SA‘D BİN EBÎ VAKKS -7-

Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

Bundan önceki yazılarımızda tam altı sayıdan beri Hazret-i Sa‘d bin Ebî Vakkās’ın tarihî mücadelesini anlatmaya çalıştık. İslâm ile şereflenmesiyle beraber sevgili annesi ve kardeşleri için de, geceli-gündüzlü çalışıp çaba gösteren Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh-; Utbe ağabeyi ve annesi ile karşı karşıya gelmişti. Anne ve ağabeyinin bu olumsuzluğu ve oldukça sert tavrı, ev halkını da olumsuz yönde etkilemişti. Özellikle annesi; açlık grevi ile beraber, oğlunu da bitirme noktasına getirmişti. Annesinin cehennem odunu olmaktan kurtulup, İslâm gülistanının gülü olmasına vesile olmak için, öylesine güzel bir mücadele vermişti ki; tarih boyunca geçmiş-gelecek bütün herkese en güzel bir örnek olarak verilecekti. Yakıcı güneş altında ve kızgın taşlar üzerinde ölüm orucu karşısında, onu koruma ve kurtarma adına annesiyle beraber aynı çileyi çeken Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh-; en sonunda o meşhur tarihî sözünü oracıkta söyleyivermişti. Bu yazımıza da o sözü tekrar ederek başlıyoruz:

–Ey annem! Beni cehennem ateşine sokmaya çalışan annem! Seni ne kadar sevip saydığımı bilirsin! Ama unutma ki ben Allah ve Rasûlü’nü her şeyimin üzerinde tutuyor ve yine her şeyimin üzerinde seviyorum. Belki dinleyip anlarsın diye günlerdir tahammül ettim! Fakat sen ısrarla inat ettin! Öyleyse sen de şunu iyice anla ki, değil senin bir defa ölümün; başındaki saçların sayısı kadar rûhun olsa, her gün birini alsalar, ne inancımı terk ederim, ne de hislerimin zayıflamasına râzı olurum!

Sana ne olursa olsun, dînimden dönmem ben! Allah ve Rasûlü’nden dönmem! Artık karar senin, ister ye iç; istersen burada böylece ölüp git! Allah ve Rasûlü’nden, dînimden dönmem ben; dönmeyeceğim! Annemsin diye, sevip sayıyorum diye; beni de kendinle beraber cehenneme sürüklüyorsun! Son defa sesleniyorum! Beni duyuyor musun anne! Senin yüz canın olsa ve her biri tek tek çıksa, ben yine de dînimde sebat ederim! Artık ister ye, ister yeme; sen bilirsin!1

Burada gözden kaçırmamamız gereken çok önemli mesajlar var. Öncelikle sevgili annesinin de İslâm ile şereflenmesi için, sergilemiş olduğu destansı duruşuyla çok güzel örnek olduğu gibi; aynı zamanda da bir anneye karşı nasıl davranacağımızı net bir şekilde ortaya koymuştu.

Annesi, putlarına körü körüne ve büyük bir taassupla bağlıydı. Bunu bilip gördüğü için bazı şeyleri zamana bırakmış, ama hayatına yansıtması gereken şeylerde asla taviz vermemişti. Fakat bu arada birçoğumuzun düştüğü yanlışa da düşmemişti. Annesine asla sert çıkışlar yapmamış, bağırıp çağırmamıştı. Her sahâbe gibi Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh- da hidâyetin Allah’tan olduğunu biliyordu. Bu yüzden hidâyet verici bir havaya girmemiş, vesile olmak için elinden gelenden fazlasını yapmıştı. Hem o kadar ki, annesi hırçınlaştıkça o daha yumuşak davranmıştı. Bir yandan İslâm’a davet ederken, diğer yandan da davet adına taviz vermemiş, asla polemiğe girmemişti.

Bu arada çok sert çıkışların yanında kaba kuvvet de kullanan Utbe ağabeyinden de çok çekmişti. Ama aile huzuru için her şeye katlanmış; fakat yukarıda ısrarla tekrarladığımız gibi, ağabey veya anne korkusuyla İslâm’dan taviz vermemişti.

Onun bu şahsiyetli ve kararlı duruşu ve istikrarlı davranışları karşısında, diğer kardeşleri de kısa süre içinde İslâm ile şereflenmişlerdi.

Hazret-i Sa‘d bin Ebî Vakkās’ın annesi Hamne binti Süfyân; öz oğlu Sa‘d başta olmak üzere, müslümanlara karşı yapmış olduğu bunca çirkinlikler ve zulümleri neticesinde ileriki yıllarda müşrik olarak ölüp gidecekti. Dördü erkek, üçü kız olmak üzere yedi kardeş olan bu ailede; Utbe hariç diğerleri İslâm ile şerefleneceklerdi. İşte böylece, sabırlı ve onurlu bir duruş sergileyen Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh-, kardeşlerinin İslâm’a girmelerine vesile olacaktı.2

Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh-, annesinin kurtuluşu için de çok çırpınmıştı. Fakat nasipsiz kadın, nasipsizliği ile kalmıştı. Oğlunun duruşu ve en sonunda vermiş olduğu o çarpıcı cevap üzerine inadı kırıldı. İleride daha hayatta iken cennetle müjdelenecek olan bu büyük sahâbînin, hakta sebâtı karşısında anne eriyip bitti; hem yemeye, hem de içmeye başladı. Böylece bir kere daha küfür îmânın, şirk tevhîdin azameti karşısında ezilip mağlûp oldu.

Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh- ile annesi arasında geçen bu hâdise üzerine Cenâb-ı Hak -celle celâlühû-, bütün mü’minlere ebedî bir ölçü verdi:

“Biz insana anne-babasına iyilikte bulunmasını (güzel davranmasını) tavsiye ettik. (Bununla beraber) eğer onlar, hakkında bilgi sahibi olmadığın herhangi bir şeyi Bana ortak koşman için seninle mücadele ederlerse, onlara o durumda itâat etme. Dönüşünüz ancak Banadır. O zaman size yaptıklarınızı (ve karşılığını) haber vereceğim.”3

Bu âyet-i kerîmenin hükmüne göre, bir evlât; anne-babasının ancak İslâm’ın dışında olmayan meşrû emirlerini tutmakla mükelleftir. Böyle bir itâat evlât üzerine vâcibdir. Aksi hâlde, yani anne veya baba, müslüman evlâdını îmânın ve İslâm’ın dışında birtakım meşrû olmayan hareketleri işlemeye emir ve teşvik ederse; bu sefer onlara bu hususta itâat etmemek vâcibdir. Çünkü «Allâh’a isyan olacak şeyde kullara itâat edilmez, emirleri yerine getirilmez.» kaidesi, İslâm’ın bir düsturudur.4

Nasipsizlik uçurumunda yuvarlandıkça yuvarlanan nasipsiz anne, yine vazgeçmemişti. Oğlunu İslâm’dan döndürmek için, her gün yeni bir yol denedi. Yine bir gün Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh-’ı, evinin mahzeninde namaz kılarken gören anne; konu komşusunu da çağırarak, hep beraber büyük bir öfkeyle kapıyı üzerine kilitleyip onu mahzene hapsettiler. Sonra da şöyle bağırdılar:

–Ya girdiğin bu yeni dîni terk edersin, ya da burada böyle ölüp gidersin!

–Lâ ilâhe illâllah Muhammedü’r-Rasûlullah!

Nasipsiz anne ile nasipsiz komşuların tuzaklarına ve bağırmalarına karşı, İslâm ve îman âbidesi Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh- da içeriden böyle cevap vermişti.

Şirk ve dalâletin kalpleri nasıl karartıp merhamet ve şefkatten mahrum bir hâle getirdiğinin en çarpıcı örneğini görüyoruz burada.

Kardeşleri gelince, evindeki mahzen hapsinden kurtulan Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh-; hiçbir hırçınlık yapmadan, yine güzel üslûpla İslâm’ı anlatmaya çalışıyordu. Anne ve ağabey gün geçtikçe öfkelerinden daha bir beter olup kudururlarken, diğer kardeşler İslâm gülistanının birer nâdîde gülü olmuşlardı artık.

Her şeye rağmen, hiçbir zaman ümidini yitirmeyen Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh-, her geçen gün yeni güzelliklere vesile oluyordu. Peygamber Efendimiz de böyle istiyordu çünkü…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-
___________________________

1 Zehebî, Tecrîdü Esmâi’s-Sahâbe, c. 1, s. 424; İbn-i Abdilber, el-İsti’âb fî Ma’rifeti’l-Ashâb, c. 2, s. 172; İbn-i Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, c. 1, s. 713; Ayrıca bkz; Yüzakı, Sa’d bin Ebî Vakkās -6-, Ağustos 2011, Yıl 7, Sa. 78.
2 İbn-i Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, c. 1, s. 713; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Ma’rifeti’s-Sahâbe, c. 2, s. 404; İbn-i Abdilber, el-İsti’âb, c. 2, s. 172.
3 el-Ankebût, 29/8; Lokmân, 31/15.
4 Nesefî, Tefsîr, c. 3, s. 251.