GÖNÜL RIZÂSI

Sadettin KAPLAN sadettinkaplan@gmail.com

Derler ki…

Güneş, kızgın çölün üzerinde eriyip, damla-damla yere dökülürken; bir kıl çadırın içinde nur yüzlü bir adam buram buram terliyordu… Yüzünü avuçlarının arasına almış, gözleri bir noktada, öylece dalıp gitmişti… Çehresinde, tarifi imkânsız bir acı okunuyordu…

Nicedir bu adamı seyreden bir başkası, artık dayanamadı;

“–Ey benim aziz efendim…” diye inledi. “Mübârek yüzünüzde bir melâl görüyorum… Sizi bu kadar perişan eden sıkıntı nedir acep?..”

Sıcaktan ve sıkıntıdan ter içinde kalan zât, mendiliyle terini kurularken, âdeta ağlamaklı bir sesle cevap verdi:

“–Doğudan batıya kadar olan bu arz üzerinde cümle Muhammed ümmetinin hak ve hukukunu muhafaza etmek bize vazife olmuştur. Ben düşünmeyeyim de kim düşünsün?.. Bilmediğim bir beldede, bir yetimin hakkı çiğnense; rûz-i mahşerde, mahkeme-i kübrâda ben nice hesap veririm?..”

Bu sözleri söyleyen zât, elbette Halîfe-i İslâm Ömer İbn-i Abdülaziz’den başkası değildi. Kıtalar, denizler aşan İslâmiyet ile birlikte; bunca sefere, bunca cihada beytülmaldeki nakit yetmez olmuştu. Halîfeyi terleten, sıkıntıyla inleten de buydu işte…

Akşam, evine gelen Halîfe, yeni bir sıkıntı içine girmişti… Artık güneşin sıcaklığı yoktu ama içindeki ateş, onu kavurmaya yetiyordu…

Durup duramıyor, duyup söyleyemiyordu… Adaletinin terazisi, bir sarkaç gibi gönül boşluğunda sallanıp duruyordu. Sonunda kararını verdi. Ve zevcesi Fâtıma’yı yanına çağırdı:

“–Bak yâ Fâtıma…” dedi. “Eğer benimle bundan sonra da yaşamak ve sorumluluğumu benimle birlikte yüklenmek istiyorsan, şu isteğimi yerine getirmelisin.”

Fâtıma, boynunu bükerek zevcine sevgiyle gülümsedi:

“–Emret yâ emire’l-mü’minîn…”

Halîfe Ömer İbn-i Abdülaziz, sözü uzatmadan;

“–Ne kadar ziynetin varsa, hepsini beytülmâle teslim etmeni istiyorum yâ Fâtıma!” dedi.

O mübârek kadın, en ufak bir itiraz ve kırgınlık emâresi göstermeden, cümle ziynetlerini getirip, beytülmâle teslim edilmek üzere eşi ve Halîfe-i İslâm olan Ömer İbn-i Abdülazîz’e teslim etti. Bunları halîfenin dizinin dibine bırakırken dedi ki:

“–Ey mü’minlerin emîri! Îmandan güzel ziynet, takvâdan sağlam bilezik, sabırdan güzel küpe olur mu? Müslüman bir kadının bunlardan daha güzel ziyneti olamaz… Senin huzurunda, bunları Hak yoldaki hizmetler için helâl ediyorum…”

Ve aradan seneler geçti…

Vefat eden Ömer İbn-i Abdülazîz’in yerine halîfe olan Yezid İbn-i Abdülmelik; ilk iş olarak Ömer İbn-i Abdülaziz’den dul kalan kız kardeşi Fâtıma’yı yanına çağırtıp, beytülmâle bağışladığı ziynetinin bedelini geri vermek istedi. Yezid İbn-i Abdülmelik, kız kardeşine dedi ki:

“–Yâ Fâtıma! Bilirim. Zevcin Ömer İbn-i Abdülaziz; sana zulmederek, baskı yaparak ziynetlerini aldı. Bu ziynetleri, halîfe olarak beytülmalden alıp, sana iade etmek istiyorum…”

Bu sözler, Ömer İbn-i Abdülaziz gibi bir yiğidin yokluğuyla yaralı Fâtıma’yı ateş gibi sardı… Gözleri doldu… Hele, ağabeyinin merhum eşi için vehmettiği baskı ve zulüm konusu ziyadesiyle onu üzdü… Yaralı bir aslan gibi inledi:

“–Hayır, sevgili kardeşim! Bin kere hayır!.. Allah adına yemin ederim ki, Ömer bana zulmetmedi ve baskı yapmadı… Ben o ziynetleri kendi gönül rızam ile beytülmâle verdim… Ve yine and ederim ki; sağlığında sevip itâat ettiğim Ömer’e, vefatından sonra da âsî olmayacağım… Ben, o ziynetleri beytülmâle hediye ve helâl eyledim. Onlar gayri beytülmâlindir…”

Sözünü bitirir bitirmez, henüz yeni halîfe olan kardeşini, bu ters sözleri için tebrik bile etmeden hilâfet makamından çıkıp gitti…*

_____________________

* Sadettin KAPLAN, HEYBE (Masallar, Meseller, Efsaneler, Menkıbeler), Çelik Yayınevi, İstanbul, 2007.