MEŞÂYİHİN HÂLİNE KARIŞILMAZ!

YAZAR : Handenur YÜKSEL

Halvetî meşâyihinin büyüklerinden olan Pîr Nûreddin Cerrâhî, 1778 yılında Cerrahpaşa’da doğdu. Dönemin tanınmış hattatlarından olan Yusuf Efendi’den hat; ünlü şair Nâbî’den şiir ve edebiyat, Şeyhülislâm Yenişehirli Abdullah Efendi’den şer‘î ilimler tahsil etti. 19-20 yaşlarında Kahire’ye başkadı olarak tayin edilen Cerrâhî, bu görevinden -daha başlamadan- istifa ederek, Halvetî şeyhi Köstendilli Ali Alâeddin Efendi’ye intisâb etti.

Cerrâhî, kısa sürede icâzet aldıktan sonra, henüz 26 yaşında iken Fatih Karagümrük’te kendi adıyla bilinen dergâha postnişin oldu. 1721 yılında, 43 gibi pek genç bir yaşta sırlanan büyük velî, tekkesinin içindeki türbede medfundur.

***

Pîr Nûreddin Cerrâhî, 1718 yılı Kurban Bayramı arefesinde ikindi öncesi, halîfeleri Süleyman Veliyyüddin ve Mehmed Hüsameddin’le birlikte Edirnekapı Topçular yolundaki Sakız Ağacı mezarlığına giderek, orada medfun Halvetî büyüklerinden Filibeli Muslihiddîn-i Nûri Efendi’nin kabrini ziyaret etti. Pîr, kabrin başucunda Mülk Sûresi’ni okuyup, şeyhin rûhuna bağışladı. Mezarlıktaki namazgâhta ikindi namazlarını edâ etmelerinin ardından, bir tayy-i mekân kerâmeti hâsıl oldu. Kendilerini bir anda Arafat’ta, hacıların arasında görüp, tekbir ve telbiyeye başladılar. Bu hâl, bir süre aynı minval üzere devam etti.

Nûreddin Cerrâhî, dergâha döndüklerinde, bu ziyaretin ve vakfenin her yıl tekrarlanmasını, hiç terk edilmemesini tembihledi. Ertesi yıl Pîr, bütün dervişleriyle birlikte aynı yere yeniden gittiler. Ancak bu hâlden rahatsızlık duyan biri, arefeden birkaç gün önce şeyhülislâmın huzuruna çıkarak;

“–Nûreddin Cerrâhî, Sakızağacı kabristanında vakfeye duruyor, halkı da bu işe teşvik ediyor. Bir müfettiş gönderip engel olunuz!” tarzında şikâyette bulundu.

Şeyhülislâm, vaziyeti tespit için bir müfettiş göndermişti. Dânişmend, büyük bir kalabalığın ikindi namazı kıldığını görerek, «vakfeye engel olma» işini namaz bitiminde vakfe esnasında yapmayı düşünüyordu. Fakat Pîr Cerrâhî, namaz bitimi onu yanına çağırıp eliyle gözlerini mesh etti. Birden müfettiş de, kabristandaki kalabalıkla birlikte Arafat’ı müşâhede edip, oradaki hacılara katıldı. «Lebbeyk Allâhümme Lebbeyk!..» sadaları bütün kabristanı inletmeye başladı.

Pîr, bu tayy-i mekân hâdisesinin ardından, dânişmende dönerek şöyle dedi:

“–Bu sırrı şeyhülislâma anlat, benden de selâm söyle.”

Meşîhata dönen müfettiş, olup biteni şeyhülislâma anlatırken, şikâyetçi kişi de çağrılmış, olayı o da dinlemişti. Şeyhülislâm, konuşmanın sonunda şikâyetçiye dönerek;

“–Meşâyihin hâline karışılmaz!” dedi ve kendisini gönderdi.

***

Bu vakfeye durma âdeti, dergâhların kapatıldığı 1925 yılına kadar icrâ edilmiştir.

TÜCCAR DEĞİL, ASKERİM!

Osmanlı Devleti’nin XVII. asırdaki ünlü sadrazamı Fâzıl Ahmed Paşa, 1635 yılında Vezirköprü’de doğdu. Henüz yedi yaşında iken medrese eğitimine başladı. Kısa zamanda büyük ilerleme göstererek, on altı yaşında müderris oldu. 22 yaşında «Sahn-ı Semân» müderrisleri arasına katıldı. Fakat bir-iki yılın ardından mülkiye sınıfına geçerek, vezirlik rütbesiyle Erzurum valiliğine atanan Ahmed Paşa, sonraki yıl Şam’a gönderildi.

Oradaki başarılı hizmetleri neticesi Halep Beylerbeyi tayin edildi. 26 yaşında Devlet-i Aliyye’de sadrazamlık makamına getirilen Fâzıl Ahmed Paşa, Avusturya’dan batılıların «zapt edilemez» kabul ettikleri Uyvar Kalesi’ni aldı, Kandiye’yi de alarak Girit’in fethini tamamladı. Osmanlı Devleti’ne yepyeni bir güç kazandırdı. 3 Kasım 1676’da Çorlu’da, henüz genç denilebilecek bir yaşta (41) vefat ederek hayata vedâ etti.

***

Fâzıl Ahmed Paşa, Girit’in son direniş noktası olan Kandiye’ye var gücüyle yükleniyordu. Kandiye yalnız Venedik için değil, hıristiyan dünyası ve müslüman âleminin tamamı için ciddî bir iddia hâline gelmişti. Venedikliler; hıristiyan âleminin şeref ve itibarı için Kandiye’den vazgeçilmesini, bu sonuç için Osmanlı’ya her türlü savaş tazminatını ve haracı ödeyeceklerini bildirmişlerdi. Sadrazam ise, kale kumandanına gönderdiği mektupta; bu fethin İslâm âlemi için de şeref meselesi olduğunu, Kandiye’den asla vazgeçmeyeceğini belirtmiş ve sözünü şöyle tamamlamıştı:

“Ben bezirgân (tüccar) değil, askerim! Allâh’a şükür ki, kâfî miktarda paramız ve her türlü mühimmâtımız mevcuttur. Şunu iyi bilin ki Kandiye’yi hiçbir fiyata değişmem!”

Nihayet Kandiye, sekiz gün süren zorlu müzâkerelerin sonunda bütün silâhları ve mühimmâtıyla Türk ordusuna teslim edilmek şartıyla sulh anlaşması imzalandı. Paşa; fetih geleneği gereği, surlarda ezanlar okuttu. Şehrin en büyük kilisesi camiye tahvil edildi, burada Cuma namazı kılındı, hutbe kıraat edildi. Böylece Girit, bir Osmanlı adası hâline geldi.

İNTİSÂB ETMEK İSTİYORUM!

Hamâmîzâde İsmail Dede, 1777’de İstanbul’da doğdu. Sesinin güzelliğini keşfeden hocası; hem mûsıkî eğitimine, hem de geleceğine özen göstererek, onu «Başmuhasebe Kalemi»ne aldırdı.

İsmail Efendi; yedi yıl hem kaleme, hem de Yenikapı Mevlevîhânesi’ne devam etti. Dergâhtaki çilesini tamamlayarak «Dede» unvânını kazanan İsmail Efendi, Bir müddet sonra «Musâhib-i Şehriyârî» unvânıyla saraya «Sermüezzin» tayin edildi.

Birçok Mevlevî âyini besteleyen İsmail Dede; Sultan Abdülmecid döneminde, hacca gitmek için izin istedi. 29 Kasım 1846 günü, hac görevini tamamladıktan sonra Mina’da vefat eden Dede’nin cenazesi, Sevgili Peygamberimiz’in aziz eşi Hazret-i Hatice’nin ayak ucuna defnedildi.

***

İsmail Dede, yirmi yaşına geldiğinde Ali Nutkî Dede’nin huzuruna çıkarak;

“–Bendeniz bugünden itibaren kalemi terk edip, kabul buyurursanız size intisâb ederek, tamamen bu tarîk-i âlîye girmek istiyorum.” dedi.

Dede şu cevabı verdi:

“–Oğlum kabul ediyorum, ama şunu bilesin ki burası dergâhtır, çilekeşlik kolay değildir. Sonradan vazgeçeceksen boşuna bu işe girme!”

İsmail Dede; hizmetin her türlüsünde sabır göstereceğine, bu yolda kusur etmemeye çalışacağına söz verip Mevlânâ mutfağının hizmetine talip oldu.

ARAMIZA POLİSİ SOKUYORLAR!

Gazeteci, düşünce ve aksiyon adamı Osman Yüksel SERGENGEÇTİ, 1917’de Antalya’nın Akseki ilçesinde doğdu. Dil, Tarih, Coğrafya Fakültesi felsefe bölümünü bitirdi. 1947-1962 yılları arasında yayınladığı «Serdengeçti» isimli mecmûa; Osman Yüksel Bey’in siyasî iktidarlar tarafından sık sık tutuklanıp derginin kapatılması sonucu sadece 33 sayı çıkabildi.

Dergiyi; İslâm’ı, tarih ve gelenekleri, mukaddesâtı ve dînimizce mukaddes sayılan değerleri müdafaa için çıkardığını söyleyen Osman Yüksel, 1965-69 döneminde TBMM’de Antalya milletvekili olarak görev yaptı.

Partisinin yöneticilerine karşı yaptığı eleştiriler dolayısıyla sonradan partisinden ihraç edilen Serdengeçti, 10 Kasım 1983’te Ankara’da vefat etti. Batılılaşma ve materyalizm düşüncesine karşı bütün gücüyle mücadele eden Osman Yüksel, tek parti zihniyetinin bu paraleldeki uygulamalarına her safhada karşı çıkmıştı.

***

Osman Yüksel Bey, dînî yayınlar neşrettiği suçlamasıyla (!) mahkemeye verilmişti.

Savcı kendisini şöyle itham etti:

“–Muhterem heyet-i hâkime! Bunlar Allah ile kul arasına giriyor, dîni siyasete âlet ediyorlar.”

Serdengeçti şöyle karşılık verdi:

“–Hayır, muhterem hâkimler! Biz Allah ile kul arasına girmiyoruz. Kendileri Allah ile bizim aramıza polisi sokuyorlar.”