SA‘D BİN EBÎ VAKKĀS -6-

Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

Hazret-i Sa‘d bin Ebî Vakkās -radıyallâhu anh-; annesi başta olmak üzere, kardeşlerinin ve yakın çevresinin de İslâm’a girmeleri için geceli gündüzlü çalışıyordu. Utbe ağabeyi ile annesinden çok büyük bir tepki görmüştü. Diğer kardeşleri ve yakınları daha yumuşak davranıyorlardı. Annesi ve ağabeyinin engellemeleri olmasa, kardeşleri İslâm ile şerefleneceklerdi. Ağabeyi kaba kuvvete başvurmuş, annesi de açlık grevi yaparak ölüm orucuna oturmuştu.1

Annesinin kızgın kumların üzerinde ve alev gibi yakan güneşin altında ölümüne oturduğunu gören Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh-, ona ne kadar dil döktüyse de bu hareketinden vazgeçiremedi. Neticede annesinin bu durumuna çok üzüldüğü için üzerindeki ridâsını çıkarıp ona gölge etmeye başladı.

Âmir, annesi ve ağabeyinin bu acıklı durumlarına çok üzülüyordu. Önce dikkatli bir şekilde etrafına bakındı. Utbe ağabeyinden çok korkuyordu çünkü. Utbe ağabeyini göremeyince, biraz rahat bir nefes aldıktan sonra; yanlarına giderek araya girmeden edemedi:

–Ah annem! Ah ağabeyim! İkiniz de çok acı çekiyorsunuz! İkinizin hâline de çok üzülüyorum. Annem, sıcak güneşin altında ve yakıcı kumların üzerinde ağzına bir şey koymadan oturuyor, Sa‘d ağabeyim de başucunda durmuş, onu güneşten korumak için gölge yapıyor! Bu iş nereye varacak böyle? Size bir şey olmasından korkuyorum! Ne olur bu işe bir son verin artık! İki gün oldu, koskoca iki gün! İkiniz de bitip tükendiniz! Bitirin artık bu işi!2

–Bana değil, annemize söyle sevgili kardeşim!

–Anne, anne! Yeter artık anne, yeter! İkiniz de çok kötü bir durumdasınız! İnleme sesin dahî duyulmuyor artık!

–Evet sevgili kardeşim, gördüğün gibi ikimiz de çok zor bir durumdayız!

–İkinizi de çok seviyorum ben! Siz benim öz annem ile öz ağabeyimsiniz! Ama ikiniz için de elimden bir şey gelmiyor. İkinizin hâline de çok üzülüyorum. İkiniz de güneş altında ve iki gündür aç-susuz perişan bir durumdasınız! Böyle giderse ikinizi de kaybedeceğiz! Bitirin artık bu işi, bitirin!

–Sendeki bu sevginin seni İslâm’a getireceğine inanıyorum sevgili kardeşim!

Bu arada şirk ve küfür üzere açlık grevini ısrarla sürdüren annenin zoraki de olsa inleme sesi duyuldu.

–Annemizi duyuyor musun Âmir? Bu küfür ve şirk üzerine ısrarın iniltisi! Oğlunun putlara ve putlar adına yapılan bunca çirkinliklere dönmesi için ısrar eden bir annenin sesi bu!

–Senin durumun da hiç iyi değil ağabey, ne yapacağız şimdi? İnşâallah hayırlısı ile biter bu iş; inşâallah ikiniz de kurtulursunuz sevgili ağabeyim!

–İnan bana, İslâm senin kalbini aydınlatınca öyle mü’min erkek ve hanımlar göreceksin ki; İslâm’ı reddeden bir söz söylesinler diye, karınları parçalanacak da, dudaklarından böyle bir söz çıkmayacak!3

Bunu söylerken bir anda fenalık geçiren Sa‘d -radıyallâhu anh-, yalpalayarak düştü. Âmir korku ve endişeyle koşuşturdu:

–Ağabey, Sa‘d ağabey! Ne oluyor ağabey?

–Korkma kardeşim, düştüm sadece!

–İki gündür sen de bir şey yiyip içmiyorsun ağabey! Sen de bittin artık! Sen bari vazgeç!

–Ölürüm de dönmem ben!

–İslâm’dan demiyorum ağabey, Allah ve Rasûlü’nden vazgeç demiyorum!

–Deme sakın kardeşim, böyle bir şey düşünme sakın!

–Sen böyle annemizi korudukça, o daha çok direnme gücü buluyor. Bu arada da, olan sana oluyor tabiî. Sen şimdi bir şeyler yiyip içersen, o da vazgeçer sanırım.

–Annemiz bir şey yiyip içmeden, biz nasıl yeriz Âmir?

–Biz yiyelim ki, o da yesin ağabey!

–Haklısın kardeşim. Ayakta duracak hâlim de kalmadı artık. Sen gidip bir şeyler getir de annemizin yanında yiyerek, onu da teşvik etmiş olalım!

Âmir, Utbe’nin evde olmamasını fırsat bilerek, gidip yiyecek-içecek bir şeyler getirdi. Diğer kardeşleri de yardımcı olmuşlardı.

Kardeşlerinin getirmiş olduğu yiyecek ve içecekleri annesine gösteren Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh-, bir yandan da dil döküyordu…

–Anne! Beni duyuyor musun? İki gün oldu, hâlâ bir şey yiyip içmeyecek misin? Bak, kardeşlerim yiyecek-içecek bir şeyler getirdiler. Haydi beraber yiyelim!

İnatçı kadın açlık grevini sürdürüyordu. Bitip tükendiği hâlde, yine de bir şeyler homurdandı:

–Sen putlarımıza dönmedikçe, burada böyle öleceğim ben!

Bu kadar kör inada fazlasıyla içerleyen Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh-, dayanamayarak o meşhur tarihî sözünü oracıkta söyleyiverdi:

–Ey annem! Beni cehennem ateşine sokmaya çalışan annem! Seni ne kadar sevip saydığımı bilirsin! Ama unutma ki ben Allah ve Rasûlü’nü her şeyimin üzerinde seviyorum. Belki dinleyip anlarsın diye günlerdir tahammül ettim! Fakat sen ısrarla inat ettin! Öyleyse sen de şunu iyice anla ki, değil senin bir defa ölümün, başındaki saçların sayısı kadar rûhun olsa, her gün birini alsalar, ne inancımı terk ederim, ne de hislerimin zayıflamasına râzı olurum! Sana ne olursa olsun, dînimden dönmem ben! Allah ve Rasûlü’nden dönmem! Artık karar senin, ister ye iç; istersen burada böylece ölüp git! Allah ve Rasûlü’nden, dînimden dönmem ben; dönmeyeceğim! Anladın mı beni?4

–Sen ne diyorsun ağabey?

–Siz durun kardeşim! Siz durun biraz! Günlerdir çektiğimiz yetti artık! Annemdir diye, sevip sayıyorum diye beni de kendisiyle beraber cehenneme sürüklüyor! Son defa sesleniyorum! Beni duyuyor musun anne! Senin yüz canın olsa ve her biri tek tek çıksa, ben yine de dînimde sebat ederim! Artık ister ye, ister yeme; sen bilirsin! İşte ben gidiyorum!5

Aylardır sabreden Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh-, annesinin son iki günkü açlık grevinde bitip tükenmişti. Bir yandan açlık ve susuzluk, diğer yandan da güneş altında kalmak bitirmişti onu. Bitip tükenmiş hâliyle hıçkırarak annesine bunları söyledikten sonra da düşe kalka çekip gitti…

Allah ve Rasûlü her şeyin üzerinde gelirdi. İslâm, her şeyimizin önündeydi. Çünkü her şey İslâm ile değer kazanır, her şey İslâm ile ölçülürdü. İslâm’ın olmadığı yerde hiçbir şey olmazdı. İslâm varsa, her şey vardı. İslâm yoksa hiçbir şey yoktu. Peygamber Efendimiz böyle buyurmuştu çünkü…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

_________________

1 İbn-i Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, c. 1, s. 713.
2 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Ma’rifeti’s-Sahâbe, c. 3, s. 137.
3 İbn-i Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 258.
4 İbn-i Abdilber, el-İsti’âb fî Ma’rifeti’l-Ashâb, c. 2, s. 172; İbn-i Hacer, el-İsâbe, c. 1, s. 713.
5 Zehebî, Tecrîdü Esmâi’s-Sahâbe, c. 1, s. 424.