Vefatının 523. Yıl Dönümü Münasebetiyle MOLLA GÛRÂNÎ

Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com

FETİH SABAHI YALIN KILIÇ ATEŞ HATTINA KOŞAN ÂLİM

Osmanlı Devleti’nin kuruluş senelerinde askerî ve idarî faaliyetlere paralel olarak ilmî faaliyetlere de önem verilmiş, ikinci Osmanlı hükümdarı Orhan Bey, fethinden bir yıl sonra İznik’te ilk medreseyi açmıştı. Bursa’nın fethiyle birlikte Kaplıca ve Yıldırım medreseleri kurulmuş, Rumeli’ye geçilip Edirne’nin başkent olmasıyla bu çalışmalar Edirne üzerinde yoğunlaşmıştı.

Osmanlı hükümdarlarının birçoğu gibi dindar, İslâmî esaslara son derece riâyetkâr, ilmi ve sanatı himaye eden, idarecilik ve askerlikte üstün vasıflara sahip bir padişah olan Sultan II. Murad da; Edirne’de ciddî imar ve inşa faaliyetlerinde bulunmuş, bu gayretleri neticesinde «Ebû Hayrat» unvânını almıştı. Âlim padişah; hizmete açtığı medreseler kadar, bu eserleri ilmî seviyeleri yüksek, uzman ilim adamlarıyla doldurmayı da kendisine gaye edinmişti. Bu gayretinin en açık delili Molla Gûrânî’nin Osmanlı ülkesine getirilmesidir.

***

Sultan II. Murad, ilim adamlarının tesbit edilerek devlete kazandırılması görevini Molla Yegân’a vermişti. Molla Yegân, hac farîzası için çıktığı yolculuğu sırasında, Halep’te Molla Gûrânî ile tanışmış, onu Bursa’ya gelmesi için ikna ederek verilen emri yerine getirmiş ayrıca gelişmeden Sultan’ı da haberdar etmişti. Aldığı müsbet cevap üzerine, hac dönüşü (1442 yılı baharı), Molla Gûrânî ile birlikte Bursa’ya gelen Molla Yegân, bu ünlü âlimi yeniden tanıtmaya gerek olmaksızın;

“Sultânım, selâm ve duâ edip iki gözlerinizden öperim. İşte Molla Gûrânî geldi, ne buyurursunuz? Şimdi göndereyim mi, yoksa burada bir-iki gün eyleyeyim mi?” diye sormuştu. Edirne’den gelen cevap, onun Bursa’nın Kaplıca ve Yıldırım medreselerinde müderrislik görevine başlaması şeklinde olmuştu.

ŞEHZADE MEHMED’İN HOCASI

1410 senesinde Diyarbakır’da doğan Molla Gûrânî, bir müddet yakın çevresinde tahsil gördükten sonra 16 yaşında Şam’a gitmiş, beş yıl kaldığı şehirde başta Alâeddin Buhârî olmak üzere pek çok hocadan ders almıştı. 21 yaşında iken, bu defa da dünyanın önemli ilim merkezlerinden Kahire’ye geçen Ahmed Gûrânî, ünlü hadis âlimi ve hâfızı İbn-i Hacer’den (el-Askalânî) Sahîh-i Buhârî ve Sahîh-i Müslim okumuş, Makrizî, Zerkeşî, Şirvânî gibi birçok ilim adamının rahle-i tedrîsinden geçmişti. Gûrânî, Kahire’nin ilmî seviyesiyle bilinen medreselerinden Berkûkiye’ye fıkıh müderrisi tayin edildiğinde ise 26 yaşında idi! Buradaki birkaç yıllık hizmeti sonrasında, Şam Kadısı Nûmânî ile aralarında geçen şiddetli tartışma neticesi haksızlığa uğrayarak medreseden azledilip, Şam’a sürülmüştü. Daha sonra Şam’dan kaçıp Halep’e yerleşen Gûrânî, yukarıda ifade edildiği gibi Molla Yegân’la Bursa’ya gelmişti.

Sultan II. Murad, aradan iki yıl bile geçmeden kendisini Edirne’ye çağırıp, ona tarihî bir vazife yükledi. O sırada sancak beyi olarak Manisa’da bulunan, on bir yaşındaki oğlu, Şehzade Mehmed’in eğitim ve öğretimi… Molla Gûrânî, bu büyük görevi başarıyla yürüttü. Küçük şehzade; bir yıl gibi kısa bir sürede önce yüce Kur’ân’ı hıfzederek hâfız oldu, ardından Arapça ve Farsça öğrendi. Gûrânî Hoca, Akşemseddin’le birlikte İstanbul’un fethi fikrini Mehmed’in zihnine iyice yerleştirmeyi başardı. Onun fetih konusundaki bu yardım ve desteği, şehir fethedilinceye kadar hiç durmadan aralıksız devam etti.

SALTANATIN DÜZENİ BOZULUR!

Babası Sultan Murad’ın 1451’de vefatı üzerine ikinci defa tahta çıkan Sultan Mehmed, Molla Gûrânî’ye vezirlik teklif etmiş, fakat hocasının cevabı farklı olmuştu:

“Senin kapında hizmet eden asker kulların, sonunda vezâret makamına ulaşacakları ümidiyle canlarını-başlarını yoluna fedâ ederler… Fakat bizler gibi ilmiye sınıfına mensup kimselerin bu makama getirilmesiyle onların ümitleri ortadan kaldırılırsa, onların sana olan bağlılıkları zayıflar, saltanatının düzeni bozulur! Bu makam, bana münasip değildir!”

Ünlü âlim; kendisine maddî ve mânevî büyük imkânlar kazandıracak olan vezirlik rütbesini, ümerâ sınıfından gelenlerin önünü tıkamamak, askerin padişaha, dolayısıyla devlete olan bağlılıklarını zedelememek için kabul etmemiş, nefsine yenilmemişti… Padişah; onun bu kararına hürmet göstererek ısrarcı olmamış, kendisini Rumeli kazaskerliğine getirmişti.

***

Gûrânî, sadece padişahı yetiştirmek, onun hocası sıfatını kazanmakla, kendisini hizmet etmiş saymıyordu. O; kuşatmanın son günlerinde, 29 Mayıs Salı günü yapılan son hücumda, savaşın en şiddetli ânında, elinde kılıcıyla ateş hattına atılmış, Rabbinden kendisini gazâ yolunda şehidlik mertebesine ulaştırmasını talep etmişti. Bu kahramanca davranışıyla orduya örnek olmuş, onların hamiyet ve gayret damarlarını harekete geçirmişti.

HELÂL LOKMA TÜKENMİŞTİ!

Fetihten sonraki yıllarda ardarda eserler telif eden Molla Gûrânî, 1463’te tamamladığı meşhur tefsirini padişahı ve talebesi Sultan II. Mehmed’e takdim etti. Böylece Hünkâr’ın gözündeki değeri daha da arttı. Bu tarih, onun için vefatına kadar devam edecek olan yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Fatih; sevgili hocasını aynı yıl İstanbul müftüsü, sonraki yıllarda da şeyhülislâm yaparak taltif edecekti.

Molla Gûrânî; İstanbul fatihi talebesini, kendisine duyduğu samimî muhabbet sebebiyle her zaman eleştirir, yediği ve giydiği şeylerin dînî bakımdan tertemiz, kusursuz olmasını ister, tenkitlerini sert bir dille söylemekten çekinmezdi. Saraya sık sık davet edilen Hoca, yemeğini Sultan’la başbaşa yerdi. Fatih, bir gün yemek esnasında hocasına şöyle dedi:

“–Hocam, bugün siz de haramdan yemiş oldunuz, zira yediklerime haram karıştığını söyler durursunuz!”

Gûrânî, aynı kaptan birlikte yedikleri yemeğe işaret ederek;

“–Yemeğin sizin tarafınızda olan kısmı haram, benim tarafımda olanı helâldir.” diye cevap verdi. Fatih susmuştu. Bir yandan sohbet ediyor, öte yandan yemeğe devam ediyorlardı. Sultan, hocasının bir anlık dalgınlığından istifade ederek, tabağı ânîden ve sessizce döndürerek, kendi önündeki kısmı Gûrânî’nin önüne getirmiş, yaptığı bu değişiklik hocası tarafından fark edilmemişti. Az sonra tebessüm ederek;

“–Hocam, gizlice tabağı çevirdim, yemeğin önümdeki kısmını sizin önünüze getirdim. Bu defa haramdan kesin olarak yediniz…” dedi.

Gûrânî, soğukkanlılığını koruyordu, cevabı hemen yapıştırdı:

“–Sizin tarafınızda haram lokma bitmiş, helâli kalmıştı. Benim tarafımda ise helâl lokma tükenmiş, haramı kalmıştı, tabağı onun için çevirdiniz!”

Hoca, yerinde bir cevapla Fatih’i susturmuş, latîfe de olsa dikkat edilmesi gereken bir noktayı hatırlatmıştı. Elbette Fatih Sultan Mehmed Han da helâl ve harama dikkat ediyordu. Fakat hocası şüpheli şeylerden de âzamî ölçüde sakınması gerektiğine dikkat çekiyordu.

HER AN HİZMETE HAZIR BEKLEMELİ!

Molla Hüsrev’le Molla Gûrânî; uzun süre Fatih’in çevresinde birlikte bulunmuşlar, yapılan davetlere beraberce iştirak etmişlerdi. Fatih; yine bir toplantı için her ikisini de davet etmiş, Gûrânî’ye önceden haber göndererek, hangi tarafında oturmak istediğini sormuştu.

Hocasının cevabı mânidardı:

“Sizin bulunduğunuz mecliste bize düşen; sağınızda veya solunuzda oturmak konusunda tercih beyan etmek değil, her an hizmete hazır vaziyette ayakta beklemektir.”1

Gûrânî’nin bu tevâzuu Sultan Mehmed’in hoşuna gitmiş, davete geldiklerinde Gûrânî’yi sağına oturtma kararı vermişti.

YAPTIRDIĞI CAMİ VE HAZÎRE YOLA GİTTİ!

Ünlü şeyhülislâm, bundan 523 sene önce 1488 Ekim’inde hayata gözlerini kapadığında 78 yaşındaydı. Na‘şı, Aksaray Taşkasap’taki kendi yaptırdığı caminin hazîresine defnedildi.

Molla Gûrânî Camii, 1917’de meydana gelen büyük Fatih yangınında tamamen yanmış, kabirlerin üzerine yığılan moloz ve yıkıntılar 36 yıl kaldırılmamıştı! Hazret’in na‘şı, fethin 500. yılında (1953) hazîrede yatan diğer zevatla birlikte caminin yaklaşık 100-150 metre güneybatısındaki şimdiki yerine nakledilmiş, mezar yeniden düzenlenerek beyaz mermerle kaplanmıştı.2
________________

1 Bize lâyık olan oldur ki; ol meclisde culûs itmeyüb ikâmet-i hidmet mevkıfında kıyâm idevüz.
2 Cami ve hazîrenin yeri, Aksaray’ı Topkapı’ya bağlayan Millet Caddesi’nin üzerinde kalmıştır!