Osmanlı’nın En Güçlü Yılları KANUNÎ DEVRİ -1- (1520-1566)

YAZAR : Ahmet MERAL ahmetmeral61@gmail.com

Bâş eğdi âb-ı tîğına küffâr-ı Engürüs
Şemşîri gevherini pesend eyledi Freng* (Bâkî)

Kanunî Sultan Süleyman’ın 1520 yılında başlayıp, 1566 yılına kadar süren uzun saltanat dönemi; Osmanlı’nın; askerî, ekonomik ve kültürel açıdan gücünün şâhikasına ulaştığı yıllar olarak kabul edilir. Osmanlı, batıda Macaristan’ı alarak Orta Avrupa hâkimiyetini sağlamlaştırdı. Böylece Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu’na ve Avusturya Devleti’ne karşı mutlak bir üstünlük sağladı. Güçlü bir donanma oluşturulmasının ardından Rodos’un alınması ve Preveze zaferi Akdeniz’i âdeta bir Türk gölüne çevirdi. Bu zirve yıllarında doğuda da Safevîlere karşı Yavuz döneminde başlayan üstünlük, bölgeye düzenlenen üç büyük seferle devam ettirildi.

Osmanlı askerleri; Macaristan ovalarında atlarını mahmuzlayıp, Viyana önlerine kadar hâkimiyetlerini genişletti. Bunun sonucu olarak Osmanlı; bölgede oluşturduğu sosyal, kültürel ve siyasî kurumlarla varlığını kalıcı hâle getirdi.

XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde dünyada «Yeni ve Yakın Çağ»ın en büyük değişimleri birbiri ardınca meydana geldi ve Batı Avrupa toplumlarını köklü bir biçimde etkiledi.

Coğrafî keşifler yoluyla Avrupalılar, yeni dünya Amerika’ya çıkarak sömürge faaliyetlerine başladı. Öte yandan Afrika’nın batısından dolaşılarak yeni Hindistan yolunun bulunması, doğuda yüzyıllarca batılıların iştahını kabartan yeni sömürge alanlarının ortaya çıkmasına yol açtı. Böylece başta İspanyol ve Portekiz olmak üzere Batı Avrupa devletleri; yeni sömürge imparatorlukları kurarak, ekonomik olarak güçlerini katladılar.

Aynı yıllarda bir diğer önemli gelişme de İtalya’da başlayan Rönesans’tı. Pozitif düşünceye bağlı sanat ve kültür dalgası; diğer Avrupa ülkelerine yayılarak, toplumların zevkini değiştirmeye başladı. Bunun yanı sıra meydana gelen Reform hareketleri, Avrupa hıristiyan birliğini parçalayarak birçok yeni Protestan kilisenin oluşumuna yol açtı. Papa’nın otoritesi ve din adamlarının itibarını sarsan bu Reform dalgası, yeni müstakil dînî anlayışların da yaygınlaşmasına yol açtı.

Siyasî olarak Batı Avrupa’da en güçlü devlet, Charles Quint’in (Şarlken) yönettiği Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu’ydu. Sınırları batıda Fransa hariç, İspanya’dan Avusturya’ya kadar uzanmaktaydı. Şarlken’in kardeşi Ferdinand, Avusturya İmparatoru idi. Ferdinand’ın Macar Krallığı’yla da akrabalık bağları vardı.

KANUNÎ’NİN
AVRUPA’YA BAKIŞI

I. Süleyman; babasının âni vefatının ardından kardeş trajedilerine bulaşmadan imparatorluğun başına geçtiğinde, köklü bir siyasî tercih yaptı ve devletin fetih dinamiğini yeniden batıya yöneltti. Böylece Osmanlı Devleti, hıristiyan dünyasıyla hesaplaşmasına, kaldığı yerden devam etti.

Kanunî’nin batı hıristiyan dünyası ile ilişkileri dört temel esasa dayanmaktaydı.1

Birincisi; Osmanlı topraklarının güvenliğini tehdit eden, müslümanların ticaretini baltalayan, hacıların yol güvenliği için tehlike teşkil eden bütün hıristiyan devletlere karşı askerî hareketlerde bulunmak; karşı güçleri imha etmek veya etkisiz hâle getirmek…

İkincisi; Avusturya-Alman Habsburg İmparatorluğu’na karşı kesin bir rekabet politikası izlemek, askerî açıdan düşmana korku salacak gövde gösterisinde bulunmak…

Üçüncüsü; batı bloğunu yarmak amacıyla Fransa ile dostluk münasebetlerinde bulunmak…

Dördüncüsü; hıristiyan dünyasındaki ayrılıkları derinleştirmek amacıyla Protestanlarla ittifak oluşturmak…

MISIR, SURİYE VE ANADOLU’DA ÇIKAN İSYANLARIN BASTIRILMASI

Kanunî’nin ilk uğraştığı meseleler; Mısır, Suriye ve Anadolu’da çıkan ve devleti askerî açıdan zor durumda bırakan iç isyanlar oldu. Babası Yavuz Sultan Selim’in ülke topraklarına kattığı Mısır ve Suriye’de yeni bir Osmanlı düzeni kurma süreci, sancılı birtakım olayların yaşanmasına yol açtı. Nitekim Mısır ve Suriye’de meydana gelen isyanlar; eski Memlûklu Devleti’ni yeniden kurma girişimleriydi ve yeni padişahı, tahtının ilk yıllarında hayli meşgul etti.

Ahmed Paşa; İstanbul’da sadrazamlık beklerken Mısır Valiliği görevine getirilmiş, bu görevi kendisi için tatmin edici ve itibarlı bulmamıştı. Ahmed Paşa; Mısır’da göreve başlamasının ardından, yerli askerî sınıf ve güçlerle işbirliğine girdi ve hükümdarlığını ilân ederek isyan başlattı. Ancak merkeze bağlı güçlerce etkisiz hâle getirilerek Kahire’de idam edildi.

Bir diğer önemli isyan da Canberdi Gazâlî isyanıdır. Memlûklu Devleti’nin Osmanlı bünyesine katılması esnasında Hayır Bey tarafından ikna edilerek Osmanlı safına geçen bu eski Memlûklu beyi de vali olarak görev yaptığı Suriye’de yeni bir devlet kurma gayreti içine düştü. Adına para bastırdı ve bazı askerî girişimlerde bulunduysa da başarılı olamayarak bertaraf edildi.

Sosyal ve dînî muhtevalı isyanlar da bu dönemde devleti meşgul eden bir diğer meseleydi. Safevî etkisindeki Türkmen ve Alevî kesimlerin çıkardığı isyanlar, Safevî etkisinin hâlâ sürmekte olduğunu göstermekteydi. Hacı Bektâş-ı Velî postnişini Kalender Çelebi ve Türkmen dedelerinden Baba Zünnûn’un çıkardığı bu isyanlara, bir kısım halk ve asker kaçakları destek vermekteydi. Orta Anadolu’da çıkan bu isyanlar, alınan askerî tedbirlerle bastırıldı. Olaylara katılanlar sert bir biçimde tenkil edilmişti. Bu ayaklanmaların büyümesinde arazi tahrir memurlarının yaptığı haksızlıkların önemli bir payı vardı. Ayrıca lüzumsuz yere dirlikleri elinden alınan tımarlı sipahilerin bu isyanlara destek vermesi de ayaklanmanın etkili olmasına ve tahribatının fazla olmasına sebep olmuştur.2

BELGRAT’IN FETHİ (1521)

Geleneklere göre yeni padişahın tahta çıkışı haberini Macaristan’a ulaştıran Behram Çavuş’a kötü davranılmış; -bazı kaynaklara göre- Kral Layoş tarafından idam edildiği gibi burun ve kulakları da Kanunî’ye gönderilmişti.3 Bu gelişme Osmanlı’yı batıya sefere sevk eden en önemli sebebi teşkil etti. Esasen Yavuz’un Memlûklularla mücadeleleri sırasında batıda Macarlar, sınırlara tecavüz etmekte ve bu durum Macaristan üzerine bir seferi zorunlu kılmaktaydı. Yavuz’un vefatı muhtemel bir seferi ertelemişti. Kanunî’nin ilk seferi, çok iyi plânlandı ve Belgrat’ın fethini gerçekleştirecek bir çerçevede ustaca yürütüldü. Sırbistan, Fatih döneminde Osmanlı topraklarına katılmış ancak Belgrat Kalesi ele geçirilememişti.

Yeni padişah, batıya gerçekleştireceği on seferden ilkine 18 Mayıs 1521 yılında çıktı. Macaristan’ın anahtarı niteliğinde stratejik konuma sahip olan Belgrat Kalesi’nin alınmasıyla batıya yapılacak seferlerin önü açılacaktı. Kanunî, güçlü ordusunun yiyecek ve barınma ihtiyaçlarını giderecek tedbirleri alarak önce Edirne’ye, arkasından da Filibe ve Sofya üzerinden Niş’e ulaştı. Balkanlarda ciddî bir korku meydana gelmiş, seferin Moldavya üzerine yöneleceği endişesi paniğe yol açmıştı. Oysa sefer, Belgrat Kalesi’ni hedeflemekteydi. Niş’te askerî önlemler ve hazırlıklar gözden geçirildikten sonra Belgrat istikametinde yola devam edildi. Ayrıca Karadeniz üzerinden Tuna’ya bir donanma da yollandı. Böylece Belgrat, karadan ve nehir yoluyla da kuşatma altına alındı.

Macarlar, kaleyi uzun süre savundular. Osmanlıların şiddetli baskılarına ve on iki kez yaptıkları hücumlarına karşı hâlâ direnme eğilimi göstermekteydiler, ancak güçleri gittikçe tükenmekteydi. Ve sonunda Macarlar, dizdarlarının eliyle Belgrat’ın anahtarlarını Kanunî Sultan Süleyman’a teslim etmek zorunda kaldılar. Padişah, teslim olanları çoluk çocuğuyla bağışladı. Böylece Macaristan yolu, Türklere açılmış oldu.

MOHAÇ ZAFERİ (1526)

Belgrat’ın alınmasının ardından Türk akınları; Macaristan, Hırvatistan, Transilvanya ve Dalmaçya kıyılarına yoğunlaştı. Bu akınların çoğu, bölgeyi daha iyi tanımaya yönelik akınlardı. Gazi Hüsrev, Sinan ve Malkoçoğlu Bâli Beylerin akınları Mohaç zaferine kadar devam etti.

Yeterli hazırlıklar yapıldıktan sonra Macaristan’ın fethi için; Vezir-i Âzam İbrahim Paşa komutasında, bölgeye askerî birlikler sevk edildi. Ardından bizzat Padişah, yüz bin kişilik bir orduyla yola çıktı. Bölgedeki diğer birliklerin Belgrat’ta orduya katılmasıyla Osmanlı ordusu oldukça ihtişamlı görünüyordu ve savaşa hazırdı.

Vezir-i Âzam İbrahim Paşa, Macaristan’da Tuna Nehri üzerinde bulunan askerî açıdan çok stratejik bir konumda olan Petervaradin Kalesi’ni karadan ve nehirden sıkıştırarak ele geçirdi. Bosna beyleri ve diğer komutanlar ise Orta Tuna boyunda İyluk ve Ösek dâhil, birçok kaleyi ele geçirerek asıl ordunun yol güzergâhındaki riskleri ortadan kaldırdı.

Osmanlıların bu askerî faaliyetlerinden haberdar olan Macar Kralı II. Layoş; bir yandan askerî müdafaa tedbirlerini artırarak harbe hazırlanırken, diğer yandan da Avrupa’nın diğer devletlerinden yardım istedi. Macar askerleri, Osmanlı ordusunun Drava Nehri üzerine kurulan köprülerle asker sevk etmesini engellemek için direnmişlerse de başarılı olamadılar.

Artık Osmanlı ordusunun hedefi, Macar ordusunun toplandığı Mohaç ovasıydı ve hedef Macar başkenti Budin’i ele geçirmekti. Kanunî 29 Ağustos 1526’da cenk elbisesini giymiş, ak bir ata binerek üç yüz bin kişiden oluşan muhteşem ordunun muhteşem komutanı olarak harp vaziyetini almıştı.

Tarihin en kanlı savaşlarından biri olan Mohaç’ta Osmanlı güçleri Macarları merkeze çekerek iki saat gibi kısa bir sürede imha etmeyi başarmıştı. Ölenler arasında genç Macar Kralı II. Layoş da bulunuyordu.

______________________

* Macar kâfirleri, kılıcının suyuna baş eğdiler. Frenkler (Avrupalılar) ise kılıcının cevherini takdir ettiler, (tadıp beğendiler, önünde onlar da baş eğdiler.)
1 Dr. Nisar Ahmed, İst. Ed. Fak. Yay., (doktora tezi) Ed. Fak. Basımevi, s. 2.
2 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. 2, s. 345.
3 Dr. Muhittin KAPANŞAHİN, Kanunî’nin Avrupa Fetih Politikası, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (doktora tezi) s. 51.