SADE YAZAR – GAZETECİ YAZAR

Sadettin KAPLAN sadettinkaplan@gmail.com

Aklıma hep takılır durur. Birçok kimsenin ufacık bir pusula, kısacık bir adres yazmaya bile üşendiği ülkemizde, ömrünü ve zamanını yazmaya adayan (ya da harcayan) edebiyatçılar için neden bir «edebiyat evi» veya «yazar evi» yoktur? Bağlı oldukları bir kurum ya da kuruluş olmamasından mı kaynaklanıyor bu eksiklik?..

En azından büyük illerimizde, yazar veya kendini o statüde gören birinin, bir köşe başında gözüne ilişecek «Yazarevi» ya da «Edebiyatçıevi» tabelasıyla nasıl heyecanlanacağını hiç düşündünüz mü?..

İlk anda düşüncenin güzelliğine bayılıyor insan. «Orduevi», «Öğretmenevi», «Polisevi» var da, neden bir de «Edebiyatçıevi» olmasın?.. Evler güzeldir. Allah kimseyi evsiz-barksız etmesin. İyi de…

«Edebiyat evleri»ine gitmesi düşünülen kimlerdir? Elbette öncelikle «edebiyatçı» veya kendine «edebiyatçı» diyebilen kimselerdir. Edebiyatçı demek, bir bakıma edebiyatın herhangi bir dalıyla ilgilenen, yazıp çizen, kısaca yazar demektir. (Sözlü edebiyat da var ya…)

Gelelim yazarlara…

Bildiğiniz gibi birkaç türlü yazar vardır.

Kendi yazıp kendi okuyan…

Kendi adıyla başkalarına yazdırıp, kendisi okumadan, imza günlerinde hatırı sayılır «okuyucuya» okutan…

Ünlülerin sohbetlerinde bulunup, «rahmetli salatalığı çok severdi» türü «hâtıralar» yazan… (kimse üzerine alınmasın)

Yayınevlerinin rağbet ettiği konulara eğilen (kelimenin ifade ettiği anlamda) ve sipariş üzerine yazan… (Yani yayıncının türettiği yazar)

Kendince bir hayli emek ve çaba sonucu ortaya çıkardığı «eser»ini kapı-kapı dolaştıran, sonra da dayanamayıp emekli maaşına kıyarak bastırdığı beş yüz adet kitabı «imzalı-bedava» olarak bile hediye edecek kimse bulamayan… (kimse üzerine alınmasın)

Kitaptan vazgeçip, bir kısa «yazı» ya da «şiir»ini yayınlatacak bir dergi, mahallî bir gazete, ufak bir mahalle radyosu peşine düşen daha nice yazar türü vardır bu ülkede. Hepsini de saygıyla anıyor, emeklerini kutsuyor, çabalarına çok değer veriyor ve Allah yardımcıları olsun diyorum…

Ama asıl yazarlar iki kategoride toplanmaktadır:

1. Gazeteci yazarlar,

2. Sade yazarlar…

Gazeteci yazarlar da iki ana grupta mütalâa edilir. Bunlardan bir kısmı gerçekten gazetecilik yapmakta ve bu işi meslek olarak görmektedirler. Bu meslekten emekli olduktan sonra bile mesleğin ahlâkî değerlerini asla unutmamaktadırlar… Çok fazla olmamakla birlikte, bir kısmı da, bir şekilde adını bir yerlerde göstererek «Sarı Basın Kartı» alıp, bir şekilde bu kartla birlikte yirmi beş yılını doldurarak «Sürekli Basın Kartı» sahibi olmaktadırlar… Onların da içinde çok değerli ve taşıdığı karta lâyık olanlar vardır… (Kimse üzerine alınmasın)

Gelelim «Sade Yazar»lara…

Adından da anlaşılacağı gibi, «sade suya bulgur aşı» kabîlinden, başkaca vasfı olmayan yazarlara «Sade Yazar» denir… Bunlar da kendi aralarında «hikâyeci», «romancı», «şair» türlerini kapsayan «yetim yazarlar» grubu ile bir derece daha ileride olan «araştırmacı yazarlar» olarak ikiye ayrılırlar… İster «yetim» ister «araştırmacı» grubundan olsun, «sade yazar» statüsünde olanlardan herhangi biri; “dînî”, “mâlî” veya “siyasî” bir kurumun desteğini alıp, bu eller aracılığıyla sırtı sıvazlanırsa, derhâl «sade»lik vasfından soyutlanarak «yağlı» bir unvanla taçlanabilmektedir…

Ne yazarlarsa yazsınlar, herhangi bir gazetede el ayası kadar bir köşesi olup da, bu köşesinde hiç değilse haftada bir gün yazabilen ve sanı «gazeteci-yazar» olanlar elbette diğerlerine göre çok büyük farkla öndedirler… Hele televizyon denen ve her eve giren o süslü sandıktan çıkan «programcılar» ise bu konuda daha büyük bir şansa sahiptirler…

Yazdıkları kitaplar; geniş bir okuyucu kitlesi tarafından tanındığı için yayıncılar tarafından kolay kabul görmekte, kitaplar piyasaya çıktıktan sonra da reklâmı çok kolaylaşmaktadır…

Bunları anlatmaktaki amacımız ne ünlü yazarlara çamur atmak, ne onları kıskanmak, ne de kendimizde bir eksiklik kompleksi vehmetmektir… Başarıları asla kıskanmaz, olsa olsa gıpta eder, hayranlık duyarız. Yeter ki, hak edilmiş bir başarı olsun…

Herkes çok iyi bilir ki; «orduevi», «polisevi» veya «öğretmenevi» gibi çok büyük kurum ve kuruluşların emir ve destekleri doğrultusunda işletilen, belirli bir sermayesi, hesabı-kitabı olan yerlerle; Kültür Bakanlığının göstereceği bir tarihî eser yıkıntısındaki yirmi-otuz metrekarelik bir mekânın kubbesi altında kurulacak ve adına «edebiyatevi» denecek yer aynı anlama gelmez… Aynı rahatlığı da kimselere sağlayamaz…

Ama yine de bir başlangıç ve gönül alıcı bir teveccüh olabilir. Sadece İstanbul’da yüzlerce seçkin üyesi olan İLESAM (İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği)’nin hâlen bir mekânı ne yazık ki yoktur…

Ama bence edebiyatçıların bir araya gelememesi yer sıkıntısından ötürü değildir. «Türkiye Yazarlar Birliği»nin faaliyet gösterdiği Kızlarağası Medresesi, Sultanahmet tramvay durağının hemen yanında olduğu hâlde; günde kaç «yazar»ın ziyaretiyle onurlanıyor dersiniz?

Daha önce Çemberlitaş tramvay durağına çok yakın olan İLESAM’ın eski İstanbul Şubesi’nin çok mu müdâvimi vardı sanki?..

Durumu iyi, hâlen sahasıyla ilgili ya da ilgisiz bir işi olan «gazeteci-yazar», «televizyon programcısı yazar», «basın danışmanı yazar» gibi işi başından aşkın olup, sürekli koşturan yazarların söz konusu «edebiyatevi»ne gelebilmeleri çok zordur…

«Sade yazar»lar ise; varacağı yere en az iki «vasıta» ile gidebileceğinden, gidiş-dönüş ücretinin daha «kendi evi»nden çıkmadan sancısını duyduğu için, «edebiyatevi»ni aklından bile geçirmez…

«Sarı basın kartı» sahibi olan tüm gazeteciler ve gazeteci-yazarlara bu kart hayırlı olsun. Daha fazlasını bile hak ediyorlar. Bunu tüm içtenliğimle söylüyorum. Ancak, «edebiyatevi» yerine, (atıyorum) «mavi edebiyatçı kartı» üzerinde tartışılsa daha kolay ve daha hayırlı bir şey olur diye düşünüyorum…

Şu koskoca İstanbul’da, İLESAM, Yazarlar Sendikası, Yazarlar Birliği gibi birkaç örgütün (ki, birine üye olanların çoğunluğu diğerlerine de üyedir) bünyesindeki yazarlardan otomobili ve onu rahatça kullanabilme imkânı olanlarla, «basın kartı» sahibi olanlar çıkarıldıktan sonra; geriye kaç yaya-gariban «edebiyatçı» kalır ki?.. Bunlar da şu koca şehirde ve diğer şehirlerde, tıpkı «sarı basın kartı» sahipleri gibi tramvaya, vapura, otobüse ücretsiz binebilseler kıyâmet mi kopar?.. Belediyeler iflâs mı eder?.. Boyu kadar esere imza atmış ilim ve edebiyat eseri sahiplerine, şu üç-beş günlük dünyada bu kadarcık hizmet çok mudur dersiniz?..

İLESAM, Yazarlar Sendikası, Yazarlar Birliği ve diğer kuruluşların bana göre öncelikli konusu bu olmalıdır. Dünya kadar mekân var. Önemli olan ulaşım… İlesam, Yazarlar Birliği ve Yazarlar Sendikası’nın olağan ve olağanüstü toplantılarına bile çoğu üyeler bu ulaşım masraflarından ötürü katılamadıklarını üzüntüyle, dost ortamlarda belirtmekten çekinmemektedirler…

Ben, yaşı altmışı geçmiş bir okur-yazarım… Kendi cirmimce edebiyata hizmet ettiğimi sanıyorum. Kırk yıldır elimden düşmedi bu kalem… Bir sarı basın kartı işlevindeki beyaz bir kartı bana temin edemedikten sonra; üyesi olduğum Yazarlar Sendikası ne yapar, İlesam ne söyler ve Yazarlar Birliği ne yazar?..