EĞİTİM, AKILLICA ALDANMAK…

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Fatih Sultan Mehmed Han, tahtında.

Etrafında vezirler.

Yıllık bütçe müzâkere ediliyordu.

Çağ kapatıp çağ açan Fatih Han, medreseler için büyük bir meblâğ ayırdı. O kadar ki, maliyeden mes’ul vezirin nefesi tıkandı. Yutkundu. Bir an konuşacak gibi oldu. Fakat sultanın celâdetine bakınca sessizliği tercih etti. Onun bu hâli, basîretli padişahın gözünden kaçmadı. Sordu:

‒Maliyeden mes’ul vezirsiniz. Niçin susarsınız paşa?

‒Devletlüm, müstefîdim.

‒Anlaşılan, medreselere ayrılan rakam, yüksek göründü.

Bu ifade üzerine vezir, cesaretini topladı ve endişesini aktardı:

‒Devlet ve halkın sayısız ihtiyacı vardır hünkârım. Onlara nazaran medreseler için ayırdığınız meblâğ, oldukça fazla.

Sultan Fatih tebessüm etti:

‒Niçin paşa?

‒ Sultanım, yüz kişilik bir medreseye neredeyse İstanbul fethi kadar bütçe gereksiz!

‒ Söyle paşa! Bu yüz kişinin kaçı tam yetişir?

‒ Ancak birkaç kişi sultanım!

‒Şunu bilesin ki paşa; eğitim bütçemiz, yüz kişi değil, sadece o birkaç kişi içindir. İlimde fire çokluğuna bakma, zira yetişen bir kişi, milyonla ahâlîyi irşâda kâfî. Hem bilesin ki, âlimler peygamberlerin vârisleridir.

Eğitim bülbülü coştu.

Kanat açtı. Asırları aşarak bugünlere geldi. Sayfa sayfa şakıdı:

Eğitimde bu basîret, âbideler inşa eden bir maharet.

Gencecik yaşta, asırları dize getiren bir tecrübe.

Eğitim genellemelerinin hangi cihetten yapılacağını gösteren kılavuz bir vâkıa.

Çoğu kimse, bu genellemeyi olumsuz yönüyle ele alır, tıkanık yorumlar ortaya koyar. Meşhur ve kudretli bir fikir adamının mûtenâ bir eserinde şu hükme rastlamıştım:

“Dilencilik yapan bir imamı görünce anladım ki; Türkiye’deki aydınlanma, imamların yapacağı bir iş değildir.”

Kim bilir müellif, belki de kondurmak istemediği için böyle aşırı bir tepki veriyordu. Ancak şahit olduğu bir örneği yanlış açıyla genelleme hatasına düşmüştü. Üç-beş paracı imam da belki onun fikrine destek olmuştu.

Tabiî ki doğru değil.

Çünkü yanlış genellemenin neticesi, sadece tutarsız ve ümitsiz.

Fatih’in bakış açısına göre tamamen tasnif dışı. Çünkü yapılan genelleme, genele bakılmadan ve bütün de tam görülmeden oluşturulmuş. Oysa genelin merkezinde; her vakit, iç çamaşırını bile değiştirerek bambaşka bir ihtimam ile mihraba geçen hocaefendiler de var. Fark edilse, elbette hüküm değişirdi.

Böylesi şuurcu, fakat tıkanık hatalar;

Özel bir doğrudan yola çıkarak yapılan genel bir yanlış. İsabet yönü, sıfıra yakın. Yağmurdan kaçırırken doluya yakalatan bir adım. Hâlbuki özel bir nokta, genel değerlendirmeye tâbî tutulmaz. Çünkü varılan netice, hakikate ters olur. Aynı şekilde genel olan da özelmiş gibi bir değerlendirmeye tâbî tutulmaz. Hakkınca muamele, en doğrusu. Çapraz orantıyı ihmal etmemek şartıyla elbette. Tıpkı Fatih Sultan Mehmed Han’ın yaptığı gibi.

“Eğitim aldanmaktır.” metodu ekseninde.

Bu metot, bildiğimiz mantıkla düz bir aldanmak değil.

Aptal enayiliği hiç değil.

Sadece akıllı aldanması.

Daha doğrusu «akıllıca» aldanmak. Kudretli ve tecrübeli bir şuur ile aldanmak. Eğer «akılsızca» olursa, kötü bir gaflet olur.

Akıllıca aldanmak ne demek?

Aldanmanın akıllıcası nasıl olur?

Maksadı gerçekleştirecek bir aldanma bu. Aslında dıştan aldanma görünen, fakat özü itibarıyla sırf kazançtan ibaret olan bir hamle. Zaten eğitimdeki maksat gerçekleşiyorsa, aldanışların hiçbiri yersiz değil. Fakat gerçekleşmiyorsa, aldanmamaların hiçbiri yerinde değil.

Mesele;

Bilerek aldanmak. Kontrolü elden bırakmadan, ilmi ve iradeyi terk etmeden, basîreti unutmadan, tecrübeyi ihmale uğratmadan aldanmak. Böyle bir aldanış, ciddî bir ilgi îcabıdır. Kalbîdir. Hasbîdir.

Ama bu, istismarcıların malzemesi olacak bir akılsızlığa dönüşmemelidir.

Çünkü;

Akılsızlık, kastettiğimiz mânâda bir aldanmak değildir. O icraat ahmaklığıdır. Hani, birisi iş yaptırma vaadi ile seni çalıştırıp dursa, ne kazanırsın? Hiç! Bu aldanışın kârı ne olur? Yine hiç!

Gafletle aldanmak da böyledir.

Sadece hiçtir ve hattâ çoğu kere büyük zarardır.

Hele şeytana aldanmak, her yönüyle hüsrandan ibarettir. Nefse aldanmak da kezâ. Dünyaya aldanmak da kezâ. Düşmana aldanmak da kezâ.

Özetle;

Eğitimde akıllıca aldanış büyük maharet, gafletle aldanış ise büyük rezalet. İkisini birbirinden net çizgilerle ayırmak gerek. Zira çizgiler net olsa da, eğer ayrıştırılmamışsa, sonunda karmakarışık bir yumak hâline dönebiliyor.

Sebebi belli:

Her türlü tecrübeye ve prensibe rağmen insan, ummadığı bir kimsenin aldatması karşısında bazen şaşırabiliyor. Kısa sürse bile, şaşkınlık hâli; aldanış çizgisini aldanmama çizgisine dönüştürebiliyor. Çünkü ummadık dağa kar yağmış, ya da ummadık taş, baş yarmıştır.

O an akıllıca bile olsa aldanmak, insana çok acı gelir. Ağır bir ıstırap oluşturur. Buna, kolay kolay herkes dayanamaz. Çaplı yürekler dahî feryat eder. Öfkelenir. İçten içe yıpranır.

Eğitimde aldanmak, böylesi anlarda makbul değilmiş görünür. İş, takıntıya kadar gider. Takıntı kökleşirse, eyvah! O zaman neredeyse çözümsüz bir girdap, insanı esir ve tahrip eder.

Çare?

Yine aldanmaya rızâ.

Akıllıca.

Huzur ile kabul hâli. İhmal değil, ikmal edici / tamamlayıcı bir kabul ile.

Çünkü râzı olmayan ikmal edemez, sadece ihmal eder. Çünkü daima yaptıklarının faydasız olduğunu düşünür. Böylece ihmali de, aldanmaya tepki olarak artar da artar ve neticede üstesinden gelemeyeceği dağ gibi veballerin altında kalır. O ihmalkâr; aldanmayacağım diye öyle şeyleri gözden kaçırmıştır ki, önüne hazineler yığılsa göremez.

Dolayısıyla;

Akıllıca aldanış; ihmalkâr öğreticilerin işi değil, ilgisi ve bilgisi yüksek, olgun eğitimcilerin fazîletidir.

Akıllıca aldanış; tembellerin işi değil, fedâkâr ve özverili gayret erbabının hasletidir.

Akıllıca aldanış; sabırsız ve sebatsızların kârı değil, sabırlı ve azimli iradelerin kazancıdır.

Akıllıca aldanış; çapsız ve dengesizlerin harcı değil, engin ve terazi gibi kişiliklerin özelliğidir.

Akıllıca aldanış; akıl şişirmekle uğraşan gösterişçi tiplerin prensibi değil, gönül pişirmekle uğraşan samimî yüreklerin düstûrudur.

Akıllıca aldanış; zâhirî bilgiçlerin ilmi değil, mâneviyat sultanlarının irfanıdır.

İşte;

Aldanmamanın en temel şifresi!

İki dünya gözüyle bakmalı:

Aldanan kim, aldanmayan kim?

Toprak üstünde yaldız yaldız aldanmamış görünüp de toprak altında cızbız cızbız bir aldanmışın figanını yaşayan kimse, ne ifade eder? Ya da tam tersi olanlar, ne anlatır?

Hâsılı;

Akıllıca aldanan üretir, seçkin meyveler elde eder.

Akıllıca aldanmayan ise tüketir ve tükenir, sadece diğerlerinin ibreti olur.

Tıpkı bir ağaçta yaşananlar gibi.

Dikkat edin:

Ağaçtan dökülenler, sağlam yetişenlerin gübresi.

Malûm:

Her dal gövdede, her yaprak dalda dursa iyi, ama bu mümkün değil. Rüzgâr var, fırtına var, balta var. Bunlar karşısında illâ dökülmeler yaşanması normal. Dıştan bakınca, dökülenler, kurtulduğunu, hürriyete kavuştuğunu zanneder. Ancak düşmekle, sadece gübre olmuşlardır. En azından düşmeyenlere ibret gübresi.

Eğitim ağacında yaşananlar da bundan farksız.

Akıllı bahçıvan;

Ağaca; havanın da, suyun da, gübrenin de lâzım olduğunu bilir.

Akıllı bahçıvan;

İnsana can olan; sağlam, şifâlı ve seçkin meyveler yetiştirir.