibidir, fakat insanın aldattığı sadece kendisidir. Çünkü aldatanın eline geçen şey, nihayette acı bir pişmanlıktır. Aldattığı kimsenin eline geçen şey ise, sabrının ve çilesinin ebedî mükâfatı.

Dolayısıyla;

Gerçek ve samimî bir eğitimci; kendisi ne kadar aldatılsa da, kırıntı kadar bile aldatmayan kimsedir. Böyle bir eğitici olabilmek; güçlü bir liyâkat, olgunluk ve ilim ister. Hepsi bir arada ve bütünlük hâlinde olmak şartıyla. Parça parça olursa, sıkıntı.

O hâlde;

Aldanış, fânî ölçüler içindeki değil, ebedî ölçüler içindekidir. Ebediyette kazanan, asla aldanmış değildir. Ebediyette kaybeden de asla kazanmış değildir.

Akıllıca aldanan, aldatmaz. Aldanmayansa, aldatır. Aldatan da, akılsızca aldanmıştır.”

Eğitim bülbülü, daha konuşacaktı ki, tarihçi pencereyi açtı. Derin bir nefes aldı. Taze bir havaya ne kadar da ihtiyacı vardı. Ciğerlerini temizlemek istercesine tekrar tekrar nefeslendi. Göklere doğru kanat çırpan eğitim bülbülüne baktı. Hafifçe seslendi:

‒Ey bülbül! Ne kadar doğru konuştun! Şu nefesi ciğerlerime çektiğim gibi dediklerini de kalbime ve şuuruma bir çekebilsem, her şey değişecek. Rûhum canlanacak. Ufkum seninki gibi engin olacak.

Daha sonra tarihçi, ânî bir hareketle camdan ayrıldı. Not defterine doğru gitti. Kalemi eline aldı ve konuştu:

‒Siz de şahit olun. Bu notlar düzelecek. Ben içimdeki paslı çiviyi sökeceğim ve talebelere sorduğum çivileme suallerden de vazgeçeceğim. Çünkü tarih düzelmezse, hâfızalar düzelmez. Tarihçi düzelmezse, gelecek düzgün olmaz.

Gelinen noktada bağrı sevinç ve huzurla dolan not defteri, kaleme göz kırptı. Kalem de elif misali duruşuyla coştu:

‒Aldatmayan eğitimcilerin elinde yetişerek yüz ağartacak bir nesil için bismillâh…