ÖMÜR KERVANI

H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com

Ömür kervanı, her yıl aynı menzillere (duraklara) uğraya uğraya devrini tamamlıyor. Bizi çeşitli kazanç fırsatlarıyla dolu çarşılara ulaştıran kervanımızın, yolculuğun en bereketli durağı olan Ramazan panayırına uğradığı günlerdeyiz. Bu panayırda hayat sermayemizi değerlendirmemiz için çok kıymetli ipekler, mücevherler, misk ü anberler satılıyor. Sılamıza döndüğümüz vakit bize büyük bir servet kazandıracak metalar bunlar… Ancak Ramazan ayının yaz aylarına ve tabiî ki tatil mevsimine denk gelmesi sanki bizi biraz gaflete düşürüyor.

Haberlerde duyuyoruz, turizm sektöründe çalışanlar Ramazan ayının işlerinde durgunluğa sebep olmaması için çeşitli indirimler, hediyeler va‘dediyorlarmış. Korkarım bu indirimlerin de tesiriyle bazı zayıf müslümanlar, Ramazân’ı tatil gafletiyle geçirecekler.

Ebediyete giden kervanın sefer hazırlıklarından gafil olan ruhlar, nefsânî lezzetlerle oyalanmaya koşacaklar. Endişe ediyorum ki bazı müslümanlar bile, delikanlılık çağının eşiğindeki çocuklarının oruç tutmamasına aldırış etmeyecekler. Dönüp dolaşıp varacağı bir yurdu, bir sılası olmayan bir serseri gibi gayesizce gezip eğlenmesine göz yumacaklar. Bu tavırlarıyla onları ehl-i dünyanın hayat telâkkisini ve tarzını kabullenmeye yönlendirmiş olacaklar.

Müslümanlar ne kadar farkında bilmiyorum ama kış aylarında dünyevî başarı peşinde koşup yorulmak, yaz aylarında ise nefsini bol bol yiyip içerek, gezip eğlenerek ödüllendirmek bilhassa batıda zirvesine ulaşan tek dünyalı hayat telâkkisinin yaşama biçimidir.

Müslümanların hayat tarzını belirleyen mevsimler, yaz ve kış mevsimi değildir. Müslümanın takvimi ay takvimidir ve üç aylarda oruç mevsimine, Zilhicce ayında kurban ve hac mevsimine uğrayarak devr-i dâim yapar. Bu mevsimler mâneviyat tohumları ekip rûhâniyet mahsulleri dermek isteyenler için çok da verimli mevsimlerdir hem.

Ne yazık ki bu çok kıymetli mevsimler ya kışın;

“Okulları var, dersleri çok yoğun. Hem imtihanları da iyice yaklaştı.” mazeretiyle hebâ oluyor yahut;

“Tatil zamanı; günler de çok uzun. Hava da sıcak mı sıcak…” diye dünyevîliğe kurban veriliyor.

Sadece gençler değil, yetişkinler de tehlikede. Üç aylarda tatil yerlerinde ve yazlıklarda olacak müslümanların, hassâsiyetlerine bir kat daha fazla dikkat etmesi gerekiyor. Çünkü bu mevsimler kat kat sevap kazandırmak bakımından bereketli olduğu kadar, hürmetine riâyet edilmesi gereken nâzenin zamanlar. Bu mevsimde gözü, kulağı haramdan korumak da önem kazanıyor. Gerek ibâdetlerin rûhâniyetini zedeleyecek hâllerden, gerekse rehâvete kapılarak zamanı gafletle geçirmekten kaçınmaya dikkat etmek gerekiyor.

Ne de olsa yaz mevsimi insanı biraz gevşekliğe sürüklüyor. İnsan fazla gayretli olamıyor, uyuşuk bir hâle geliyor. Ayrıca yazın, günlerin uzun olması da insanı biraz daha dünyevîleştiriyor. Kışın; erkenden hava kararınca evine çekilen insanın okumaya, zikre daha fazla zaman ayırması mümkün olduğu hâlde, yaz günleri gezip tozmakla geçebiliyor.

Aslında üç ayların yaza denk gelmesi bizi şu dünya hayatına bakışımızı netleştirmeye mecbur ediyor. Biz kimiz? Hayata bakışımız nedir? Kendimize nasıl bir değer, nasıl bir rol biçiyor; neye lâyık görüyoruz?

Farz edelim kendimizi birden bire bir uçakta bulduk.

“Bizi bu uçağa kim bindirdi? Nereye götürüyor? Neden götürüyor? Bizimle ilgili plânı nedir? Bizden ne istiyor?” diye merak etmez miyiz?

Bu soruları hiç merak etmeyip yiyecek-içecek servisi yapanların başına üşüşen, kendi haklarından fazlasını kapmak için yarışa girenleri görsek şaşmaz mıyız?

Bu sırada bir görevli gelse;

“Bu uçağın sahibi sizi çok güzel bir diyara götürüyor. Size düşen de talimatlara uygun hareket edip kurallara uymaktır. Bunu yaparsanız büyük mükâfat kazanacaksınız.” diye ilân etse, sevinmez miyiz?

Birileri çıkıp;

“Yok canım, bu uçağın sahibi filân yok. Zaten bu uçak da sadece boşluğa fırlatılmış bir cisimden ibaret. Eninde sonunda düşecek ve yok olacak. Öyleyse biz bu yolculuk sırasında ne istersek yaparız. Zaten hayattan tek nasibimiz budur.” dese. Bu mantıkla sorumsuzca etraflarına zarar verseler, bu hâllerine şaşıp, kalmaz mıyız?

İşte üzerinde yaşadığımız dünya da böyle, büyük bir hızla hareket eden bir uçağa benziyor. Bütün bir kâinatın dönüş içinde genişlemesi kuralına uygun bir şekilde güneş sistemimiz de «müstekarr»ına doğru hızla akıyor. Peki bu kâinat böyle genişleye genişleye ne olacak?

Kâinatın kıyâmetini görsek de görmesek de bizim kendi kıyâmetimizin bir gün mutlaka kopacağını biliyoruz. Bizim ömür gemimizin eninde sonunda son durağa geleceğini ve bizi âhiret limanına indireceğini… Peki, yolculuğumuzu nasıl geçiriyoruz?

Turizm kelimesinin temsil ettiği mânâda; yiyip, içip, gezip tozmakla mı, yoksa sefer kelimesinin bize hatırlattığı «bir gayeye yönelmiş yolculuk» mânâsına uygun olarak kazançlarla mı?

Kur’ân-ı Kerim ticaret seferleriyle hayatını kazanan bir millete geldi. Onlara misal getirirken ekseriyetle bu tecrübelerine atıfta bulunarak «ticarette bol kâr etmek» üzerinden temsiller yaptı.

“Ey îman edenler! Sizi gayet acı bir azaptan kurtaracak, üstelik size çok kârlı bir ticaret sağlayacak bir iş bildireyim mi? Allâh’a ve Rasûlü’ne inanır, Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla çalışır; cihad edersiniz. Eğer bilirseniz bunu yapmak sizin için çok hayırlıdır. Böyle yaparsanız sizin günahlarınızı affeder ve içinden ırmaklar akan cennetlere ve özellikle Adn cennetlerinde çok güzel saraylara yerleştirir. İşte en büyük başarı, en büyük mutluluk budur.” (es-Saf, 10-11)

Yine Kur’ân-ı Kerim bu seferin selâmetle ve kazançlı bir şekilde geçmesi için mutlaka peygamberin ışığından yararlanmak gerektiğini bildirerek onu «Nûrlu bir kandil»e (el-Ahzâb, 46) benzetiyordu. Kandil diye çevrilen «sirac» karanlık bir gecede yolculuk edenlerin, yolu aydınlatmak için kullandıkları meş‘ale, çıra gibi aydınlatma araçlarına denir. Bu âyet; Peygamberimiz’i, karanlıklar içinde yolunu bulmaya çalışan insanlığın yolunu aydınlatan bir kılavuza benzetmekte değil midir?

Hattâ «hidâyet» kavramının bile «kervanlara kılavuzluk edip, gidecekleri noktaya en emniyetli ve iyi şekilde ulaştırmak için rehberlik yapmak»tan geldiğini görüyoruz. Ve Kur’ân-ı Kerim’deki temsillerde de Peygamberimiz’in kılavuzluğunu vurgulayan ifadeler görüyoruz.

Peygamberimiz hem fî-sebîlillâh yapılan hicretlerin, ilim ve cihad seferlerinin ve haccın kılavuzudur; hem de âhiret menziline doğru ilerleyen hayat yolculuğunun ebedî kılavuzudur. Peki bu hayat yolculuğunun maksadı nedir?

Kur’ân-ı Kerim’de «gezip dolaşın» mânâsındaki «seyr» tabiri tam 17 yerde geçmektedir ve yolculuklarda ibret almaya teşvik etmektedir:

“De ki, ey Habîbim! Yeryüzünde gezin dolaşın. Bakın bakalım sizden daha güçlü, daha kuvvetli olan önceki toplumların / Allâh’ın âyetlerini yalanlayanların / günahkârlıkta ısrar edenlerin hâli nice olmuş!..” (bkz. el-En‘am, 21; Yûsuf, 109; en-Nahl, 36; el-Hacc, 46; er-Rûm, 9; Fâtır 44; Gāfir, 21)

Bu âyetler, seyahat etmenin mutlaka «ibret almak, ders çıkarmak» gibi önemli kazançlarla neticelenmesi gerektiğini telkin etmektedir. Öyleyse esasen bir yolculuktan ibaret olan dünya hayatının da maksadı ibretler almaktır.

Öyleyse ömür kervanımız menzillere konup göçtükçe hem sevap kazançları hem de ilim-irfan ve feyz nurları elde etmek için içinden geçtiğimiz mevsimin bereketinden faydalanmayı ihmal etmeyelim, inşâallah…