Bütün Zamanını İlme Harcayan Bir Âlim KEMALPAŞAZÂDE

YAZAR : Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com

Yıl 1492 idi… Asya’da huzuru sağlayan Sultan II. Bâyezid, bakışlarını Avrupa’ya çevirmişti. Ağır silâhlarla donatılan bir Osmanlı ordusu, Arnavutluk sefer-i hümâyununa çıkmıştı. Filibe’ye gelindiğinde, ordu kumandanı Çandarlı Halil Paşa’nın oğlu vezir İbrahim Paşa, dîvânı toplantıya çağırdı.

Dîvanda ileri gelen paşalar ve beyler -protokole göre- kendilerine ayrılan yerlere oturmuşlardı. O sırada içeriye mütevâzı biri girdi. Herkes ayağa kalkmış, bu zâta yer gösterip buyur etmişti. Fakat derviş kılıklı adam, huzurunda bulunan paşalara ve beylere hiç ehemmiyet vermeden, bilhassa cesaret ve kahramanlığı ile Osmanlı ordusunda büyük şöhreti olan Evrenosoğlu Ali Bey’in üst tarafına geçip oturdu. Bu durum, genç sipahi İbn-i Kemal’i hayrete düşürmüştü. Sonradan öğrendiğine göre bu şahıs, Filibe Müderrisi Molla Lütfi (Tokādî) idi…

İbn-i Kemal, ulemânın ümerâdan daha çok itibar gördüğüne bizzat şahit olmuştu. Bir müderrisin; Evrenosoğlu’nun bile üzerinde üstün bir mevkie yerleşmesi, düşüncesini temelden değiştirmişti:

“Ne kadar çalışırsam çalışayım, askerî alanda bir Evrenosoğlu olamam; ama ilmiye sınıfında çalışırsam, belki ikinci bir Molla Lütfi olabilirim.” dedi.

Kararını vermişti; askerlik mesleğinden ayrılıp, ilmiye sınıfına geçecek, ilim adamı olacaktı. Sefer dönüşü, ordu Edirne’ye ulaşır ulaşmaz askerlikten ayrıldı. Kaderin garip bir tecellîsi, aynı tarihte Molla Lütfi de Edirne «Dârü’l-hadîs»ine tayin edilmişti. Edirne’de Molla Lütfi’nin rahle-i tedrîsinde ilim tahsiline başlayan yirmi üç yaşındaki genç sipahinin hayat akışı şimdi yeni bir istikamet kazanmıştı.

30 BİN AKÇE İHSANLA TARİH YAZMAK!

İbn-i Kemal’in asıl adı Şemseddin Ahmed idi, 1469 yılında Tokat’ta doğmuştu.1 Baba tarafından asker bir aileye mensuptu. Dedesi, Fatih devri kumandanlarından Kemal Paşa; babası, Amasya beyleriyle birlikte İstanbul’un fethine iştirak eden Süleyman Çelebi’ydi. Amasya sancakbeyi Şehzade Bâyezîd’in (Sultan II. Bâyezid) maiyetinde bulunmuş, sonradan Tokat sancakbeyi tayin olunmuştu. Şemseddin de, babası ve dedesini örnek alarak, askerlik mesleğini seçmişti.

***

İbn-i Kemal’in, 1495 yılına kadar üç yıl intisap ettiği ve feyiz aldığı hocası Molla Lütfi olmuştu.2 Sonradan ders aldığı hocaları içinde en bilineni, baba dostu ve kendisini himaye ederek Sultan II. Bâyezîd’in tanımasını sağlayan, Amasyalı âlim Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi’ydi. İbn-i Kemal, on yıl süren hummalı bir çalışma sonunda tahsilini tamamlayarak icâzet aldı. O sırada Anadolu Kazaskerliği görevini yürüten hocası Müeyyedzâde’nin desteğiyle Edirne’deki Taşlık Medresesi müderrisliğine tayin edildi.

İbn-i Kemal, kısa süre sonra 30.000 akçe (bugünkü para ile 300.000 TL) ihsan edilerek Türkçe bir Osmanlı tarihi yazmakla görevlendirildi.3 Telifatı sırasında Üsküp İshak Paşa, Edirne Halebiye ve Üç Şerefeli medreselerinde müderrislik yaptı.

ÇOK YÖNLÜ BİR İLİM ADAMI!

İbn-i Kemal, Yavuz Sultan Selim’in tahta geçişinden üç yıl sonra 1515’te Edirne kadısı, 1516’da Anadolu Kazaskeri tayin edildi. Şeyhülislâmlık makamına getirilmesi ise Kanunî’nin tahta geçişinin altıncı yılında (1526), ünlü şeyhülislâm Zembilli Ali Efendi’nin âhirete irtihalinden sonra gerçekleşecekti.

XVI. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı’nın ilim ve kültür sahasındaki en büyük temsilcilerinden biri olarak kabul edilen İbn-i Kemal; başta hadis, tefsir, fıkıh gibi dînî ilimler olmak üzere tarih, edebiyat, felsefe ve tıp gibi birbirinden çok farklı alanlarda eserler telif etmiş, çok yönlü bir ilim adamımızdır.

Anadolu Kazaskeri unvânıyla katıldığı Mısır Seferi sırasında Yavuz Sultan Selim’den büyük itibar görmüş, Beylerbeyi Hayır Bey’in yardımcısı sıfatıyla Mısır tahririnde görev almıştı. Sert mizaçlı, haşin bir padişah olan Sultan Selim’le senli benli denebilecek kadar samimî olması, ancak ilmî seviyesinin yüksekliği ile açıklanabilir.

YOKSA SÖYLEDİKLERİN ŞAKA MIYDI?

Mısır Seferi’nin üzerinden aylar geçmişti… Asker, İstanbul’a dönmeyi arzu ediyor; fakat vezirler de dâhil, padişaha böyle bir isteği söyleme cesaretini kimse kendinde bulamıyordu. Vezirler ve paşalar, Sultan’la aralarındaki samimiyete dayanarak, durumu padişaha söyleme işini İbn-i Kemal’den rica etmiş; o da kabul etmek mecburiyetinde kalmıştı.

Padişah, bir gün İbn-i Kemal’e sordu:

“–Efendi! Ordunun ahvâlini teftiş ediyor musunuz, askerimiz ne hâldedir?”

İbn-i Kemal münasip zamanın geldiği düşüncesiyle;

“–Hünkârım, dün gece ordu içinde geziyordum. Bir çadırda, yeniçeri neferlerinden biri elindeki sazı ile hemâhenk olarak şu türküyü okuyordu.” diyerek, şu kıtayı okudu:

Nemiz kaldı bizim mülk ü Arab’da,
Nice bir dururuz Şam ü Halep’te,
Cihan halkı kamu ayş ü tarabda,
Gel ahî gidelim, Rum ellerine…

Yavuz Sultan Selim, bu sözlerden rahatsız olmasına rağmen, İbni Kemal’e olan muhabbeti sebebiyle tepki göstermemiş; kendisine, paşalara ordunun dönüş hazırlıklarına başlamalarını söylemesini emretmişti.

Ordu-yu hümâyun birkaç gün içinde Mısır’dan ayrılarak Şam’a doğru harekete geçti.

İbn-i Kemal, padişahla atbaşı gidiyor, zaman zaman sohbet ediyorlardı. Hünkâr, bir ara söyle sordu:

“–Tokatlı Molla Lütfi sizin hocanız imiş… İlmi, irfanı ve fazîleti bilinirken katline sebep ne oldu?”

“–Hased-i akran belâsına uğradı! Tam bir âlim, kâmil, sâlih ve dindar biri iken düşmanları haset ederek katline sebep oldular.”

Sultan, kısa bir sessizliğin ardından;

“–Molla Lütfi, ilmi ve vakarının yanında şaka yapmayı çok seven biri imiş… Bazen öyle şakalar yaparmış ki işitenler gerçek zannederlermiş… Siz de üstâdınız gibi öyle şakalar yapmaz mısınız ki, gerçek zannedilsin?” diye sordu.

İbn-i Kemal’in rengi kül gibi oldu. Padişah, geçen gün anlattığı olayın gerçek olmadığını anlamıştı, inkâr faydasızdı;

“–Biz geçen gün, sıramızı savdık hünkârım!” dedi.

“–Yoksa yeniçerinin ağzından söylenen kıta da öyle bir şaka mıydı?”

“–Belî sultanım, padişahımızın buyurdukları gibidir…”

İbn-i Kemal başına gelecekleri beklerken, Sultan Selim tebessüm etti ve kendisine büyük ihsanlarda bulundu.

YONTULMADIK TAŞ DİKELER!

Vasiyetinde; cesedini hiç ölü yıkamamış sâlih birinin yıkamasını, Fatih Camii dışında başka bir camide salâ verilmemesini, yıkanırken açıktan zikir yapılmamasını, yol üzerinde yüksekçe bir yere defnedilmesini, ancak kabrinin üzerinin yüksek tutulmamasını, alâmet için kabrine işlenmemiş (yontulmamış) taşlar dikilmesini, Kur’ân’ın hafife alınmış olacağı düşüncesiyle defnolunduğunda üzerinde cüz okunmamasını, kurban kesilmeyip fakirlere akçe paylaştırılmasını isteyen İbn-i Kemal; hayatında olduğu gibi, cenazesinde de alçakgönüllülüğü tercih etmiş, örnek bir ilim adamıydı.

16 Nisan 1534 yılında şeyhülislâmlığı sırasında, 65 yaşında dünyaya vedâ eden Kemalpaşazâde’nin kabri; Edirnekapı dışında, Haliç Köprüsü’ne giden otobanın sağında, Mahmud Çelebi zâviyesi içerisindedir.

________________________

1 Şemseddin Ahmed, dedesi Kemal Paşa’ya izâfeten İbn-i Kemal ya da Kemalpaşazâde diye bilinir.

2 Molla Lütfi bu tarihte idam edildi. Hemen bütün kaynaklar, idamını hasımlarının kıskançlık ve düşmanlığına bağlamaktadır. Dönemin ileri gelenlerine ve ulemâya karşı davranışlarına yansıyan kırıcı kişiliği kendisine olan düşmanlıkları artırmıştır.

3 Sultan II. Bâyezid, İdrîs-i Bitlisî’ye Farsça bir Osmanlı tarihi yazma görevi verirken, Kemalpaşazâde’den de herkesin anlayabileceği Türkçe bir tarih yazmasını istemiş ve kendisine otuz bin akçe ihsan etmiştir. Her padişah dönemi için ayrı bir cilt kaleme alan Kemalpaşazâde, 1510 olaylarına kadar getirdiği sekiz ciltlik tarihini Sultan’a sunmuştur. Yıllar sonra Kanunî’nin emriyle eserini kaldığı yerden devam ettirerek Mohaç Seferi sonuna kadar (1527) getirmiştir. Böylece Tevârîh-i Âl-i Osman, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 1527 yılına kadar gelen on ciltlik büyük bir eser niteliği kazanmıştır.