AİLE VAZİFELERİ

İrfan ÖZTÜRK

Aile; insanın, içinde doğup büyüdüğü ufak bir cemiyet demektir. Bu cemiyet; karı-koca, ana-baba, hısım ve akrabadan meydana gelir. İnsan; vatanına, milletine karşı borçlu bulunduğu saygı ve sevgi duygularını ilk önce burada alır. Aile; bütün sevgilerin, bütün fazîletlerin kaynağıdır. İnsan; büyüklere saygılı, küçüklere merhametli, bütün insanlara karşı faydalı ve hayırlı olmayı… sözün kısası; hem Allâh’ına, hem O’nun yarattıklarına karşı vazifelerini her şeyden evvel; ana kucağında, baba ocağında öğrenir ve öğrenmesi gerekir. Öyle ise aileyi vücuda getirenlerin birbirlerine karşı mükellef bulundukları vazifeleri de kısaca gözden geçirelim.

ANA VE BABAMIZA KARŞI VAZİFELERİMİZ

Bu hususta Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Rabbin kat’î olarak ferman buyurdu ki:

Yalnız kendisine ibâdet ve analarınıza, babalarınıza iyilik edersiniz. Şayet onlardan biri yahut her ikisi birden yanında yaşlanır (ve elinize bakacak bir duruma düşer) ise sakın onlara; «Üf!» deme!.. (Bıkkınlık gösterme!) Yüzlerine bağırma, sert söyleme, onlara tatlı sözler söyle. Onlara karşı merhamet ve tevâzu kanatlarını (yerlere kadar) yay ve de ki:

«Rabbim! Onlar, beni küçük yaşımda iken nasıl merhametle beslemiş, büyütmüşlerse Sen de onlara merhamet et.»

Rabbiniz; kalbinizdekini, (ananıza, babanıza karşı içinizde beslediğinizi) daha iyi bilir. (Onlar hakkında) iyilik ederseniz; Allah size mağfiret eder. Çünkü O, tevbe edenler hakkında gafûrdur, bol mağfiret sahibidir.” (el-İsrâ, 24-25-26)

Ailenin temeli ana ile babadır. Meâlini yazdığımız âyetler dikkatle okunursa, anamıza ve babamıza karşı çok mühim vazifelerimiz olduğu görülür. O âyetler çok açık olarak bize bildiriyor ki:

Allah Teâlâ Hazretleri, her insandan; ilk önce Zâtını tanımasını ve yalnız kendisine ibâdet etmesini, kendisinden başka bir ilâh, başka bir mâbud tanımamasını istiyor. Ondan sonra da insanın anasına ve babasına karşı olan vazifelerini tayin ediyor ve o vazifelere riâyet etmelerini kendilerinden kat’î olarak istiyor. Demek ki ana ve baba hakkı pek mühimdir.

Hep biliriz ki: Bu dünyaya gelmemize sebep ana ile babamızdır. Biz, bu dünyaya geldikten sonra da onlar, ne emeklerle bizi besleyip büyütmüşler; bugünkü hâlimize getirmişlerdir. Anamız ne zahmetlerle bizi dokuz ay, karnında taşımış, bin türlü eziyetle dünyaya getirmiş, bizim için uykusuz kalmış, sabahlara kadar beşiğimizin başında durup emzirmiş, hep bizim rahatımızı düşünüp, kendisi rahat yüzü görmemiştir. Babamız da kışın soğuklarında, yazın sıcaklarında hep bizim için çalıştı; hep bizi düşündü. Onlar bizim için çalışırken hiçbir zaman burun kıvırmadılar; yüz ekşitmediler.

Biz, muhtaç iken onlar bize baktılar; bizim için her acıya katlandılar. Her şeye göğüs gerdiler ve bunu candan, yürekten yaptılar. Bizden bir şey bekleyerek değil, evlâdım diye yaptılar. İşte bunun için ana ve baba hakkı pek büyüktür. Onların haklarını ödemek de çok güçtür. Mademki, bizim üzerimizde onların bu kadar hakkı vardır. Onların bu hizmetlerini, bu iyiliklerini bilip ona göre hizmetlerinde bulunmak boynumuzun borcudur. Bu borcu ödememek en büyük günahtır.

Bu borç nasıl ödenir?

Kitabımız Kur’ân-ı Kerim, bunu bize bildirmiş; Peygamberimiz de beyan buyurmuştur.

Her şeyden evvel, onlara karşı daima minnet duygularıyla dopdolu olmamız lâzımdır.

Sonra sözlerimiz ve işlerimizle hep onlara iyilikte bulunacağız. Onların kalplerini kıracak bir söz söylemeyeceğiz, yüzlerine öfkeli bakmayacağız, hattâ (üf, aman) gibi bıkkınlık sözleri sarf etmeyeceğiz. Onlara karşı hep güler yüzlü, tatlı sözlü olmamız lâzımdır. Hele onlar, bize muhtaç olurlarsa kendi hizmetimizden evvel onların hizmetine koşacağız. Onları kendimizden hoşnut etmek için her iyiliği yapacağız. Onlara karşı şefkatli, çok saygılı, alçak gönüllü, edepli ve terbiyeli davranacağız. Yaptığımız iyilikleri, başlarına kakmayacağız. Onlar bize ağır da söyleseler yine sözlerini güzel güzel dinleyeceğiz. Cevap vermek icap ederse, yumuşak ve güzel sözlerle cevap vereceğiz. İzin ve müsaadelerinden dışarı çıkmayacağız. Ayrı evde oturursak, sık sık ziyaretlerine gideceğiz. Uzak memlekette iseler; telefonla arayarak, hediye göndererek hatırlarını soracağız, onların sevdiklerini seveceğiz, dostlarını arayıp soracağız ve daima onların izinden yürümeye çalışacağız. Bütün bunları kusursuz yapabilirsek, onların haklarını ancak bir dereceye kadar ödeyebiliriz.

Anasına-babasına surat asanlar; sözleriyle, işleriyle, durumlarıyla onların kalplerini kıranlar; dünya ve âhirette rahat yüzü göremezler. Bu gibilerinden ne Allah râzı olur, ne de Peygamber Efendimiz! Ayrıca, ettiklerini kendi çocuklarından herhâlde görürler. Buna çok dikkat ediniz ve sağlıklarında onların duâsını almaya bakınız. Şunu da unutmayınız ki; ana hakkı, baba hakkından daha çoktur ve daha önce gelir.

Nitekim bir gün ashabdan biri, Peygamber Efendimiz’e;

“–İnsanlar arasında, iyilik etmek için kimler daha lâyıktır?” diye sormuşlar.

Peygamber Efendimiz de;

“–Annen.” buyurmuş ve bunu üç kere tekrar etmiştir. O zât;

“–Ondan sonra kime iyilik edeyim?” demiş:

“–Babana, sonra da derecelerine göre diğer akrabana…” buyurmuştur. (Buhârî, Edeb 2; Müslim, Birr, 1)

ÇOCUKLARIMIZA KARŞI VAZİFELERİMİZ

Çocukların da bizim üzerimizde hakları vardır.

Onları dünyaya getirmek iş değil; asıl mühim olan, dünyaya geldikten sonra onlara bakmaktır. Her şeyden evvel, çocuğun sıhhatini gözetmek; bedenî ve fikrî terbiyesine dikkat etmek; yurduna ve milletine faydalı olmasına çalışmak; dînini ve dînî vazifelerini belletmek; terbiye ve ahlâkını yükseltmek, büyüdükten sonra, dengini bulup evlendirmek ana ve babaya borçtur.

Evlâdını iyi terbiye edememiş, din ve dünyası için muhtaç olduğu şeyleri belletmemiş olanlar, vazifelerini iyi yapmamış sayılırlar. Böyleleri Allah yanında da hesaba çekilirler, vazifelerini yapmadıklarından ötürü mes’ul tutulurlar.

KARDEŞLERİMİZE KARŞI VAZİFELERİMİZ

Kardeşlerimiz, vücudumuzun parçaları demektir. Bu sebeple, kendimizi nasıl seversek, onları da öyle seveceğiz. Büyük kardeşlerimize karşı saygılı olmak, kalplerini kırmamak; küçük kardeşlerimize karşı da şefkatli olmak lâzımdır.

Servet, miras ve sâire gibi ehemmiyetsiz ve maddî şeylerle kardeşler birbirine küsmemeli, birbirinden uzak durmamalıdır. Sonra aileyi, yekdiğerine bağlayan bağlar çözülür, aile perişan olur.

Binâenaleyh; kardeşlerimize, kardeş çocuklarına, amcalarımıza, dayılarımıza, halalarımıza, teyzelerimize, süt anamıza, süt kardeşlerimize ve bunların çocuklarına; hulâsa mertebelerine göre bütün akrabalarımıza hürmet etmek, iyilik etmek, şefkat ve saygı göstermek, ziyaretlerine gitmek, arayıp hatırlarını sormak da bizim için mühim ve ahlâkî birer vazifedir.

Böylelikle aile bağları kuvvetlenir ve kuvvetli olursa, onlardan doğan milletin de o nisbette kuvvetli olacağı şüphesizdir.

BÜYÜKLERİMİZE KARŞI VAZİFELERİMİZ

Her kim olursa olsun, kendimizden büyük olanlara karşı saygılı, küçüklere şefkatli ve merhametli olmak da İslâm ahlâkının emrettiği bir vazifedir. Peygamber Efendimiz’in şu mübârek sözleri ne kadar yüksek bir mânâyı ifade ediyor:

“Kendinden büyük olanlara itaat et, saygı göster ki; küçüklerinden itaat ve saygı göresin. Büyüklerine karşı saygılı, küçüklerine şefkatli olmayanlar bizden değillerdir.” (Tirmizî, Birr, 15, 75)

Ahlâkın güzel olsun, Rasûl-i zîşan gibi,
Sözlerin tatlı olsun, ashâb-ı kiram gibi…

(Gülzâr-ı İrfan)