Padişahı Her Zaman; «Allah Zalimleri Sevmez!» Diyerek Uyaran Âlim ZEMBİLLİ ALİ CEMÂLÎ EFENDİ

Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com

1514 yılının ilk aylarıydı… Şah İsmail; Akkoyunlu ve Karakoyunluları ortadan kaldırarak kudretini iyice artırmış, Şirvan topraklarına hâkim olmuş, Irak’a ve Horasan’a uzanmış, stratejik mevkii büyük olan Diyarbekir’i ele geçirmiş, Özbek Hanı’nı mağlûp ederek Ceyhun’un beri tarafındaki ülkeleri topraklarına katmıştı. Güçlü bir propaganda ve nifak faaliyetiyle mezhep teşkilâtlanması gerçekleştirmiş; bir yandan Erzurum ve Kars’ı, öte yandan Semerkant ve Buhara’yı içine alan büyük bir devlete sahip olmuştu.

O sırada Sultan I. Selim; Şâh’ın Osmanlı sınırlarına tecavüzünü fırsat bilerek, İran üzerine açacağı seferin plânlarını hazırlamaya başlamış; tedbirlerden biri olarak İran’la ticarî münasebetlerin kesilmesini emretmiş, oradan yapılan ipek ticaretini yasaklamıştı. Selim Han; hükümdarlığın bütün özelliklerini şahsında topladığı, sert ve şaşmaz bir disipline, azim bir iradeye, son derece hareketli bir dinamizme sahip olduğu için «Yavuz» nâmıyla anılmaya başlamıştı.

Bu kritik günlerde Hünkâr, maiyeti ile birlikte Edirne’ye gitmeye karar verdi. Uğurlama merasimine ulemâ, ümerâ ve vezirlerle birlikte Şeyhülislâm Ali Cemâlî Efendi (Zembilli) de katılmıştı.

GÜNAH İŞLEMENİZE ENGEL OLMALIYIM!

Ali Cemâlî Efendi (Zembilli); özel hayatında son derece nazik, yumuşak huylu biriydi. Lâkin padişahın karşısında olabildiğince sertti. Onun böyle davranmasının sebebi; Sultan Selim’in (Yavuz) kendisinden cesaret alarak birtakım yanlış kararlar almasını önlemek, şer‘î hatalar yapmasına fırsat vermemekti. İçinde bulunduğu şartlar ne olursa olsun; gördüğü, duyduğu veya kendisine intikal eden her yanlışı düzeltmeye çalışır, sonuç alamayacağını anladığında ise padişahın huzurundan izin istemeden ayrılır, tepkisini böyle gösterirdi.

***

Padişahın uğurlanması sırasında, padişahın koyduğu yasağı dikkate almayarak ipek ticaretini sürdüren dört yüz civarında bezirgânın (tüccarın) Sultan tarafından idama mahkûm edildiğini öğrendi. Bu kararı şer‘î hükümlere aykırı bulmuştu… Verilen mola sırasında doğruca Sultan’ın huzuruna çıktı.

“–Hünkârım, ipek tüccarlarıyla ilgili idam hükmünüz yanlıştır, Allah indinde câiz değildir.” dedi ve ekledi. “Hem böyle işlere padişahımızın değil, tayin ettiğiniz ipek emîninin bakması gerekir.” Padişah, bu çıkıştan rahatsız olmuştu.

“–Mevlânâ!” diye gürledi. “Kamu nizamının tesisi için insanların üçte birini katletmek dahî câiz değil mi?”

“–Câizdir elbet, ancak kamu nizamını sarsan büyük kargaşalıklar olduğunda… Şimdi ise ortada böyle bir durum yok!”

“–Emrime karşı gelmek, suç değil mi?”

“–Bu kişiler, ipek yasağına karşı gelmiş sayılmaz; zira sizler, ipek ticaretiyle ilgili âmirler tayin etmişsiniz; bu durum, ticarete izin verdiğinizin delilidir. Hükmünüzü geri alıp, bu adamları affediniz.”

“–Saltanat işlerine itiraz, vazifeniz değildir!”

“–Günah işlemenize karşı koymak vazifemdir!”

Zembilli Ali Efendi bu sözlerden sonra, daha önce de yaptığı gibi hiddetle huzurdan ayrılarak tepkisini gösterdi.

Gazaplı Sultan, kısa bir süre düşündükten sonra ipek tüccarlarının cezalarını affetti ve idamları durdurdu.

ALLAH ZALİMLERİ SEVMEZ!

Zembilli Ali Alâeddin Efendi, İstanbul’un fethi yıllarında Aksaray’da (Konya) doğmuştu. Alâeddin Ali Efendi, Zembilli Müftü, Müftü Ali Cemâlî Efendi olarak da bilindi. Ali Efendi, üçüncü Osmanlı padişahı Sultan I. Murad dönemi âlimlerinden Cemâleddin Aksarâyî’nin torunuydu, soyu birinci İslâm halîfesi Hazret-i Ebûbekir Sıddîk’a dayanıyordu. İlk tahsilini Karaman’da Molla Hamza’dan görmüş; hukuk tahsiline önem vererek, fıkıh ve fıkıh usûlü hakkında ciddî bazı eserleri ezberlemişti. İstanbul’daki hocası, devrin büyük âlimlerinden Molla Hüsrev’di. Bursa’da Mevlânâ Hüsamzâde Efendi’den icâzet almış, onun muîdi olmuştu. Hocalık hayatına ilk adımını, Edirne Taşlık Medresesi müderrisi olarak atmıştı. Bu sıralarda Ebu’l-Vefâ Hazretlerine de intisap etmişti.

Sultan II. Bâyezid döneminde (1503) hac dönüşünde, Şeyhülislâm Efdalzâde’nin vefatı üzerine şeyhülislâmlık makamına tayin edilmiş; bu görevini Yavuz Selim’in sekiz yıllık saltanatı süresinde aralıksız sürdürmüştü.

Sade hayat süren, alçakgönüllü, küçük-büyük herkese değer veren, mütevâzı, yardımsever biriydi. Fakat celâlli padişah Sultan Selim’in huzuruna her girişinde, yüksek sesle;

“Allah, zalimleri sevmez.” âyetini okur, sert padişahı bu sözle uyarırdı.

NEDEN «ZEMBİLLİ»?

İnsanlara yardım etmek ve onların işlerini kolaylaştırmaktan büyük haz duyardı. Fetva için başvuranların işlerini, formaliteye boğmadan kısa sürede sonuçlandırırdı. Çalışmalarını konağının üst katındaki çardakta sürdürür, iş sahiplerini bekletmemek için; sorularını çalıştığı odanın penceresinden aşağı sarkıttığı zembille alır, fetvalarını yine aynı yoldan gönderirdi. Çeşitli şehir ve kasabalardan İstanbul’a gelenler, fetvalarını aynı gün alır, ertesi güne kalıp müftü kapısında bekletilmezdi!

Osmanlı’nın cihana hükmetmesinin temelinde; Zembilli Ali Efendi gibi, bürokratik engellerle nefislerini tatmin etmek istemeyen yüksek düşünceli ilim ve devlet adamlarının da büyük payı bulunmaktadır.

SUÇLULARI GÖREVLERİNE İADE EDİN!

Doğru bildiğini çekinmeksizin dile getirir, inandıklarını söylemekten asla geri durmazdı.

Yine bir gün Sultan Selim, görevlerini ihmal ettikleri gerekçesiyle hazîne-i âmire memurlarından kırk civarında kişinin idamına hükmetmişti.

Zembilli Ali Efendi, derhâl huzura çıkarak;

“–Sultanım, pek çok hazine memurunun idamına hükmetmişsiniz. Fetva sahiplerinin görevi, padişahın âhiretini de korumaktır. Şerîate göre suçu sabit olmadan kimsenin padişah emriyle öldürülmesi câiz değildir, affediniz Sultanım.” dedi ve ekledi:

“Eğer bu adamları affederseniz âhiretinizi de kurtarmış olacaksınız; aksi hâlde, onları zulmen katletmiş olacak, bu yüzden büyük günaha gireceksiniz.”

Hünkâr biraz düşünmüş, sonra memurların affına karar vermişti. Zembilli, kısa bir sessizliğin ardından:

“–Hünkârım, âhiretinizi ilgilendiren hizmeti yerine getirdim; şimdi de mürüvvetinize, vicdanınıza ve iyilikseverliğinize sesleniyorum…”

“–Ne istiyorsun?”

“–Hükümdarların görevi; tebaasını iş sahibi kılmak, onların şerefle yaşamasını temin etmektir. İşsiz insan, hayatının idâmesi için şeref kırıcı yollara başvurabilir. Buna mânî olmak elinizdedir. Affettiğiniz suçluları görevlerine iade edin Sultanım!”

Sultan, tebessüm ederek:

“–O hâlde iade ediyorum, lâkin hizmetlerinde kusur ederlerse azarlarım, azlederim!”

“–Te’dip, sultanın vazifesidir Hünkârım!”

***

Ali Cemâlî Efendi’nin; Bâyezid, Selim ve Kanunî devirlerinde şeyhülislâm olarak verdiği fetvaların, Osmanlı tarihinde çok ayrı bir yeri ve önemi bulunmaktadır. Milletlerarası ilişkilerle ilgili fetvaları; devletin geleceğini etkilemiş, toplumda çıkan problemleri çözerek insanları rahatlatmıştır.

Osmanlı Devleti’nde şeyhülislâmlığın, sadrazamdan sonra en yetkili makam hâline getirilmesi onun düzenlemesiyledir. Zembilli ile ortaya çıkan bir değişiklik de şeyhülislâmların medrese işleriyle meşgul olmalarıdır. Şeyhülislâmlığa tayininden sonra; II. Bâyezid Medresesi müderrisliğini üzerine alması, şeyhülislâmların medrese ve talebelerinin imtihanlarıyla meşgul olmalarının ilk örneğini teşkil etmiştir.

Zembilli Ali Efendi; vefatına kadar (1526) 23 yıl şeyhülislâmlık makamında bulunmuş, üç padişah döneminde; bulunduğu görevi sürdürmüştür.