Osmanlı’nın En Güçlü Yılları KANUNÎ DEVRİ -2- (1520-1566)

Ahmet MERAL ahmetmeral61@gmail.com

Halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi.
Saltanat dedikleri ancak cihan kavgāsıdır,
Olmaya baht u saâdet dünyada vahdet gibi.
Kanunî Sultan Süleyman (Muhibbî)

Osmanlı’nın En Güçlü Yılları KANUNÎ DEVRİ -2- (1520-1566)

VİYANA SEFERİ (1529)

Osmanlılar, Mohaç Meydan Muharebesi sonrasında hiçbir direnişle karşılaşmadan Budin şehrini ele geçirdi. Şehrin anahtarlarının Kanunî’ye teslim edilmesiyle Macar Krallığı fiilen ortadan kalktı. Böylece Macaristan’ın Osmanlı himayesine girdiği yeni bir dönem başladı. Kanunî, Macaristan tahtına Osmanlı kaynaklarında Yanoş olarak bilinen Erdel Voyvodası Zapolya’yı geçirerek hükümdar olmasını sağladı.

Ancak Avusturya İmparatoru Ferdinand, Macaristan’ın Osmanlı tesiri altında bir hükûmetle yönetilmesini hiçbir vakit kabul etmedi ve türlü entrikalara başvurarak Macaristan’ın yönetim hakkının kendisine ait olduğunu iddia etti. Mohaç Meydan Muharebesi’nde ölen Macar Kralı eniştesi idi. Macaristan tahtının da tıpkı kız kardeşi vasıtasıyla kendisine intikal eden Bohemya, Moravya, Slovakya toprakları gibi kendisine bırakılmasını istiyordu. Ağabeyi Kutsal Roma-Germen İmparatoru Şarlken’den destek alan Ferdinand, siyasî emellerini gerçekleştirmek için harekete geçti ve Zapolya’yı bir meydan muharebesi sonucu yenerek Budin şehrini aldı. Böylece Macaristan’a büyük ölçüde hâkim olmayı başardı. Tahtını kaybeden Zapolya, bu gelişmeden Osmanlı’yı haberdar ederek Kanunî’den yardım istedi. Bu durum Osmanlı ordusunu yeniden Orta Avrupa’ya yöneltti ve 1529 Viyana Seferi’nin sebebini teşkil etti.

Öte yandan Fransa Kralı Fransuva da, Kutsal Roma-Germen İmparatoru Şarlken tarafından zor durumda bırakılmış ve İstanbul’a gönderdiği elçisi vasıtasıyla Kanunî’den yardım istemişti. Bu talebe karşılık, Osmanlı hükümdarı da bir fermanla Fransuva’ya destek olacağının işaretlerini vererek Kral Fransuva’dan hükümdarlara yaraşır bir tavır göstermesini istedi:

“Sultanların sığınma yeri olan kapıma; adamın Frankipan ile mektup gönderip, memleketinizin düşman istîlâsına uğradığını; hâlen hapiste olduğunuzu bildirip, kurtulmanız hususunda bu taraftan yardım ve medet istemişsiniz. Her ne ki demişseniz benim yüksek katıma arz olunup teferruatıyla öğrendim.

Yenilmek ve hapsolunmak hayret edilecek bir şey değildir. Gönlünüzü hoş tutup üzülmeyesiniz. Bizim ulu ecdadımız, daima düşmanı kovmak ve memleketler fethetmek için seferden geri kalmamıştır. Biz dahî onların yollarından yürüyüp, her zaman memleketler ve kuvvetli kaleler fetheylemekteyiz. Gece-gündüz daima atımız eyerlenmiş ve kılıcımız belimizde kuşatılmıştır. Allah hayırlar versin ve iradesi neyse o olsun. Bunun dışındaki vaziyet ve haberleri adamınızdan sorup öğrenesiniz.”

Kanunî’nin batıya yapacağı seferin hazırlıkları sürerken; Avusturya, elçileri aracılığıyla Osmanlı Devleti’ne barış teklifinde bulundu. Macaristan’ın bazı tavizlerle kendilerine bırakılması karşılığında Osmanlı’yla sulh anlaşması yapılacağı teklifini ihtiva eden bu teklif, Osmanlı tarafından reddedildi. Böylece Kanunî’nin batıya ikinci seferi başlamış oldu. Mayıs ayında yola çıkan Kanunî’nin güçlü ordusunda iki yüz elli bin asker bulunuyordu. Altı bin kişiden oluşan dost Macar kuvvetleri de devrik kralları Zapolya’nın nezaretinde Mohaç ovasında Osmanlı ordusuna katıldı. Budin şehri, Osmanlı kuvvetlerince gerçekleştirilen şiddetli bir kuşatmanın ve yarım günlük mukavemetin ardından teslim olmak zorunda kaldı. Macaristan’ın yönetimi, daha önceden kararlaştırıldığı gibi, yıllık vergi ödemesi ve Osmanlı’ya bağlılığını sürdürmesi şartıyla tekrar Zapolya’ya bırakıldı. Yapılan görkemli bir merasimle Macar krallık tacı Zapolya’ya yeniden giydirildi.1 Macar Kralı, kendisinin tekrar Macar tahtına çıkmasına yardımcı olan yeniçerilere bol ihsanlarda bulunarak ödüllendirdi.

Kanunî, Budin’i aldıktan sonra bir kısım yardımcı kuvvetleri orada bırakarak 120 bin kişilik bir kuvvetle Avusturya’nın başkenti Viyana üzerine yürüdü. Yeni hedefin Viyana oluşu, batı kamuoyunda çok büyük korku ve telâş oluşturdu. Bu durum, Avusturya Kralı Ferdinand’ın bile şehri terk etmesine yol açtı.

Ferdinand, Viyana’da on altı bin kişilik bir kuvvet bırakarak Almanya içlerinde geziye çıkmak zorunda kaldı. Ayrıca tüm hıristiyan dünyasını da Osmanlılara karşı yardıma çağırdı. Oysa Kanunî, Viyana Seferi’yle batıya sadece gözdağı vermek istiyordu. Gerek yeni bir fetih hareketi, gerekse Avusturya’nın başkenti gibi büyük ve stratejik bir merkezi ele geçirme hedefi, askerî açıdan da büyük riskler taşırdı. Her şeyden önce, Osmanlı idaresi henüz Macaristan’da tam olarak yerleşmemiş ve istenilen otorite de sağlanamamıştı. Bu olumsuzluğa rağmen Kanunî, Viyana’yı on yedi gün boyunca kuşatma altında tutarak şehrin surlarını toplarla dövmeye devam etti. Ancak şehri ele geçirmek için gerekli malzemenin olmaması, ordunun geri dönüş zorluklarının göz önünde bulundurulması, bazı topların çamura saplanması ve yaklaşan kış sebebiyle orduyu daha fazla yıpratmadan kuşatmayı kaldırdı ve İstanbul’a döndü.

ALMAN SEFERİ (1532) VE İSTANBUL BARIŞI (1533)

Avusturya Kralı Ferdinand, Macaristan’ın iç işlerine müdahale etme konusundaki ısrarını sürdürerek gönderdiği bir elçiyle vergi vermek şartıyla Macaristan’ın kendisine bırakılması talebini yeniden İstanbul’a bildirdi. Tekrar ret cevabı alması üzerine Budin’i kuşatma altına almak için harekete geçti. Zaten Macar Kralı Zapolya da memlekette huzur ve sükûnu bir türlü temin edememiş ve bir kısım Macar beyleri Ferdinand’ın taraftarı olmuştu.

Avusturya Kralı; Osmanlılara ait Estergon, Vişegrad ve Vaç kalelerini aldıktan sonra Budin’i muhasara etti. Ancak tüm gayret ve kararlılığına rağmen şehri düşüremedi, Budin’e yardım için yetişen Semendire ve Bosna sancakbeylerine bağlı kuvvetlerle karşı karşıya gelmemek için elli yedi gün süren kuşatmayı kaldırarak çekilmek zorunda kaldı.

Budin’in Ferdinand tarafından kuşatılması haberi İstanbul’a ulaşır ulaşmaz, derhâl Macaristan üzerine yeni bir sefer düzenlendi (Nisan 1532). Kanunî bu kez kararlı bir biçimde, Alman İmparatoru Şarlken’e ve kardeşi Avusturya Kralı Ferdinand’a büyük bir ders vermek istiyordu. Amacı bir meydan savaşıyla bu güçlere karşı üstünlüğünü kabul ettirmek ve Osmanlı’nın Orta Avrupa hâkimiyetini kesinleştirmekti. Kanunî’nin yaptığı açık savaş davetine rağmen gerek Ferdinand gerekse Şarlken ortalıkta gözükme cesareti gösteremediler. Almanya içlerine yönelen Osmanlı akınlarına ve çeşitli Avrupalı milletlerden meydana gelen iki yüz elli bin kişilik ordusuna rağmen Şarlken; sessizliğini koruyor, Viyana’ya ikinci kez Osmanlı saldırısı gerçekleşmesi durumunda, alınacak önlemleri askerî bir mecliste müzakere ediyordu.

Osmanlı ordusu, irili ufaklı on beş kaleyi ele geçirdikten sonra birkaç hafta süren bir kuşatmanın ardından Viyana yolu üzerindeki stratejik Gons Kalesi’ni de aldı. Yedi aydır düşmanla karşılaşma imkânını bulamayan Kanunî, kışın yaklaşması üzerine bu askerî sefere son vererek İstanbul’a döndü. Ardından her iki hükümdara da ağır sözlerle dolu birer mektup yolladı. Bu sefer sonucunda Macaristan’daki Osmanlı hâkimiyeti biraz daha perçinlendi. Nitekim Kral Zapolya; Osmanlı Devleti’ne sadece dost ve müttefik bir ülke olarak kalmadı, bir süre sonra muayyen bir miktarda yıllık vergi de ödemeye başladı. Çok geçmeden Ferdinand da Osmanlı’nın Macaristan hâkimiyetini onaylayan bir barış anlaşmasını imzalamak zorunda kaldı. Yapılan İstanbul Anlaşması’na göre Ferdinand, bundan böyle Macaristan’ın iç işlerine karışmayacağını taahhüt ediyor, diplomatik olarak Osmanlı Sadrazamı’na denk bir statüye sahip olduğunu ve Kanunî’nin siyasî üstünlüğünü kabul ediyordu (1533).

Avusturya Kralı Ferdinand, Osmanlı’yla yaptığı anlaşmaya rağmen Macaristan’ı ele geçirme arzusundan hiçbir zaman vazgeçmedi. Nitekim Kral Zapolya’nın ölümünün ardından Budin’e Avusturyalı ve Almanlardan oluşan bir ordu göndererek Macaristan’ı tekrar ele geçirme girişiminde bulundu. Ancak ölen Macar Kralı Zapolya’nın eşi Kraliçe İsabella, başkentini kuşatan Avusturya kuvvetlerine karşı Kanunî’den yardım istedi. Haziran 1541’de harekete geçen Osmanlı ordusu, Ağustos ayında Ferdinand’a bağlı kuvvetleri yenmeyi başardı ve Budin yeniden kurtarılmış oldu.

Ferdinand bu askerî hamlesinin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından bir kez daha Osmanlı’ya müracaat ederek, yıllık haraç karşılığında Macaristan’ın kendisine bırakılmasını istedi. Bu diplomatik girişiminden de bir sonuç alamayan Ferdinand, bu kez Türklerin ilerleyişini bahane ederek toplamayı başardığı Avrupalı milletlerden oluşan bir orduyla Budin önlerine geldi ve Peşte Kalesi’ni kuşattı. Bu gelişme üzerine Kanunî, yeniden bölgeye güçlü bir orduyla hareket etti (Kasım 1542). Ordu, henüz Edirne yakınlarına varmadan Peşte önlerinde bulunan kuvvetlerin düşmana karşı kesin bir zafer kazandıkları haberi ulaştı. Bu durum, orduda büyük bir sevinç yarattı. Avrupa orduları, az sayıdaki müdafaa askerleri tarafından kesin bir yenilgiye uğratılarak imha edilmişti. Böylece yola çıkan merkez ordusu da Edirne’de kaldı.

Bu sefer sonrasında Zapolya’nın elinde bulunan Macaristan toprakları doğrudan Osmanlı topraklarına ilhak edildi. Hemen peşinden Budin Beylerbeyliği oluşturularak on iki sancağa ayrıldı. Arazi tahriri yapıldı ve Budin Beylerbeyliğine Bağdat Valisi olup aslen Macar olan Süleyman Paşa getirildi. Böylece Macaristan meselesi kesin olarak çözümlendi. Macaristan’ın kuzey ve batı bölümlerinden bir kısım topraklar Avusturya’ya bırakıldı. Erdel bölgesi de ölen Macar Kralı’nın oğlu Sigismund’un hâkimiyetine terk edildi. Asıl Macaristan’da ise yaklaşık bir buçuk asır süren Osmanlı hâkimiyeti dönemi başladı. Böylece cihad ve gaza rûhuyla yeni ülkeler Osmanlı hâkimiyetine sokulduğu gibi, hıristiyan dünyasına karşı da bariz bir üstünlük sağlanmıştı.

Osmanlı için gazâ ve yayılma; devlet, asker ve halk için kaçınılmaz bir hareket, hayat ve denge prensibi idi.2 O günkü şartlarda ordunun İstanbul’dan Tuna boylarına iki-üç ay süren meşakkatli bir yolculuktan sonra varabildiği; askerin yiyecek ve barınma ihtiyaçlarının temininin zorlukları ve en önemlisi de yol şartlarının elverişsizliği hesaba katıldığında, cihad ve gazâ rûhunun Osmanlı’da ne denli güçlü olduğu kolayca anlaşılır.

Gazâdır dîn-i İslâm’ın şiârı;
Gazâdır pâdişahlar iftihârı.

Gazâ ile açılur memleketler;
Gazâdan feth olınur her cihetler.

Gazâ begler, bahâdırlar işidir;
Gazâ ile olur şâhın işidir.

Gazânın ecrine olmaz tenâhî;
Gazâdır şehlere farz-ı ilâhî.

Gazâ ile olur fevz ü ganâyim;
Gazâ ile olur mahv-i cerâyim.3

____________________

1 İ. H. Uzunçarşılı; Osmanlı Tarihi, c. II, s. 329.
2 Halil İNALCIK; Osmanlı Tarihinde Dönemler, s. 64.
3 Celâlzâde Mustafa; Tabakatü’l-Memâlik.