ABDÜLHAKİM ARVÂSÎ HAZRETLERİ

Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com

«Tek Vakit Namazı Kaçırmaktansa, Bin Defa Ölmeyi Tercih Ederim» Diyen Âlim

ABDÜLHAKİM ARVÂSÎ HAZRETLERİ

1879 yılıydı. Henüz on dört yaşında olan Abdülhakim Efendi; tahsil için Irak’ın çeşitli bölgelerini geziyor, âlimlerin rahle-i tedrislerine diz çöküyor, ilim öğrenmek için fevkalâde bir gayretle çalışıyordu. Ramazan ayı gelmişti. Bu mübârek mevsimi, ailesinin yanında geçirmek üzere Van’ın Başkale kazasına döndü.

Gufran ayının on beşinci gecesiydi. Besmele çekerek sağına yattı, uyumuştu. Rüyasına Kâinatın Efendisi -sallâllâhu aleyhi ve sellem- girdi. Muazzam bir taht üzerinde risâlet makamında oturuyordu. O’nun heybet ve celâli karşısında yüreğini büyük bir heyecan sarmış, gözlerini usulca yere indirmişti. Çevrede kimsecikler yoktu. Birden sağ tarafında bir ses duydu. Göz ucuyla baktı. Orta boylu, top sakallı, nur yüzlü biri kendisine doğru yaklaşıyordu. Bu aydınlık yüzlü zât, sağ kulağına eğilerek, işitilmeyecek kadar hafif bir sesle sordu:

“–Özel hâl içindeki bir hanımın camiye girmesi uygun değildir, ancak iki kapılı bir caminin bir kapısından girip öbüründen çıkması câiz midir?”

Küçük Abdülhakim, âdeta duyulmayacak bir sesle;

“–Dînin sahibi burada!” diye cevap verdi. Amacı, O’nun huzûrunda kimsenin dînî meseleler hakkında söz söyleme hak ve cür’etinde bulunamayacağını göstermekti.

Hazret-i Peygamber, işitemeyeceği bir mesafede bulunmasına rağmen, cevabını duymuştu. Art arda iki defa;

“Haydi, cevap verin!” buyurdular.

Büyük bir heyecanla uyanan Abdülhakim Efendi, öğle namazı vaktinde babasının camiye geliş yolu üzerinde durup kendisini bekledi. Onu görünce, doğruca kendisine koşarak gördüğü rüyayı hikâye etti. Oğlunu pürdikkat dinleyen Seyyid Mustafa Efendi’nin yüzünü tatlı bir sevinç kaplamıştı.

“–Müjde evlâdım; Âlemin Fahri, seni dînî bilgileri tebliğe mezun ve memur etmiş… İnşâallah yakın gelecekte büyük bir âlim olacaksın. Bütün kuvvetinle çalış!”

“–Babacığım, bunca dînî mesele dururken, o zâtın Kâinatın Efendisi’nin huzûrunda, hanımların özel hali ile ilgili bir meseleyi sual etmesinin hikmeti nedir?”

“–O konular, fıkıh meselelerinin en karmaşık ve zorları arasındadır. Bu durum, dînî ilimlere vukûfiyetin bakımından ileride senin çok yükseleceğine işarettir.”

Abdülhakim Efendi, bu rüyadan sonra çalışmalarını daha da hızlandırdı. Sabahlara kadar uyumuyor, gecelerini kitaplar üzerinde geçiriyordu.

ON SEKİZ YIL SONRA…

1897 yılıydı… Gördüğü rüyanın üzerinden on sekiz yıl geçmiş, hac vazifesi ile Hicaz’a gelmişti. Medine’de Peygamber Efendimiz’in mübârek Ravza’sını ziyaret ediyordu. O sırada Hacı Ömer adında eşraftan bir zât sağ tarafına yaklaştı ve kulağına eğilerek yavaşça;

“–Efendi Hazretleri, refîkam şu anda özür sahibidir. Peygamberimiz’in mescidini ziyarete gelemez. Ama Bâbü’s-Selam’dan girip Peygamberimiz’e bir selâm verip Bâb-ı Cibril’den çıkmasına şer‘an izin var mı?” diye sordu.

Seyyid Abdülhakim Efendi; bir anda iliklerine kadar sarsılmış, on sekiz yıl önce gördüğü rüyayı hatırlamıştı. Heyecanla Hacı Ömer Efendi’ye döndü; o, yıllar önce rüyasında gördüğü orta boylu, top sakallı, nur yüzlü zât idi! Sessizce;

“–Bu sualinizin cevabını vermeye mezun ve memurum.” dedi. Ancak yüce Rasûl’ün huzûrundan çıkmaları gerektiğini işaret etti, birlikte avluya çıktılar.

KAŞGÂRÎ DERGÂHI’NDA ALTI YIL

1865 yılında Başkale’de dünyaya gelen Seyyid Abdülhakim Efendi, on beş yaşında iken Nakşî tarîkatının Hâlidiye kolu şeyhi Seyyid Fehim Efendi’ye intisâb etmiş, 1889’da şeyhinden hem Nakşî, hem de Kādirî tarîkatı üzere hilâfet almıştı.

1914 yılına kadar yirmi beş yıl Başkale’de kendi imkânlarıyla kurduğu medresede yüzlerce talebe yetiştirip, çevresini irşada çalışan Abdülhakim Efendi; Van bölgesinin Ruslar tarafından işgali üzerine Bağdat’a yerleşmeye karar verdi. Geniş ailesiyle birlikte, doğduğu topraklardan ayrılarak Musul’a gelmiş; fakat 1918’de bölgenin İngiliz işgaline girmesi üzerine, önce Adana’ya, oradan da İstanbul’a Eyüp’e geçmişti. Kısa bir süre Eyüp civarında bir medresede misafir edilen Abdülhakim Efendi, 1919 yılı Ekim’inde Gümüşsuyu tepesindeki Kaşgârî Dergâhı’na şeyh tayin edildi. Bu görevine bir süre sonra Kaşgârî Camii’nin imam ve vaizliği de eklenmiş, ayrıca kendisinden şehrin birçok önemli camisinde vaaz etmesi istenmişti.

KUVÂ-YI MİLLİYE
İÇİN DUÂ!

Kurtuluş Savaşı’nın başladığı günlerdi… Abdülhakim Efendi, Beşiktaş’taki Sinan Paşa Camii’nde vaazını bitirmiş, avluya çıkmıştı. Kapı önünde bekleyen zarif saray arabasından kibar bir zât indi. Kendisine yaklaşarak, yumuşak bir sesle;

“Sultanımız Vahideddin Hazretleri selâm ediyor ve sizleri saraya iftara davet ediyorlar.” dedi. Saray arabasıyla gittiler. İftara İstanbul’un en seçkin meşâyihi, ulemâsı ve vaizleri çağrılmıştı. Yemekten sonra padişahın sermusâhibi söz alıp şöyle konuştu:

“Sultan Hazretleri’nin hepinize selâmı var. Sizlerden, Anadolu’da düşmanla çarpışan Kuvâ-yı Milliye’nin galip gelmesi için duâ etmenizi, bu mücahidîne maddî yardım sağlamanızı; ayrıca eli silâh tutanların bu mücâhedeye katılması için milleti teşvik etmenizi rica ediyorlar.”

Bu konuşma üzerine iftara katılan herkes gibi, Abdülhakim Efendi de birçok vatanseveri Anadolu’ya gönderdi, Kuvâ-yı Milliye’ye pek çok maddî yardım edilmesini sağladı.

Arvâsî Hazretleri, Kaşgârî Dergâhı’nda, «Tekke ve Zâviyelerin Kapatılması» hakkındaki kanun çıkıncaya kadar (1925) altı yıl aralıksız irşad hizmetini sürdürdü.

ÇATIDAKİ YARAMAZ!

Arvâsî Hazretleri, bir gün Bâyezid Camii’nde vaaz ederken, birden konu ile ilgisi olmayan bir mevzua geçerek, şunları söyler:

“Şimdi cemaatten biri evine vardığında; çocuğunu çatıya, kiremitlerin üzerine çıkmış, güvercinleri kovalarken görürse, sakın ona bağırmasın. Güzellikle; «Yavrum, bak sana neler getirdim, şeker ve çikolata aldım.» gibi şeyler söylesin, azarlayacaksa da onu çatıdan indirdikten sonra azarlasın.”

Vaazı dinleyen bir kişinin;

«Hocanın söylediklerinin konuyla ne ilgisi var?» diyerek, canı sıkılır. Vaaz bitip evine döndüğünde bir bakar ki; evin dört yaşlarındaki yaramazı dama çıkmış, kiremitlerin üzerinde kuş yakalamaya çalışıyor. Kenara öylesine yaklaşmış ki neredeyse aşağıya düşecek. Adamın yüreği ağzına gelip, kalbi duracakmış gibi çarparken birden, Hoca’nın söylediklerini hatırlar. Arvâsî Hazretleri’nin nasihatlerini aynen uygulayarak, çocuğu düşmeden çatıdan indirmeyi başarır…

HARBE GİRMEYECEĞİZ!

Abdülhakim Efendi tekkeler kapatılınca, şahsî evini dergâh hâline getirmiş, irşad ve tebliğ hizmetlerini evinden yürütmeye başlamıştı. Ancak beş yıl sonra meydana gelen (1930) Menemen Hâdisesi sebebiyle tevkif edilmekten kurtulamadı. Altmış beş yaşındaydı… Bir süre sorgulanmış, daha sonra beraat ederek serbest bırakıldı.

***

Yıl 1935’ti… Sultânü’ş-Şuarâ diye bilinen ünlü şair ve mütefekkirimiz Necip Fazıl da Hoca’nın mâneviyatından nasiplenmiş, hayatı baştan sona değişmiş, âdeta yeniden doğmuştu. Üstad şair, bir hâtırasını şöyle nakleder:

“Sene 1941… Almanlar sınırımızda… Ben, gazetede yayınlanan yazılarımda da vurguladığım gibi, İkinci Dünya Savaşı’na girmemizin an meselesi olduğuna inanıyor ve düşüncemi O’nun huzurunda savunuyordum… Lütfen dinlediler… Çevresinde yakınlarından birkaç kişi bulunuyordu… Harbe sürüklenmek mecburiyetimizi matematik bir vâkıa hâlinde anlatıyordum. Sonuna kadar dinledikten sonra şöyle buyurdular:

«Harbe girmeyeceğiz. Yalnız Harb-i Umûmî’de olduğu gibi pahalılık olmasa, vesika usûlü çıkmasa…» Buyurdukları gibi oldu, harbe girmedik. Fakat pahalılık ve vesika usûlü milleti kasıp kavurmaya başladı…”

***

1943 Eylül’ü idi… Hazret 78 yaşına gelmişti. Sıkıyönetimin emriyle İzmir’e götürüldü… Suçu sadece Kur’ân hizmetiydi, vaaz ve irşad idi… Defalarca sorguladılar, ifadesini aldılar… Gözaltında tuttular. Yakınları Bursa veya İstanbul’a götürebilmek için defalarca başvurdular ise de devrin hükûmetinden izin çıkmadı. Sonunda talep etmediği hâlde Ankara’ya gönderildi…

Abdülhakim Arvâsî Hazretleri ikinci ayın sonunda Ankara’da hastalandı ve 27 Kasım 1943 günü Dâr-ı Bekā’ya göçtü. Öylesine bir zulüm dönemiydi ki, cenazesi dahî İstanbul’a getirilemedi, Ankara dışına çıkarılamadı. Sonunda Ankara’nın Bağlum köyüne defnedilebildi…

Allah şefâatlerine nâil eylesin…