DUVAR YAĞLI EKMEK

Prof. Dr. Mustafa Nejat SEFERCİOĞLU nejatsefercioglu@hotmail.com

Bir masal dünyasında geçti bizim çocukluğumuz; çember çevirerek, misket oynayarak, kayak kayarak, söğüt dallarından yaptığımız kavallarımızı üfleyerek; terzilerden yalvararak aldığımız büyük makaralardan yaptığımız arabaları, çalı dallarından yaptığımız sopalarla kaldırım taşları arasındaki yollardan, tecrübeli bir şoför edâsıyla sürerek geçti.

Bir masal dünyasında geçti bizim çocukluğumuz; bir dilim ekmeğimizi, yarım bardak suyumuzu paylaştığımız, zaman zaman küsüp barıştığımız, zaman zaman sarılıp ağlaştığımız arkadaşlarımız vardı. Bu arkadaşlarım arasında en çok sevdiğim ve beraber olmaktan keyif aldığım arkadaşım, yetim Kemal’di. Onunla beraber olmak, onunla oyunlar oynamak, şakalaşmak ve sahip olduğumuz her şeyi paylaşmak, en çok hoşuma giden şeylerdi. Kemallere göre biz daha iyi imkânlara sahiptik. Ama ben küçücük aklımla bu farkı Kemal’e hissettirmemek için büyük çaba harcardım. Kemal’in çok keyif aldığım ve değer verdiğim dostluğunu kazanmamda bu samimî davranışımın etkisi olduğunu düşünüyorum.

Güzel bir bahar günüydü. Kemal’le yine ipin ucunu kaçırmış, peşine takıldığımız uçurtmamızın arkasında, kan ter içinde kalıncaya kadar koşuşturmuş ve tabiî olarak susayıp acıkmıştık. Kemal’in evi, bulunduğumuz yere bizim evden daha yakındı. Son gücümüzü de harcayarak kapağı Kemallerin evine attık. Kemal’in annesi Hatice Teyze’nin avluda, gölge bir yere koyduğu küçük testideki serin suyu mideye indirip kendimize geldikten sonra Kemal annesine seslendi:

“–Ana! Biz çok acıktık!”

Hatice Teyze ıslak ellerini önlüğüne silerken;

“–Çok mu acıktınız? Ben şimdi size duvar yağlı ekmek hazırlar, karnınızı bir güzel doyururum.” diye cevap verdi.

O zamana kadar hiç böyle bir yemek adı duymamıştım. Annem acıkıp yemek istediğim zamanlar; çok işi varsa, yufkanın içine peynir, varsa soğuk kuru fasulye ya da nohut koyup dürüm yapar, elime verir, diğer elime de bazen bir domates ya da salatalık tutuştururdu. Acele işi yoksa yahut ben iki ayağını bir pabuca sokmamışsam, mutlaka güzel bir sofra kurar, genellikle çok sevdiğim yemeklerle donatırdı. Ama o güne kadar kursağıma hiç duvar yağlı ekmek düşmemişti. Hatice Teyze, biraz sonra elinde iki dürümle göründü. Dürümleri elimize tutuşturdu ve yanaklarımızı okşadıktan sonra işinin başına döndü. Büyük bir iştahla duvar yağlı ekmeğimizi yiyip bitirdikten sonra, tekrar uçurtmamızın peşine takılıp gittik. Damağımdaki duvar yağlı ekmeğin tadı akşama kadar gitmedi…

Birkaç gün sonra, yine oyuna dalıp kendimizi unuttuğumuz ve çok acıktığımızı geç fark ettiğimiz bir gün Kemal’le bize gittik. Daha eve girmeden dış kapıdan;

“–Anne biz çok acıktık!” diye seslendim. Terlemiş ve pancar gibi kızarmış yüzlerimizi gören annem;

“–Sofra hazır, haydi ellerinizi, yüzlerinizi güzelce yıkayın da gelin.” dedi.

Annemin özene bezene hazırladığı sofraya şöyle bir baktım; etli nohut, pirinç pilâvı, salata ve yoğurt. Kemal’in sofraya takılıp kalan bakışlarına dikkat etmeden ve annemin söylediklerini duymazdan gelerek;

“–Ben bunları yemem. Bize duvar yağlı ekmek yap!” dedim. Annemin, hayretle açılmış; «O da ne?» diyen bakışlarını görünce, bu konuda bilgisinin olmadığını anladım. Israrla duvar yağlı ekmek isteyerek, annemin büyük emek vererek hazırladığı, aslında çok sevdiğim yemekleri yemeden oradan ayrıldık. O kadar sinirlenmiştim ki, Kemal’in dönüp dönüp o sofraya baktığını bile fark etmedim.

Akşam eve dönünce, annemin kızgınlıktan ziyade üzüntü ifade eden bakışlarıyla karşılaştım. Yumuşak ve hüzünlü bir sesle bana duvar yağlı ekmeğin ne olduğunu sordu. İşin aslını öğrenince, elimden tuttuğu gibi Hatice Teyze’nin evine götürdü. Olanları anlatıp, Hatice Teyze’ye duvar yağlı ekmeğin ne olduğunu ve nasıl yapıldığını sordu. Bu soru karşısında Hatice Teyze’nin sıkıldığını, utandığını ve nasıl anlatacağını şaşırdığını bugün bile bütün canlılığı ile dün olmuş gibi hatırlıyorum. Hatice Teyze, ancak kendisinin duyabileceği kadar kısık ve hüzünlü bir sesle;

“–Evde katık yapacak bir şey yok da…” dedi ve sustu. Zorla yutkunduktan sonra aynı hüzünlü sesle devam etti:

“Ben, Kemal acıktığı, yemek istediği zaman; ona duvar yağlı ekmek hazırladığımı söyleyerek, elimi duvara sürüyor, sonra ekmeğe yağlar gibi, elimi sürerek dürüm yapıp veriyorum. O da sağ olsun, her defasında büyük bir iştahla yiyerek, yediğinin boş yufka olduğunu asla belli etmiyor.”

Annemin nasıl şaşırdığını ve nasıl büyük bir üzüntüye kapıldığını hiçbir zaman unutamadım. Daha sonra annemin kimseye hissettirmeden, Hatice Teyze’nin onurunu zedelemeden, elinden geldiği kadar yardım ettiğini ve onunla dost olduğunu gördüm. Kemal’le olan candan arkadaşlığımızın bir neticesi olduğuna inandığım bu dostluğu hep büyük bir huzur duygusuyla hatırlarım; tabiî, o duvar yağlı ekmeğin, hiçbir yemekte bulamadığım nefis tadını da…