İlâhî Muhabbet ve Mârifetin Şartı HELÂL DAİREDE BİR HAYAT

Sami GÖKSÜN

İnsanoğlunun yaratılış gayesi, yüce Allah -celle celâlühû-’yu kalpte tanıması ve O’na lâyıkıyla kulluk etmesidir. İnsanın aklını vahiyle, düşüncelerini duyguyla yoğurarak melekleri bile kıskandıracak bir hayat sürmesi ancak; yüce Allâh’ın emir ve yasaklarına uymasıyla mümkün olabilir.

Helâller, yüce Allah’ın emirleri; haramlar da, yasakları çerçevesindedir. Yaşarken hayatımızın her safhasında karşımıza çıkan helâller ve haramlara bir ömür boyu dikkat etmemiz gerekir.

İnsan daima ya helâli, ya haramı tercih ederek yaşayacaktır.

Biz Hakk’a itaatkâr isek; yiyecek ve içeceklerimiz, giyim ve kuşamımız, ticarî, beşerî, ailevî münasebetlerimiz; velhâsıl karşımıza çıkan her durumda elbette meşrû ve helâl olanı tercih etmeliyiz.

Helâl ve haram çizgisine dikkat etmemizi bizden Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şu hadîs-i şerifleri ile istemektedir:

“Helâl bellidir. Haram da bellidir. Bu ikisi arasında şüpheli şeyler vardır. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, haysiyetini ve dînini korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere dalarsa; koruluk etrafında koyunlarını otlatan çoban misali, günah olan işlere yaklaşmış demektir. İyi biliniz ki her hükümdarın bir hususî koruluğu vardır, Allah -celle celâlühû-’nun koruluğu da haramlardır.”1

Samimî bir müslüman; Allah Teâlâ ve Peygamberi’nin söylediklerine harfiyyen uyar, emir ve yasaklarını yerine getirirse; asla şüpheye düşmez, gaflet edip gevşeklik göstermez. Müslüman, haramlardan sakındığı gibi şüpheli şeylerden de kaçınır.

Çünkü şüpheli olanları yerken, içerken, alırken, satarken insan bir de bakar ki harama dalıvermiş. Bu sebeple şüphelilerden de uzaklaşmalıyız ki helâle yaklaşalım. Sonra müslüman bilmelidir ki dünyalık bazı geçici zevk ve kârlar için âhiret fedâ edilmez. Bilâkis dünyayı, meşrû ve helâl dairesinde yaşayarak âhiret için ebedî kazançlar elde etme mekânı olarak bilir.

O zaman nedir, helâl ve meşrû yaşayan bir mü’minin vasıfları?

Meşrû dairede yaşayan bir mü’min; her türlü rızkını helâl yollardan kazanır, çok ve verimli çalışır. Herkesin hak ve hukukuna saygı gösterir. Ahlâkî vazifelerinden taviz vermez. Hakkın kabulü konusunda arzulu olur. Maddî-mânevî yardımlaşmayı sever. İyi geçinir ve kendisiyle iyi geçinilir. Sevdiğini Allah için sever. Sevmediğini Allah için sevmez. Zulüm ve haksızlığa hiçbir zaman râzı olmaz. Hayatının her ânında niyet, düşüncesinde söz ve fiillerinde her zaman yüce Allâh’ın rızâsını arar. Yaptığı yanlışı derhâl fark eder ve Allah’tan af diler. Asla Yaradan’dan ümidini kesmez; O’na dayanır, O’na güvenir. Çünkü bilir ki Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’inde;

“Ey îman edenler Allah’tan korkarsanız; O, size iyi ve kötüyü ayırt edecek bir anlayış verir. Günahlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah, büyük lütuf sahibidir.”2 buyuruyor. Bu ayet-i celîle de bize gösteriyor ki; inanç, ibâdet ve beşerî münasebetlerle ilgili her söz ve davranışımızda dikkatli olmak, haram ve şüpheli şeylerden sakınmak ve hayatımızı meşrû ve helâl dairesinde sürdürmek lâzımdır.

Helâl ve meşrû bir yaşantı, hayatımıza huzur verirken; haramlarla devam eden bir yaşantı, hayatımıza iç ve dış huzursuzluğu ve kasvet verir.

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- anlatıyor:

Peygamberimiz bir gün;

“–Şu güzel öğütleri kim öğrenir, hayatında tatbik eder veya hayatında yaşayacak birine öğretir?” buyurdu:

“–Ben yâ Rasûlâllah.” dedim.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- elimi tuttu ve bana şu hususları öğretti:

“1. Allâh’ın en iyi, en çok sevdiği kulu olmak istiyorsan; haramlardan sakın.

2. İnsanların gönlü en zengini, en kanaatkârı olmak istiyorsan; Allâh’ın verdiğine râzı ol.

3. Kâmil bir mü’min olmak istiyorsan; kendin için istediğini, insanlar için de iste.

4. Gülmede ölçülü ol, zira çok gülmek kalbi öldürür.”3

Esas hayat âhiret hayatıdır. O da dünyada yaşarken kazanılır. Helâl ve meşrû dairede yaşayıp haramlardan uzak durmalıyız ve böylece Allah’ın rızâsına ermeliyiz.

İnsanoğlunun dünyada maddî olarak vücudunu beslemesi ve onu ayakta tutması lâzımdır. Ancak vücut sadece et ve kemikten meydan gelmiş gibi gözükse de, esasta o et ve kemikten meydana gelen maddî yapımıza anlam verecek olan bir de mânevî yapı yani ruh lâzımdır.

Her ikisinin de beslenmeye ihtiyacı vardır. Vücudu besleyen maddî gıdalar meşrû ve helâl olursa hem vücut beslenmiş olur, hem de meydana gelen rûhâniyet ve feyizden mâneviyat beslenmiş olur. Dolayısıyla helâl gıdayla beslenen vücutta meydana gelen mânevî sinerji ile de hayattaki diğer alanları olumlu etkilenmiş olur. İnsan, temiz yaratılmış. Temiz kalmalı, temiz yaşamalı ve ömrün sonuna tertemiz ulaşmalıdır. Bu da ancak meşrû ve helâl dairede yaşamakla mümkündür. Haramlar bu saflığı ve temizliği bozarlar. Hak dostlarından İbrahim Desûkî -kuddise sirruh-;

“Ey kardeşlerim! Haramla iştigal ettiğiniz sürece hikmet ve mârifet hakkında bir şey elde edemezsiniz.” buyurmaktadır.

Mevlânâ Hazretleri de haram ve şüpheli şeyler hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Haramlar ve şüpheliler, gelecek olan ilham ve feyzin yolunu tıkarlar.”

Hızır -aleyhisselâm- da şüpheli gıdalar bir tarafa, hiddet ve gafletle pişen yemeği bile yememiştir.

Hulâsa Kur’ân-ı Kerim, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, sahâbe-i kiram ve Hak dostları; meşrû ve helâl nokta üzerine sıkça dikkatleri çekmektedir. Müslüman olarak bizler, dikkatlerimizin çekildiği bu noktaya azamî hassasiyet göstermeliyiz ki hem bu dünyada hem de âhirette huzura kavuşalım.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Muhâcir, Allâh’ın yasakladığı şeylerden uzak duran kimsedir.” (Buhârî, Îmân, 4-5; Müslim, Îmân 64-65) buyuruyor.

Hayatımızın meşrû ve helâl çerçevede olmasını, böylece Allah ve Rasûlü’ne hicret sevâbına nâil olmayı, cümlemiz için Cenâb-ı Allah’tan niyaz ediyorum…

________________

1 Buhârî, Îman, 37.
2 el-Enfâl, 29.
3 Tirmizî, Zühd, 2.