DÎNÎ EĞİTİMDE YENİ VE ESKİ

YAZAR : H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com

İnsanoğlunun, mefhumları mânâlandırmasında; o mefhuma zarf olan kelimenin yaptığı hatırlatmaların, telmihlerin, râbıtaların büyük önemi vardır. Eğer bir kelime, zamanın bir noktasında âniden kültür hayatımıza girmişse bu irtibatlardan mahrum olacağı için köksüz kalır. Öyle ki sadece o kelime değil sanki o mefhum da zamanın bir yerinde birden bire başlamış gibi addedilir. Eğitim kelimesi buna iyi bir örnektir.

Eğitim kelimesinin tahsil, talim ve terbiye gibi kelimelerimizin yerine ikame edilmek üzere üretildiği devir, batılılaşma ve modernleşme niyetinin zirveye çıktığı döneme rastlar. İnsanların zihninde de, sanki eğitim-öğretim faaliyetlerinin birden bire o devirde başladığı gibi bir vehme sebep olur. Hâlbuki eğitimin tarihi, insanlık tarihine eştir. Zaten başka türlüsü de düşünülemez, çünkü insan yavrusu, her şeyi öğrenmeye muhtaç bir şekilde dünyaya gözlerini açar. En basit bir bilgi ve beceriyi bile mutlaka öğrenmek zorundadır.

Dahası insanoğlunun hayatta kalabilmesi için toplum hâlinde yaşaması zarurîdir. Toplum hâlinde kalabilmenin şartı da toplumu bir arada tutan mânevî kültürün gelecek nesillere aşılanmasıdır. Bu sebeple ilk medeniyetlerden beri çocuk ve gençlere sadece meslekî becerilerin kazandırılmasıyla yetinilmemiş, mânevî kültürün aktarılmasına büyük önem verilmiştir. Sadece Osmanlı’da veya İslâm medeniyetlerinde değil, antik çağlara dek bütün medeniyetlerde eğitim faaliyetlerinin daima mabedlerin çevresinde teşkilâtlanması yaygın bir gelenektir.

Günümüzde ise «eğitim» kelimesi denilince akla bu müesseseler gelmemektedir. Çünkü kelimenin doğduğu zamandan bu yana eğitim hayatında yaşanan modernleşme, bu kelimenin de modern bir mantıkla yapılan öğretim faaliyetlerini temsil eder hâle gelmesine sebep olmuştur. Hattâ eğitim denilince zihinlerde beliren tasavvur; daima dil, matematik, fen vb. ilimlerin öğretildiği sınıflardır.

Din eğitimi terkibinin ise zihinlerdeki tasavvuru çoğu zaman menfî unsurlarla gölgelidir. Meselâ din eğitiminin hem maksat hem metod bakımından geri ve çağdışı (!) olduğu kanaati yaygınlaştırılmaya çalışılır.

Din eğitimi denilince; küçük pencereli loş medreselerde iki dizi üstünde oturmuş ezbere çalışan, eli değnekli hocası içeri girince ürküp sinen zavallı talebeler akla getirilir.

Din eğitiminin her zaman böyle verilmiş olduğu iddiası bile tarihin bütün devirleri için geçerli değilken; hâlâ din eğitiminin bu şekilde verildiği zannı, habersiz ailelerin çocuklarını din eğitimine yönlendirmesine mânî olmaktadır. Hâlbuki din eğitiminin hem maksat hem de metod olarak gayet modern olması ve zamanın imkânlarından yararlanması mümkündür.

Aslında eğitim faaliyetlerinin aşırı otoriter ve çocuk fıtratını zorlayan nitelikte olmasının sebebi din değil, zamanın eğitim anlayışıdır.

Devletin fert olarak insandan daha önemli sayıldığı devirlerde, eğitimin asıl maksadı; devlet kadrolarına uygun eleman yetiştirmek olmuştur. Böyle devirlerde devlet ideolojisine bağlı vatandaşlar ve devletin istediği nitelikte askerî-sivil memurlar yetiştirmek için aşırı otoriter eğitim metodları kullanılmıştır.

Tarihin birçok döneminde dinden son derece uzak ideolojilere sahip ülkelerde de böyle fıtratı zorlayan talim-terbiye programlarının uygulandığı bilinmektedir. Hattâ günümüzde; Çin gibi devletlerde de ferdin temel hakları, devletin otoritesinin gölgesindedir. Sadece Çin’de değil birçok ülkede eğitim anlayışında değişim görülse ve modern insanî-ferdiyetçi anlayışa yer verilse de hâlâ eğitimin temel maksadı tam mânâsıyla; «ferdin sahip olduğu istîdâdı geliştirmesi, hayat gayesine ulaşması, bunun için ihtiyaç duyacağı becerilerle donanması ve gerekli kültürü edinmesi…» değildir. Birçok ülke, ya devletin ya da piyasaların istediği formasyonda iş gücü yetiştirmekle ilgilenmektedir. Bu mantık; istediği kadar modern binalarda veriliyor olsun, maksadı ve felsefesi itibarıyla «modern» değildir.

Sanılanın aksine dînî eğitim; temel eğitim felsefesi itibarıyla modern zannedilen, ama piyasaların istediği elemanı yetiştirmeyi hedeflemekten öte bir kültür kazandırmayan eğitimden çok daha moderndir, ileridir. Bilhassa uygun bir metotla ve zengin bir kültür atmosferi içinde; yani kuru ezberle değil, tefekkür ve irfanla bezeli bir dînî ilim; çocuk ve gençlerimizi, kendini inşa etmekte daha başarılı birer fert hâline getirir. Çünkü dînî kültürün insana bakışı, onu sadece işgücü olarak değil, Allâh’ın yarattığı bir varlık, hitap ettiği bir kul ve yeryüzünde imkân sahibi kılıp imtihan ettiği bir halîfe olarak görme temelindedir. Bu bakış ise insanın kendini inşa etmesinde en lüzumlu bir ihtiyaç olan «kendi değerinin ve sorumluluğunun farkında olma» unsurunu içinde barındırır.

Kur’ân ve Sünnet çizgisinde ihyâ edilecek bir dînî eğitim; maksadıyla olduğu kadar metoduyla da son derece modern, yani ilme ve âlemşümul değerlere uygundur. Çünkü dînî eğitimin en önemli metodu olan dînî metinler, modern pedagoji ilminin tavsiye ettiği unsurlarla örülüdür.

Modern pedagoji; «çocuk ve gençlerin, mücerred mefhumları ve tarifleri doğrudan algılayamayacağını» söyler. Bu mefhumları, hayal gücüne resimler çizen tasvirler eşliğinde ve hikâyeler içindeki şahıslarla müşahhas hâle getirmeyi tavsiye eder. Kur’ân ve hadislerde geçen kıssalar tam da bu metoda uygun eğitim malzemeleridir. Bu kıssalar; her yaştan, her anlayıştan insana farklı derinliklerde bilgiler verir.

Allâh’ın nâ-mütenâhî ve akıllara sığmayan Zâtı üzerinde düşünmek muhal iken, bu kıssalar sayesinde O’nun kullarıyla münasebetlerine örnekler verilir ve böylece yüce sıfatları müşahhas hâle getirilir. Hem bu kıssalar, peygamberlerin şahsında güzel davranış örneklerini hikâyelerle ortaya koyar ve bin bir ibretle örülüdür.

Ayrıca Kur’ân ve hadisler, eğitim biliminin tavsiye ettiği başka birçok metodu da kullanır. Meselâ; önemli hususları tekrar etmek, maddeler hâline getirip sıralamak, bazen özetleyerek hatırlatmak, bazı bölümlerde örneklerle tafsilâta girmek gibi birçok eğitim ilmine uygun metodu; Kur’ân ve hadislerde görüyoruz.

Yani dînî eğitim, asla zamana uygun olmayan bir eğitim değil; aksine her zamanda geçerli olan eğitim metodlarına gayet uygun bir eğitimdir. Hem bilhassa zamanımızda dînî eğitimin önemi kat kat artmıştır. Çünkü günümüz insanının hayatta karşılaşacağı zorluklar; eski zamanlardaki insanlar gibi çevreden gelen zorluklar değil, bizzat kendi nefsinden gelen zayıflıklardır.

Bugün insanların çoğu kuraklık sebebiyle açlık çekmiyor; kendi nefsine hâkim olamayıp yaptığı harcamalar sebebiyle borç yükü altına giriyor.

Yahut salgın hastalıklara tutulmuyor; iradesizliği sebebiyle zararlı gıdalar yediğinden hastalanıyor.

Çoğu insan hanımını doğumda veya kocasını savaşta kaybetmiyor; kendi huysuzluğu sebebiyle yuvasını yıkıyor.

Bunun örneklerini çoğaltmak mümkün. Kısacası günümüz insanı, kendi nefsinden çekiyor. Elinde nefsini terbiye etmek için; gaye, prensip ve metot bulunmadığı için nefsinin eline esir düşüyor.

Modern denilen eğitim ise; çocuklara hayatta hiç lâzım olmayacak bilgileri yüklüyor, ama en lüzumlu bilgiyi vermiyor. Çocuklar dünyanın ve atmosferin katmanlarını biliyor ama kendi nefsinin katmanlarını bilmiyor. Üçgenin açılarını biliyor ama kabir dörtgenine girince kendisine faydalı olacak bilgilerden habersiz…

Bugün bütün dünya; modern adı altında verilen ama hiç de modern, yani eğitim ilminin verilerine uygun ve ferdin kendini inşasına faydalı olmayan eğitim sisteminin, sonuçları üzerinde konuşuyor.

Böyle bir zamanda bizlerin, dînî eğitimi; zihinlerdeki menfî tasavvurlardan uzak bir şekilde yapılandırmamız ve bunu insanımıza tanıtmamız en büyük hizmet oluyor. Allah; bu hizmete emeği geçen herkese mükâfatlarını kat kat versin ve hepimize bu eğitim hizmetlerine destek olmayı nasip etsin.