BEDEN MÜLKÜ…

İrfan ÖZTÜRK

Hüccetü’l-İslâm İmâm-ı Gazâlî; çok büyük bir İslâm âlimi olup, aynı zamanda çok kıymetli eserler yazmış bir mutasavvıf, çok mâneviyatlı bir Allah dostu idi. Bundan 900 sene evvel vefat etti. O, İhyâ u Ulûmiddîn ve Kimyâ-yı Saâdet başta olmak üzere, birçok eserinde; Hak yolunda en güzel şekilde kulluğun yolunu ve gönül âlemini arındırmanın, kalbi tasfiye ve nefsi tezkiye etmenin sırlarını anlattı.

İslâm’ın kalbî hayatı tasavvuftur. Ve tasavvufsuz bir ibâdet, mâneviyatsız bir kulluk, ölüdür. Bu sebeple İmâm-ı Gazalî Hazretleri, eserinin adını; «Din İlimlerini Diriltmek» koydu.

Diğer bir eserinin adını da, ebedî saâdetin ilâcı, devası, reçetesi mânâsında; Kimyâ-yı Saâdet koydu.

İşte bu eserinden kalp tasfiyesiyle ilgili bir bölümü hulâsa ederek, büyük İmâm’a Fâtihalar gönderelim:

Bil ki, beden ülkesinin sultanı insan rûhudur. Rûhun, sayısız askerleri vardır. Nitekim Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmede;

“Rabbinin ordularını kendisinden başka kimse bilmez!” (el-Müddessir, 31) buyurmuştur.

Ruh adlı sultan, âhiret yolculuğu için yaratılmıştır.

O sultanın hazinesi, mârifetullah yani Allah Teâlâ’yı tanımak, bilmektir. Bu hazine, ancak mahlûkatı ibret nazarıyla seyredip derin bir tefekkürle, her birinden bir mânâ çıkarmakla temin edilebilir. Âlemdeki akıllara durgunluk veren akışları bilmek, hisler yani duyular yoluyla mümkün olur. Duyuların varlığı da beden iledir. O hâlde, Allah Teâlâ’yı bilmek, kalbin avıdır. Duyular ise o bağın av gereçleridir.

Beden, kalbin binek hayvanıdır. Onun için kalbin bedene ihtiyacı vardır.

Beden, cüzlerden oluşur. Beden; birbirine zıt unsurlardan, toprak, su, ateş ve havadan meydana gelen eczâya muhtaçtır. Bu yüzden bedenin yapısı zayıf ve helâki kolaydır.

Açlık, susuzluk, suda boğulma, ateşte yanma gibi iç ve dış tehlikeler bedeni helâk eder. Bundan dolayı, iç tehlikelere karşı yemek yemek yani şehvet; dış tehlikelere karşı kendini savunma yani gazap askerlerine ihtiyaç duyar.

Gıdayı elde etmek için de âzâlara muhtaçtır.

Hisler 10 tanedir. Beşi zâhirî ve beşi bâtınî…

Zâhirî olanlar; beş duyumuz olan işitmek, görmek, koklamak, tatmak ve dokunmaktır. Bâtında olanların yeri dimağdır. Hayal kuvveti, düşünme kuvveti, ezberleme kuvveti, hatırlama kuvveti ve vehim kuvvetidir.

Bunların her birinin belli özellikleri ve hususî hâlleri vardır ki; birisi aksarsa, dinde de, dünyada da hususiyeti bozulur.

Bu dıştaki ve içteki askerler, kalbin emrine âmâdedirler. Kalp ne emrederse hükmü yerine gelir. Meselâ: Dile emir verince, hemen konuşur. El ve ayağa emir verince harekete geçerler. Göze emredince, nazar eder. Düşünme kuvvetine emrederse düşünür. Hulâsa, bu askerin hepsi padişahın emrine râmdır. Böylece bedeni muhafaza ederler.

Bu; padişah azığını alıncaya kadar, avını tutuncaya kadar, âhiret ticaretini bitirinceye kadar ve kendi saâdet tohumunu ekinceye kadar devam eder.

Bu askerlerin, kalbin emrine itâati; melekler zümresinin Hakk’a itâatine benzer. İsyan ihtimalleri yoktur.

Kalp askerlerinin haddi, hesabı yoktur ve düşmanları da sayısızdır. Biz maksadı bir misal ile anlatmakla yetineceğiz:

İnsanoğlunun bedeni muazzam bir şehre benzer.

Şehrin padişahı kalp, veziri akıldır.

Parmakları, o şehrin sanat erbabıdır…

Şehvet; maliye müdürü, gazap; emniyet müdürüdür.

Memleketin tamir ve muhafazası için padişahın bir halka ihtiyacı olduğu gibi, gönül padişahının da bunlara ihtiyacı vardır. Ancak bunlarla beden memleketi mamur ve ordusu muzaffer olur.

Fakat maliye müdürü Şehvet; haraç düşkünü, fitneci, yalancı ve kötü mizaçlıdır.

Vezir Akıl; ne emir verirse, onun aksini yapar. Daima haraç bahanesiyle memlekette olan bütün malları alıp ülkeyi viran ve boş bırakmak ister.

Emniyet müdürü Gazap; hiddetli, azgın ve edepsizdir. Daima asmak, basmak, yıkmak, yakmak ister.

Padişahın daima vezir ile müşâvere etmesi, her türlü tedbiri onunla görüşmesi zarurîdir. Yalancı ve tamahkâr maliye müdürüne asla kıymet vermemeli, bu sûretle onun vezire muhalefet etmemesini sağlamalıdır. Maliye müdürünün peşine veziri takmalı, göz açtırmamalıdır. Memleketin nizamı ancak böyle yerinde yürür. Bu usulle ülkesini idare eden padişahın memleketi mâmur olur. Reâya da bundan huzur duyar. En önemlisi de padişahın Allâh’a giden saâdet yolu kapanmamış olur.

Eğer bunun tersi olursa, yani akıl ve ruh mağlûp olur da; şehvet ve gazap galip gelirse; memleket harap olur; şehir viran olur, reâya (vatandaş) ağlar ve padişah da bedbaht ve perişan olur.

Yemek isteği, insan vücudunu beslemek; gazap da bedeni korumak içindir. Yemek ve içmek, bedenin gıdasıdır. Beden, duyuların hamalıdır. Onlara hizmet eder. Duyular ise, aklın casusu ve tuzağıdır. Onların vasıtasıyla acayip işleri araştırıp muhafaza eder. Demek ki, duyular aklın hizmetçisidir.

Akıl ise, kalbin ışık ve ziyâsıdır. Bu nur ile Cenâb-ı Hakk’ı görür ki, kalbin cenneti budur. Demek ki, akıl da kalbin hizmetçisi olur.

Kalp ise Allah Teâlâ’nın cemâlini görmek içindir. O; bununla meşgul olunca, o da Cenâb-ı Hakk’ın kulu ve hizmetçisi olur. Rabbimiz’in;

“Cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etmeleri için yaratmışımdır.” (ez-Zâriyât, 56) kelâmının tefsîri de budur.

Allah Teâlâ kalbi yarattı ve bu memleket ile askeri onun emrine verdi ve esfel-i sâfilîn olan dünya âleminden, âlâ-yı illiyyîne yani mânâ âlemine yolculuk yapması için, beden merkebini emrine verdi.

Eğer kalp; bu nimetin hakkını ödemek ve kulluk şartlarını yerine getirmek isterse, padişah gibi memleketin ortasında oturur, Cenâb-ı Hakk’ı kıble; âhireti vatan; bedeni binek hayvanı; dünyayı konak yeri yapar. El, ayak ve diğer âzâları hizmetçi, aklı vezir, şehveti maliye müdürü yapar ve her birini vazifesinde çalıştırır.

Onlar, o şehrin haberlerini toplar. Beynin ön tarafında bulunan hayal kuvvetini istihbarat şefi yapar. Casuslar, bütün haberleri onun yanına getirir. Beynin arka kısmında bulunan ezberleme kuvvetini kâtip yapar. O, istihbarat vesikalarını istihbarat şefinin elinden alır, saklar ve zamanında vezir akla arz eder. Vezir de memleketten gelen haberlere göre, memleketin tedbirini alır ve padişahın sefer hazırlığını görür. Şehvet, gazap ve başkaları padişaha hıyanet edip itâatten dışarı çıkarak, âsîliğe ve düşmanlığa yüz tuttukları ve padişahın yolunu kesmek istedikleri zaman, bunun tedbirini alır. Vezir memleketi bu minval üzere idare ederse, mutlu olur, nimetin hakkını vermiş olur ve bu vazifesinin mükâfatını zamanında bulur. Eğer bunun aksini yaparsa, kendisi yol kesici olup o düşmanlar gibi isyan etmiş, başkaldırmış ve dost nimetine nankörlük etmiş olur. Bunun cezasını hem dünyada, hem de âhirette görür.

İşte Hakk’a yolculuk eden rûhun beden gemisindeki idare sırları…

Cenâb-ı Hak; İmâm-ı Gazâlî Hazretleri gibi Hak dostlarının, bizzat yaşayarak yazdıkları bu satırlarla amel edenlerden eylesin…

Âmîn…