KALBİNİ YARIP BAKTIN MI?

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Bir iftar sofrasındaydık.

Oruç huzûrunun kendini bütünüyle gösterdiği iftar vakti yaklaşmıştı.

İhtimamla hazırlanan yer sofrasında herkes sükût içerisinde ezanı beklemekteydi.

Sofra başında yavaş yavaş çorbalar konmaya başladı.

Sıcacık çorbalar.

Bir kişi ayakta tencereyi tutuyor, bir kişi de tabakları dolduruyordu.

Tencerenin altına denk gelen kişi ise kendisini eğmiş, hizmet edenlerin işlerini kolaylaştırmaya çalışıyordu. Fakat tencere onun tam tepesinde idi.

Ateşten yeni alınmış ve fokurtusu henüz kesilmiş olan çorba tenceresi, tutanın elinden kayabilir diye eğilip bükülen delikanlıyı ikaz ettim:

“–Kenara çekilsen iyi olur!”

Sözüm biter bitmez delikanlı yerinden fırladı. Şaşırdım. Acaba ne olmuştu? Dediğimden alınmış mı idi? Fakat alınacak bir şey yoktu ki! Yine de yanlış anlamış olabilir düşüncesiyle kendisinden özür dilemeye karar verdim.

Derken az sonra geldi. Havanın sıcaklığına rağmen sırtına ceket giymişti. Merakla sordum:

“–Niye kalkıp gittin?”

Dedi ki:

“–Hocam, ceketini giyersen iyi olur, dediniz ya!”

Allah Allaah.

Mesele buymuş demek. Hiç alâkası yok görünse de, üzerine çorba dökülmemesi için kenara çekilmesi için yaptığım ikazı; zavallı delikanlı, ceketini giymesi için söyledim zannetmiş. Aramızda sadece bir metrelik mesafe olmasına rağmen bu farklı algı, bana çok câlib-i dikkat geldi. Eğer sormasam, benim dediğimi nasıl anladığını da asla bilemeyecektim.

Aslında delikanlı, yaptığı davranışında tamamen mâzurdu. Çünkü anladığına göre bir yansımada bulundu. Üstelik, havanın sıcaklığına aldırmadan ceket giydi.

Demek ki;

Muhatabımıza ne söylediğimiz mühim, ancak onun nasıl anladığı daha mühim. Çünkü muhatabın icraat ve davranışı, söylediğimizden ziyade, onun anladığı ile orantılı.

Bu bakımdan insanları ve davranışlarını değerlendirirken bu husus mutlaka göz önünde bulundurulmalı. Yoksa akıl da gönül de, zanların ve yanlış tespitlerin kurbanı olabiliyor.

Bu hakikat;

O iftar saatinde özel bir hisse oldu.

Bu hisse, bir başka gerçeği daha anlattı:

Sû-i zan / başkası hakkında kötü düşünmek ve dedikodu neden haram? Hattâ niçin ölü eti yemek kadar çirkin?

Çünkü bunların içi;

Yığın yığın yanlış anlamalarla ve kasıtlı-kasıtsız hatalı yorumlamalarla dolu. Sıradan akıllı bir kimse bile; «Kuş iki ayaklıdır, insan da iki ayaklı. Öyleyse insan kuştur. Kuş da insan.» şeklindeki bir yuvarlama karşısında el sallar geçer. Fakat hiç dikkat etmez ki, insanlarla münasebetlerinde en çok kullandığı mantık budur.

Yanlış bildiği ve hatalı anladığı küçük bir meselede büyük yakıştırmalar oluşturur ve üstelik muhatabının olmadığı ve olması imkânsız kuytularda koca koca yargılar istifler. Sonra onları oduna dönüştürerek tutuşturur da tutuşturur. Hele araya haset girmişse, dedikodu karışmışsa, yalan dolan sızmışsa, eyvah ki eyvah! Dost bile düşman olmuş, düşmansa canavar kesilmiş.

Hâlbuki yapılması gereken şey, hatalı bilgilerin birinci adresten test edilmesi. Yoksa doğru cevap da hayal. Lâkin kimileri hayali sever ve onu seçer. Fakat hayali seçen dedikoducular ve hasetçiler, neticede kendi dumanlarında boğulmaktan kurtulamazlar. Zaten bir yere saklanarak gizli gizli fino köpeği havlayışı, hiçbir zaman insanı arslan yapmaz. Korkaklık ve haksızlığın çamurunda tıkanan topal bir zavallı yapar.

Gelelim biz, bahsettiğimiz iftarda gönle akan Ramazân-ı şerif hissesine.

Böylesi durumlarda;

Bu mübârek ay, nasıl bir incelik öğretiyor bize?

Eğitim bülbülü de, işte oruç dalına kondu!

Bakalım neler söyleyecek?

Söyle ey bülbül!

İşte oruç dalında eğitim bülbülünün dili çözüldü.

O hikmet ve basîret nümûnesi bülbül, bakın neler şakıdı:

“–Ey gönül! İnsanlarla senin aranda bir mevzu yaşanırsa sen sadece kendini mîzan et! Kendinde olanı görmeye çalış. Çünkü ayar verme bakımından yalnızca kendin hakkında söz sahibisin. Sen kendini düzeltirsen, eğriler bile sana düzgün davranır. Sen eğri olursan, düzgünler bile sana eğri davranmak mecburiyetinde kalabilir.

Ey gönül! İlâhî hakikatler dışındaki mevzularda insanları değerlendirirken oruç ölçülerine riâyet et. Meselâ, sana kötü bir söz diyene mi rastladın, sakın öfkelenme! Düşün ki, o şahıs bilmeden oruç yiyen kimseye benzer. Malûm; bir kimse unutarak tencere tencere yemek yese, testi testi su içse yine de orucu bozulmaz.

İşte ey gönül! Herkesi böyle kabul et. Ne yapsalar da, neler deseler de, bilmeden oruç yiyen ve böylece oruçları bozulmayan kimseler olarak düşün!

Doğrusu da zaten bu.

Çünkü aksini söyleyecek hiçbir açık kapı bulamazsın. Çünkü kimsenin kalbini yarıp bakmaya imkânın yok. Bir kimsenin hatalı davranışındaki kasıtlılığı bilmek, onun kalbini yarıp bakmadıkça mümkün değil. Bu mümkün olmadığına göre hatalı zannettiğin tüm davranışları, bilmeden oruç yemek şeklinde görmeye mecbursun. Senin bilebileceğin sadece bu kadar. Ötesi ancak Hakk’a âşikâr. Sana ise sadece meçhul.

O hâlde;

Sakın ola ki, meçhulü taşlayarak kendi kafanı yaralama! Kimi hatalı ve kusurlu görsen, unutarak oruç yiyip de Cenâb-ı Hakk’ın;

«Bu Ben’im keremim, oruç bozulmamıştır.» buyruğu ekseninde gör. Çünkü yüce Allah, kullarını hatalarıyla seviyor.

Tekrar söylüyorum, unutma;

Hangi müslümanı oruç yiyor görsen, sakın ola kasıtlı yediğini düşünme! Eğer nefsin öyle düşünmeye kalkışırsa de ki:

Kalbini yarıp baktın mı?

Ey gönül!

Bu düstûru, insanların davranışları karşısında da samimiyetle gerçekleştirsen, o zaman her gördüğünü Hızır bilme makamına ulaşırsın, o zaman her gecen kadir olur…”

Hakikaten öyle değil mi?

Sâlih kullar nasıl sâlih oldu?

Bu ölçü ile.

Gafil kullar nasıl gaflete düştü?

Bu ölçüye dikkatsizlik yüzünden. Çünkü bir mevzu, bir problem veya istenmeyen bir durum olduğunda insanların değerlendirmeleri, birden yüz seksen derece değişir. Bakış açıları da değişir. Hele sevgi öfkeye dönüşmüşse, değişmeyen taraf kalmaz.

Oysa;

İnsanlar, yaptıkları değerlendirmeleri, muhataplarının kalplerini yarmış gibi bir tavır içinde olmasalar; problemler bile çözüm kesilir de büyük hakikatlerin kapısı ve anahtarı olur. Bu da bir yana, gönül, bambaşka bir huzur ve sekînet içinde yaşar. Üzerine dağ gibi problemler çökse de insan yine yıkılmaz.

Fakat tersi olursa, her şey altüst olur.

O zaman;

Akıllar ve gönüller, doğrudan ziyade yanlışa inanmaya hazır hâle gelir. Sevaptan fazla günahı sevmeye hazır vaziyete döner. Hakikatten çok iftira ve yalana müsait olur. Kısaca aldanmaya uygun, aldatılmaya da elverişli bir profil ortaya çıkar.

İşte küçük bir örnek:

İki hindi konuşuyordu:

–Duydun mu, horoz yumurta yapmış!

–Olmayacak iş.

–Evet öyle. Fakat olmuş.

–Cinsi bozuk horozmuş. Hiç beklemezdim.

–Ben de beklemezdim. Artık onunla arkadaşlığı keseceğim.

–Ben de aynı kararı aldım.

Bu sırada bülbül araya girdi:

–Bunu kimden duydunuz?

Hindiler, ne gerek var, dercesine cevap verdiler:

–Tilki kardeş söyledi. Ne olmuş ki!

–Ne olacak? Horozu avlamak için fırsat kollayan bir tilkiden başka türlü bir lâkırdı beklenir mi? Hiç bunu düşünmediniz mi?

–Şeey…

–Peki, gözünüzle gördünüz mü tilkinin dediğini?

–Görmedik!

–Ne diye görmüş gibi konuşuyorsunuz?

–Herkes konuşuyor.

–Dedikodu böyle bir şey zaten. Herkes konuşur. Fakat hiç kimse işin aslını bilmez. Bilmeyenlerin çokluğu ya da yanlış bilenlerin sayı fazlalığı, olmamışı olmuş yapar mı? Bir yalan yaygınlaştı diye doğru sayılır mı?

–?!.

Doğru sayılmaz tabiî. Ancak anlama özelliği bozulanlar açısından doğru sayılır. Fakat bu da, gerçeği değiştirmez.

Gerçek ne?

Doğrunun özü.

Doğruyu bulmak?

Hem zor hem kolay.

Başkalarının hatalarıyla uğraşıp kendini unutanlar için çok zor.

Kendi hatalarıyla uğraşıp başkalarının hatalarını unutanlar için çok kolay.

Doğruyu bulmak ve doğru davranmak;

İnsanların kalplerini yarıp bakmışçasına hareket edenler için çok çok zor.

Unutarak yiyenlerin oruçları bozulmaz, prensibinden yola çıkarak hatalar karşısında basîretli davranan ve herkese Hızır, her geceye de kadir gözüyle bakabilenler açısından da çok çok kolay.

Öyleyse;

Muhataplarımızı hatalı ve suçlu ilân etmeden önce sormak lâzım:

Kalbini yarıp baktın mı?

Bu mübârek ayın nurlu hilâli içinde bu ahlâka erebilirsek ne mutlu!

Hem yerde hem gökte huzûrun anahtarı bu ahlâk…

Bu ahlâka sahip olmayanlar, bin bir haksızlık ve yanlış içinde perişan.

Bu ahlâka sahip olanlar da, o perişanlıktan muhafaza altında.

Rabbim nasib eylesin!

Âmîn…