AYDIN ÖĞRETMEN

YAZAR : Sadettin KAPLAN sadettinkaplan@gmail.com

Adı Aydın’dı ama soyadı Öğretmen değildi. Değildi de, herkes ona Aydın Öğretmen diyordu. Okulda, evinde, sokakta… O, herkes için Aydın Öğretmen idi.

Yaşı kırk bile değildi. Fakat ellisinde gösteriyordu. Çileli yıllar, dikenli yollar onu zamanından önce ihtiyarlatmıştı…

İhtiyarlayan sadece bedeniydi. Gönlü ve rûhu hep gençti Aydın Öğretmen’in… O, hiç büyümeyen bir çocuktu. Çocuk yüreğinde herkese, her şeye yer vardı. Onu anlamak ve anlatmak öylesine zor ki…

Sokakta bir kedi yavrusu görse, yüreği burkulur; topallayan bir köpek, onu can evinden yaralardı… Belediye otobüsünde, iyice kırlaşmış saçlarını, bitkin bedenini unutur; rûhunda esen gençlik meltemiyle kanatlanır, bazen kendinden daha genç birine bile yerini verirdi…

Asık yüzlü, dalgın yürüyen birine rastlasa; tanıdık olsun olmasın, hemen ilgilenir, varsa derdine derman olmaya çalışırdı. Bu yüzden yadırgandığı da olurdu…

İşte böyle bir adamdı Aydın Öğretmen… Kır saçları, çehresine çileli bir ömrü nakışlayan çizgileri, mahzun çocuk yüzü, dudaklarında sürekli açan buruk gülümsemesiyle tanınırdı Aydın Öğretmen…

Uzun zamandan beri rahatsızdı. Göğsünün sol yanında kimi zaman dayanılmaz acılar duyar; çok az uyuduğu gecelerin sabahına bu acılarla uğunarak uyanırdı… Kimi zaman alnında tomurcuklanan ter damlacıklarıyla yüzü morarırken, yine de dersini gülümseyerek anlatırdı… Bir gün olsun dersi aksattığı olmamıştı. Gönlünde, hep yarınlara hazırladığı «çocukları» vardı…

O gün de göğsünde ve sırtındaki acı kasılmalarla uyanmış, fakat eşinin tüm uyarılarına rağmen umursamadan okula gelmişti…

Kimse bunun farkında değildi. Çevre konusunda, yardımlaşma ve sevgi konusunda çok güzel şeyler anlattı. Zaten anlattığı her şey çok güzeldi. Onun anlattıklarını anlamamak için aptal olmak bile yetmezdi…

Teneffüs zili çalınca, dudağının kenarına taktığı eğreti bir gülücükle;

“–Çocuklar” dedi. “Önümüzdeki derste size bir konu verip, bunu bir kompozisyonda işlemenizi isteyecektim, ama vazgeçtim… Konuyu şimdiden veriyorum. Teneffüste üzerinde düşünün… En güzel cevabı da çerçeveletip sınıfa asacağım…”

Tam çıkmak üzereyken geri döndü:

“–Soruyu sormayı unuttum. Affedersiniz çocuklar… Soru şu: Öğretmen nedir? Tamam mı? Bu sorunun cevabını çok kısa bir cümle olarak vereceksiniz. En güzel olanı, o arkadaşın vecizesi olarak duvara asacağız… Haydi, kolay gelsin…”

Çocuklar, bu heyecanla öğretmenlerinin dalgınlığını anlayamamışlardı… Teneffüs boyunca düşünüp, en güzel cümleyi bulmaya çalıştılar… Herkes, birbirine göstermemeye çalışarak, öğretmeni en güzel şekilde anlatacağını umdukları cümleleri defterlerine yazdılar…

Bu sırada, öğretmenler odasında önüne konan çayı dalgın gözlerle seyreden Aydın Öğretmen’in durumu hiç de iyi görünmüyordu. Rengi uçuk, dudakları mosmordu. İki de bir yüzünü buruşturuyor, kendisine bakıldığını fark edince de, hemen toparlanıp gülümsemeye çalışıyordu…

Öğretmen arkadaşları, Aydın Öğretmen’in rahatsızlığını elbette anlamışlardı. Hemen çevresini sarıp ilgilendiler.

Hasan Öğretmen;

“–Neyiniz var Aydın Bey?” diye sordu. “Rahatsız gibisiniz…”

Ayla Öğretmen, daha bir telâşla;

“–Yoksa yine göğsünüz mü?” diye atıldı.

Bu ilgi Aydın Öğretmen’i daha çok rahatsız etti…

“–Yok bir şeyciğim arkadaşlar.” diye inledi. “İnanın iyiyim. Lütfen rahat olun…”

Nasıl rahat olabilirlerdi? Öğretmenler odası çok sıcak olmadığı, hattâ soğuk bile sayılabileceği hâlde, Aydın Öğretmen ter içinde kalmıştı… Israrla onu doktora götürmeyi ya da bir doktor alıp gelmeyi teklif ediyorlardı. Fakat o, sürekli karşı çıkıyor, bir şeyi olmadığını söylüyordu. Neyse ki, bir süre sonra Aydın Öğretmen azıcık rahatladı. Yüzünün rengi normale döndü… Derin bir sessizlikten sonra, Hasan Öğretmen yeniden söze başladı:

“–Böyle yapmamalısınız Aydın Bey… Hastalık ihmale gelir mi? Ne var yani? Bakın şimdi biraz daha iyicesiniz. Birlikte gidelim hastahâneye. Güzelce bir muayene olursunuz. Doktora gitmek için mutlaka çok hasta mı olmak gerekir?”

Diğer öğretmen arkadaşları da benzeri cümlelerle onu ikna ettiler.

“–Tamam…” dedi. “Söz veriyorum. Hastahâneye gidip, bir güzel muayene olacağım. Ama bir sonraki teneffüste…”

Ayla Öğretmen;

“–Neden?” diye kızdı. “Neden ağabey? Neden şimdi değil de, önümüzdeki teneffüste? Sürekli bunu erteleyip duruyorsunuz?”

Aydın Öğretmen, utangaç bakışlarını arkadaşlarının ısrarlı bakışlarından kaçırırken;

“–Çocuklara bir konu vermiştim.” dedi. “ Emekleri boşa mı gitsin? Derse giremezsem hevesleri kırılır, öğretmenlerinin sözüne güvenleri sarsılır… Söz veriyorum, teneffüste gideceğim…”

Hasan Öğretmen, diğerlerini yatıştırdı;

“–Tamam…” dedi. “Artık kurtuluşu yok elimden. Önümüzdeki teneffüste kendi arabamla ben götürecek ve baştan ayağa kontrolden geçirteceğim…”

Tam o sırada ders zili de çaldı…

Herkes; Aydın Öğretmen’e geçmiş olsun dileğinde bulunup, mutlaka ders çıkışı doktora gitmesi konusunda uyardıktan sonra kendi sınıflarına gittiler. Onlar da öğretmen idiler ve öğretmenliğin nasıl bir ferâgat mesleği olduğunu elbette biliyor, arkadaşlarını anlıyorlardı…

Aydın Öğretmen sınıfa girer girmez, sevinçle ayağa kalkan çocukların gözlerinde heyecan vardı. Daha o;

“–Hazır mısınız çocuklar?” der demez parmaklar havaya kalktı…

Masasına geçen öğretmen, kalemini çıkarıp önündeki kâğıda bir şeyler yazdı ve onu ters çevirip masanın üzerine bıraktı. Sonra da sırayla çocuklara söz verdi…

O kadar güzel cümleler söylüyorlardı ki, Aydın Öğretmen hastalığına rağmen büyük bir mutluluk duyuyordu…

“–Öğretmen; karanlığı aydınlatan bir mumdur.”

“–Öğretmen; sevgi peteği, ışık çiçeğidir.”

“–Öğretmen; hem anne, hem baba, hem de yarınlara hazırlayan bir rehberdir…”

Ve daha neler-neler… Öğretmen, ancak böyle anlatılabilirdi…

Birden Aydın Öğretmen fenalaştı… Çocuklar farkında değillerdi. Onlar, kendilerini bu cevaplara kaptırmış, acaba kimin cümlesi sınıfın duvarına asılacak diye merak ediyorlardı…

Sadece sınıf başkanı Hande bir şeyler sezer gibi oldu. Ağır ağır masaya yaklaştı… Aydın Öğretmen; masaya abanmış, başını ellerinin üzerine koymuş, öylece duruyordu…

Hande; önce seslendi, sonra dokundu. Ve arkadaşlarına susmalarını işaret ederek;

“–Susun arkadaşlar…” diye fısıldadı. “Öğretmenimiz uyudu galiba…”

Çocuklar sustular. Aydın Öğretmen’i hiç bu hâlde görmemişlerdi… Süleyman ve Orhan, yerlerinden kalkıp öğretmen masasına geldiler. Seslendiler, dokundular… Ama Aydın Öğretmen’de ne kımıldama, ne ses, ne de nefes vardı…

Hande, öğretmeninin elinin altında buruşan kâğıdı çekip aldı. Az önce yazıp da ters çevirdiği kâğıtta şu cümle yazılıydı:

“Öğretmen; kendini insanlığa adayan, gelecek nesil için gününü ve geleceğini fedâ eden bir fedâkâr, aydınlık yarınlar için karanlığın ölümcül oklarına göğsünü siper eden silâhsız bir savaşçıdır…”