DÜĞÜN
Hakkı ŞENER hakki_0111@hotmail.com
Sıcak bir bahar günüydü. Etrafta rengârenk çiçekler açmış, yeşilin her tonuyla bütün ağaçlar donanmış, dallarına konan kuşlar en güzel şarkılarını söylüyordu. Bu şehir, bugüne kadar böyle kalabalık bir merasim görmemişti. Edebâlî türbesine doğru bir insan seli akıyordu âdeta…
Uzaktan yakından herkes onun için gelmişti buraya… Hiç kimse özel davetli değildi bu merasime. Amma gelenler hep yüreklerinden gelen sese kulak vererek gelmişlerdi, gelmeleri gerektiğinin şuurunda olarak.
Kerim olan Mevlâ’nın Kerem adında bir kuluydu o. Adı gibi kerem sahibiydi. Kapısına bir müşkülle gelip de müşkülü halledilmeyen yoktu. Gençti, hareketliydi. Nerede bir hayırlı iş var mutlaka yanında, yöresinde bulunur, «nasıl katkı sağlarım» diye âdeta çırpınırdı. Yüzü hep güler, ağzından tek kelime olsun kötü bir kelâm çıkmazdı. Çok sabırlıydı, hiç kızmazdı insanlara. Elleri hep insanların başının üzerindeydi; mevkii, makamı ne olursa olsun bütün insanlar onun önünde şapkalarını çıkarırlardı. O bir berberdi çünkü. Yüreğindeki güzellikleri insanların başlarına yansıtırdı, maharetli elleriyle kendisine güvenenleri güzelleştirirdi.
Bu mesleğe çocuk yaşta başlamıştı. Tez zamanda işi öğrenip kendi yerini açmıştı. Müşterilerine kendisini çabuk sevdirmişti. Adı çabucak yayıldı insanlar arasında. Çok sessiz-sakin birisiydi; amma efendi duruşuyla, saygısıyla, edebiyle yer etmişti gönüllerde. Gönül ehli birisiydi, ondan olacak ki gönülden gönüle giden yolda tanıyanı, seveni çoktu.
Şeyh Edebâlî’yi çok severdi. Malûm, Edebâlî, ahî şeyhidir. Kendisi de bir esnaf olarak sanki o dergâhın bu zamana yansıyan bir nümûnesiydi. Soyadı Dindar’dı. Yaşayışı da soyadına münasip güzellikteydi. İbâdetlerini hiç aksatmazdı. Dînimizin diğer hükümlerini de mümkün olduğunca hayatına uygulamaya gayret ederdi.
Şeyh Edebâlî türbesi ve yanındaki cami şehrin biraz dışında kaldığından sabah cemaati pek olmazdı. Bu duruma çok üzüldüğünden, insanları buraya alıştırmak için çareler düşünmüş ve kendisi gibi birkaç arkadaşıyla birlikte Pazar sabahları sabah namazını bu camide kılanlara sıcak çorba ikram etmeye başlamışlardı. Hâlen devam eden bu hizmette sabah namazından sonra geçmişlerimizin rûhuna Fâtihalar okuyup birlik ve beraberliğimiz için duâlar ediyor, sonra çorbalarımızı içip dağılıyoruz.
Bir gün bütün bu güzellikleri, sevdiklerini, dostlarını, iki evlâdını ve eşini de burada bırakıp gitmeye karar verdi. Bütün ısrarlara rağmen kararı kesindi… Karşı konulmaz bir sebep onu çekiyordu… Arkadaşlarına bir ricada bulunmuştu Şeyh Edebâlî türbesinin tam karşısına bir ev yapmalarını istiyordu. Onu o kadar seven arkadaşları ricasını geri çevirirler mi hiç… Yapıvermişlerdi bir evcik. Ve o an geldi, gitmeliydi artık. Oraya giderken özel bir elbise giyerler, o da hazırdı. Boy abdesti alıp yensiz-yakasız o bembeyaz elbiseyi giydi. Tek kişilik yeşil bir arabaya bindi. Bu arabanın özel adları vardır. Kimisi dört kollu der, kimisi tahta araba… Arabası evlerinin önüne varmıştı. Herkes Onu uğurlamak için hazır bekliyordu. Ta uzaklardan bile gelenleri vardı…
Tam helâlleşip yola çıkıyordu ki bir eksiği fark ettiler. Âdet üzere bu arabaya binen kişinin kadın mı erkek mi olduğunu belirtmek için, kadınsa başörtüsü erkekse havlu bağlarlar. Bunun üzerinde sadece yeşil bir örtü vardı… Alelacele bir havlu getirdiler… Havluyu tam örtecekleri sırada gözlerine havlunun üzerindeki yazı ilişti…
DÜĞÜNÜMÜZE HOŞ GELDİNİZ:
Üç İhlâs bir Fâtiha bizden hediye olsun…