MAKSAT NE, FORMÜL NE?

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Birisi;

“–Niyet ve arzum, dosta yakınlık makamını kaybetmemek!” dedi.

Hırçınlaştı, itiraz etti, isyan etti, hak aradı. Karşısındakini suçladı. Kendinden başkasını hor gördü. Gûyâ tek maksadı, bulunduğu konumu ve makamı kaybetmemekti. Çırpınışı, değerini yitirmemek içindi. Fakat, her şeyi elden çıktı. Bütün kıymeti sıfırlandı.

Birisi;

“–Ben daha değerliyim. Niye geride kalıyorum?” diye düşündü.

Kardeşini kıskandı, haset ateşinde kavruldu. Daha önde olmak istedi. Hak çiğneye çiğneye ilerlemeye kalktı. Tersledi, en sonunda da kan döktü. Fakat olmadı. İstediği yere kavuşamadı. En gerilere, diplere yuvarlandı. Önündeki düğümü çözemedi, o düğümün zehirli kapanına kısıldı.

Birisi;

“–Ondan bundan dilencilikle hayat olmaz. Çok malım olsun ki, dünya ile uğraşmayıp rahatça ibâdet edeyim. Muhtaçlara Allah için cesur bir şekilde cömertlikte bulunayım.” niyetiyle tutuştu.

Sırf cömertlik maksadı ile çok mal-mülk arzu etti. Herkese iyilik yapmak kastına abanarak arzusunda ısrarcı oldu. İkazları duymadı. Hâline rızâ göstermedi. Ne olursa olsun, ille zenginlik; dedi. Sonunda elde ettiği iğreti zenginliğin zebûnu olarak yaşadı. Yoldan çıktı. Arzusunu tetikleyen hiçbir hayırlı maksadı hatırlamadı, aksine iyiliğe düşman kesildi. Böylece önceki güzel niyetlerinin hiçbiri gerçekleşmedi. Sonunda hayırsızlık belâlarında yerin dibine geçti.

Buna rağmen yine birisi;

“–Mal-mülk olmadan ibâdet noksan oluyor. Zengin olmalıyım ki, hem kulluğum rahat olsun, hem de garip kulları rahatlatayım.” fikrine kapıldı.

Önceki acı hatayı tekrarladı. O da maksadına uzak düştü.

Bir başkası;

“–Şerefim, şânım!” dedi.

Şahsiyetine dair bütün şerefini yok etti. Gurur bataklığında boğuldu. Hâlbuki izzetinin gülistanı içinde yaşamak istiyordu. Ama güller gülünü bile tanımadı, tanıyamadı. Kor ateşi gül zannetti, kül yığını oldu.

Kimisi;

“–Kendime lâf dedirmem!” dedi.

Üzerine belâlar yağdı. En ağır ifadelerin mahkûmu ve zebûnu oldu.

Kimisi;

“–Bütün maksadım, huzurlu bir hayat!” ifadesini parola yaptı.

Fakat huzursuzluk ve zulmün sembolü olarak hüsrana devrildi. Huzurun ne olduğunu unutturacak kadar felâket ve âfet kustu.

Kimisi;

“–Özgürlük, özgürlük!” diye haykırdı.

Esaretin bin bir tuzağına boynunu canla başla uzattı. Modernleşmiş köleliğin câzibesi içinde insanlığını viran etti.

Kimisi;

“–İnsanlık, insanlık!” vurgusunu taç etti.

Fakat beşeriyetin kanını içti. İnsanlar arasında vampir gibi yaşadı. Ne yapsa, lâkırdısı insancılık etrafında dönerken aslî yapısı, vahşîler kategorisinde haddi aştı.

Kimisi;

“–Bence, benim yorumuma göre…” diye başladı.

Eksene nefsini koydu. Kendini gizli bir put yaptı. İlâhî pergelin sabit ayağını devre dışı bırakarak konuştu, konuştu. Sonra ne yorumu işe yaradı, ne göresi. Düşünemediği noktaların kıskacında daraldı, tüm nefesi ve enerjisi tükendi gitti.

Kimisi;

“–Güç bende, kuvvet bende, ne istersem yaparım.” dedi.

Ne yapacağını bilemez bir şebek misali ömür takviminin sonunda küt diye yere yığıldı. Ecel meleğine karşı hiçbir şey yapamadı. Sinek gibi can verdi.

Bunlardan başka yine;

Birileri ve kimileri neler neler dedi!

Sonra neler neler oldu!

Saymakla bitmez.

Verilen örneklerin her birinin sahibi de belli, şu anki adresleri de, içine düştükleri acı neticeler de.

Fakat nefs ve iblis; insanların gözünü nasıl bağlıyorsa bağlıyor, onlarla aynı âkıbete düşenler devam edip gidiyor.

Bir şekilde maksat güzelliği ve iknası, insanları kolay aldatıyor. Herkes, güzel bir maksada sığınıyor. Herkesin niyeti ve kastı, dış gözle gayet mantıklı, yerinde ve doğru.

Ya iç gözle?

Gerçekler, niyetlerden ve maksatlardan çok uzak, çok ayrı, apayrı.

Eski örnekler de yeni örnekler de bunu haykırıyor.

Eğitim bülbülü de bu hususta çok dertli ve içli figan ediyor:

“Ey hakikat bağında yetişmesi ve olgunlaşması gereken taze fidanlar! Ey o taze fidanların bahçıvanları! Hepiniz dinleyin! Dikkat kesilin!

Zira terbiye anlayışı, bugün bir acayip hâle geldi.

Kendini kandıracak iyi bir niyet tuzağı bulanlar, derhâl rûhunu fedâ ediyor. Nice toy çocuklar, dünyadaki sahte bir çiçek fotokopisi uğruna cennetten vazgeçiyor. Bunu da kahramanlık sayıyor. İş kahramanlık görününce, onun ardındaki aptallık ve gafleti fark etmiyor bile.

Ey dostlar!

İstenilen ile yapılan şey doğru değerlendirilmeli. Yapılan ile elde edilen netice de kezâ. Çünkü yukarıdaki hazin örnekler, benzerleriyle birlikte defalarca anlatmakta ki; yapılanlar, ancak istenileni gerçekleştirmeye paralel ve muvâfık olursa makbul olur. Yoksa niyetin düzgün bir kılıfta sergilenmesi, amelin bozukluğunu ört bas etmez. Yani hayırlı bir niyetle zehir içen kimse, niyetinin ardına sığınarak ölümden kurtulabilir mi? Ne mümkün!

Ey dostlar!

Eğitim, bu hakikati kesin çözdüğü uygulamalarda muvaffak olur.

Yoksa;

Vitrini güzel ve fiyakalı, mutfağı ise berbat ve eyvahlı bir gidişat hüküm sürer.

Yani masumâne yaklaşım görüntüleri ve sadece maksat güzelliği; ancak ve ancak bilenlere bilmeyenlerin akıl verdiği, anlayanlara anlamayanların projeler doğurduğu, çalışkanlara tembellerin sistem belirlediği, disiplin ve düzene âvârelik ve dağınıklığın baskın çıktığı ortamları artırır.

Ey dostlar!

Unutmayın ki;

Cahil ve gafil, bazen ne istemesi gerektiğini bilebilir, ama nasıl istemesi lâzım geldiğini bilemez. Fakat birincisini bildiği için ikincisini bilmediğinin idrakine de bir türlü eremez. Böylece şuursuz bir şekilde felâketini imzalar.

O hâlde ey dostlar!

Her işte mutlaka sormalı:

Maksat ne, formül ne?

Eğer maksat dikdörtgen problemini çözmek ise, binlerce üçgen formülü en mahirâne şekilde kullanılsa da boşuna! Şayet maksat başarı ise, tembelliğe götüren formüllerdeki cilâ üstüne cilâ boşuna! Eğer maksat yüzüncü basamaktaki derece ise, altından bile olsa sadece on basamağa kurulmak, bir hiç!

İllâ ve illâ;

Önce doğru istekleri, sonra da onların doğru formüllerini bulmak gerek.

Malûm:

Makamındaki yüceliği korumak isteyen şeytan, formül olarak makamını da kendini de tepetaklak edecek bir metotla ve uygulamayla hareket etti. Neticede; istediği değil, yaptığı gerçekleşti.

Dolayısıyla;

Ne isteniyor, hangi formülle ne yapılıyor, iyice tahlil edilmeli. Yoksa eyvahlar ve pişmanlıklar zinciri insanı boğar. Çünkü istenenden çok, kullanılan formül ve yapılan iş; daha geçerli ve belirleyici.

Ey dostlar!

Dikkat edin. Bu mesele, zamâne hastalığı hâline geldi.

Yeni yetmeler; geçersiz formülleri ve yanlış uygulamaları, maksat çığırtkanlığı ile boğuntuya getirmek için çırpınıp duruyor. Çaylaklar; tecrübe karşısında zafer kazanmak için hatalı adımlarına özgüven cesareti, ya da bencelik mahareti gibi kılıflar takmaya kalkışıyor. Cahiller, ezberciliği değil de ezberi kötüleyip bilgi birikimi gerekliliğinden sıyrılmak istiyor. Mantığı hiç akıl görmemiş topal beyinler, en mükemmel yorum makinesiymiş gibi hareket ediyor.

Ey dostlar!

Bilin ki, leziz yemek isteyen, onun hazırlık ve pişirmesindeki gerekli disipline mecburdur. Huzur isteyen; kolaylığı sebebiyle tercih ettiği huzursuzluk formülünü terk etmeli ve ne kadar zor da olsa doğru olan formüllere ve gayretlere ter dökmeli.

Hâsılı;

Maksat ne ise, formül de onun içinde olmalı.

Cenneti isteyenin cehennem rotasında koşması ne kadar doğru olur?

Şimdiye kadar hiç doğru olmadı.

Şimdiden sonra da olmayacak.

İşte eğitim; bu olmazı ve oluru yerinde tespit basîretini gösterebildiği nisbette var olur.

Aksi hâlde o; olmayanı üretmek değil, olanı da tüketmek sistemi hâline gelir.

Bu bakımdan;

Eğitime dair her basamakta ve aşamada iki kere daha dikkat:

Maksat ne, formül ne?”