BİR ÖĞRETMEN TANIYORUM

YAZAR : Hakkı ŞENER hakki_0111@hotmail.com

Bütün sermayesini paylaşmayı düstur edinmiş; herkese dağıtıyor, dağıttıkça çoğalıyor… Elinde bir mum yakmış, herkes mumunu ondan tutuşturuyor. Bulunduğu mekânda karanlıktan eser yok… Dağıtmakla bitiremediği sermayesi, gönlünde volkan gibi kaynayan sevgisi, bulunduğu mekânı aydınlatan da engin bilgisi ve örnek davranışı…

Onu yıllar önce tanıdım…

Yüzünden hiç eksik etmediği tebessümüyle okulun bahçe kapısından girer girmez bütün öğrencileri âdeta onun gelmesini beklermişçesine etrafında toplanır, ona selâm vermek ya da bir şey sormak, en azından yakınında bulunmak için birbirleriyle yarış ederlerdi. Onların bu hâli, kış gününde meydana yakılan bir ateşten daha fazla istifade edebilmek için çabalayan insanların hâlini andırırdı. Herkes en yakında olmaya gayret ederdi.

Derse girerken, dersten çıkarken, okul bahçesinde nöbetçi olduğunda ya da koridorlarda tek başına yürüdüğünü göremezdiniz. Kendisi istese de öğrencileri onu yalnız bırakmazlardı. O da hiç bıkmadan yorulmadan bir şeyler anlatmaya, bildiklerini öğrencileriyle paylaşmaya çalışırdı.

O’nun girdiği derste, sınıfta çıt çıkmazdı. Hiç kızmaz, sert davranmaz, kimseyi azarlamazdı. Öğrencileri, onun anlattıklarını dinlemekten haylazlığa vakit bulamazlardı.

Dersine girdiği bütün öğrencilerin en yüksek notu, o dersten olurdu. Bol not verdiğinden değil, öğrencileri o dersi sevdiklerinden daha bir gayretli olurlardı da ondan… Öğrencileri, onun etrafına not kaygısıyla toplanmazlardı. Hiç dersine girmediği öğrenciler bile onu görünce selâm verir, yanından ayrılmak istemezlerdi.

Onun hep yanında olmak isteyen öğrencilerinden biri de bendim. Doyumsuz sohbetinden hep istifade etmeye çalışır, neredeyse bütün derslere onun gelmesini arzu ederdim. Ne var ki, sık muhabbet tez ayrılık getirir dedikleri gibi bu güzellikler uzun sürmedi ve öğretmenimiz başka bir okula tayin edildi. Hayat devam ediyor, okul da devam ediyordu ama onun yokluğuna alışmak hiç de kolay olmuyordu.

Bir gün iki arkadaşımla ziyaretine gittik. Bizi sevgiyle kucakladı hasret giderdik. Kendi çocuklarını görmüş gibiydi. Biz onun yokluğuna alışamamıştık ama o, çoktan yeni çocuklarıyla kaynaşıvermişti. Bizim de hayli yeni kardeşlerimiz olmuştu. O bir mânevî babaydı. Bütün vatan çocukları O’nun çocuklarıydı. Öğrencilerini kendi öz evlâdı gibi severdi çünkü.

Şu yazdıklarımı okuyanlar belki hayal diyecekler ama bu bir hayal değil gerçek; o, benim tarih öğretmenimdi. Tarihi bize o sevdirdi. O gezdirdi bizi tarihin ibret dolu sahnelerinde. O, ders anlatırken ben sanki o günleri yaşardım. Malazgirt’ten kılıç şakırtılarını duyar; gemileri tepelerden aşırıp Haliç’e indirir, Ulubatlı Hasan’la burçlara bayrak dikerdim. Mısır Seferi’ne çıkan orduda bir nefer olmayı düşlerdim. Viyana önlerinde hüznü yaşar, Çanakkale’de sabrımı ve azmimi sınar, Büyük Taarruz’da İzmir’e kadar koşmayı hayal ederdim…

Vatan-millet sevgisini ondan öğrendim. Vatan-millet için şiir yazmayı da… Bana şiiri sevdiren odur. Şimdi yazabildiğim en güzel şiirlerimi ona ithaf ediyorum.

Biliyorum o; hâlâ bitmeyen sevgisi, yenilmeyen azmi ile yeni çocuklarına yol göstermeye, onlara ışık olmaya devam ediyor. Onun şahsında bütün öğretmenlerimi saygı ile anıyor, Allah sayılarını artırsın diyorum…