DAĞLAR

Zahit GENÇ zahitgenc@gmail.com

Dağlar; güç ve kuvvetin, heybet ve ihtişamın, yücelik ve azametin, sarplığın, aşılmazlığın, sertliğin timsâlidir.

«Dağları seviyor musunuz?» diye sorulsa inanıyorum ki çoğumuz; «Evet!» diye cevap verecektir. Çünkü onların büyük küçük bütün insanların hayatında önemli yeri var. Daha çocukluğumuzda masallarda Kaf Dağı’nı, efsânelerde Ağrı Dağı’nı, destanlarda Köroğlu ile birlikte Bolu dağlarını, Çamlıbelleri öğrenmiş ve bunlarla hayallerimizi süslemiştik.

Küçük bir çocuk iken aklımızı, gönlümüzü dolduran, ruh dünyamıza giren, rüyalarımızda dolaşan dağları bugün dahî unutabildik mi? Birçok ülkeleri, bölgeleri, hattâ tarihî olayları bunlar sayesinde hâfızamızda yaşatmıyor muyuz?

Sevgili Peygamberimiz’le birlikte Hira / Nur Dağı’nı öğrenip sevmedik mi? Hazret-i Musa -aleyhisselâm- ile Tur Dağı’nı, Nuh -aleyhisselâm- ile Cûdî Dağı’nı tanımadık mı? Hazret-i Hamza ile Uhud Dağı’nı, binlerce askerimizin donarak şehid olduğu Sarıkamış-Allâhu Ekber Dağı’nı içimiz sızlayarak hatırlamıyor muyuz?

Çeşitli sebeplerle gezip gördüğümüz, oturup kaldığımız şehirlerimizden bugün en çok hatırladığımız da o bölgelerin dağlarıdır. Erzurum’un Palandöken’i, Ankara’nın Hüseyin Gazi’si, Karadeniz’in Canik, Denizli’nin Babadağları hâlâ gözümün önünden gitmemektedir.

Kayseri deyince Erciyes’i, Akdeniz Bölgesi deyince Torosları hatırlamamak mümkün mü? Şeyh Şâmil’i destanlaştıran onu «Kafkas Kartalı» yapan ondaki îman ve yiğitliğin yanı sıra bu dağlar değil mi? Türkistan kahramanı Osman Batur’u Altay ve Tanrı dağlarıyla tanımadık mı? Ferhat’ın sevda imtihanı dağlarda geçmedi mi?

Vatan savunmasıyla alâkalı bir konferansta dağların bugün bile ne kadar önemli olduğunu dinlemiş, hayret etmiştim. Orta Asya bozkırlarından Anadolu’ya gelen atalarımız, dağlar ülkesi diyebileceğimiz bu toprakları sevmiş ve vatan edinmişler.

Masallarda, destanlarda, şiirlerde çok sık rastlanan dağlar; şairlerimize, ediplerimize, ressamlarımıza ilham kaynağı olmuş, âşıklarımızın, ozanlarımızın dilinden türkü olarak dökülmüş.

Maddî ve mânevî, kültürel ve dînî, tarihî ve coğrafî açılardan bizim insanımızın hayatında büyük yeri olan dağlar; bilmiyorum diğer milletlerin kültüründe, inancında, hayalinde bu kadar yer tutuyor mu?

Bütün bunların yanı sıra; Çukurova’nın insanları olarak kavurucu yaz sıcaklarından kurtulmak için dağların üzerindeki soğuk pınarlı serin yaylaları da yaz aylarında mesken edindiğimizi, bu yaylaların mekânı olan Nur dağlarını da özelliği ve güzelliği açısından dile getirmeliyim.

Üzerine çıkıp konakladığımız, bereketiyle anılan ve bilinen bu Nur dağları ki, bilhassa Osmaniye ve yakın çevrelerin hayatında büyük yeri olan tek kelime ile muhteşem dağlardır.

Meyveli, meyvesiz yirmi, otuz çeşit ağacın; yüzlerce bitki ve rengârenk çiçeğin yer aldığı, bu bölge insanının içli-dışlı olduğu, sarmaş dolaş, kucak kucağa yaşadığı ve yayladığı; kuş cıvıltılı, geyikli, tavşanlı, bereketli; kışın enginlerden karlı tepelerini seyrettiğimiz, yazın yüksek tepelerinden Çukurova’nın düzlüğünü temâşâ ettiğimiz ve böylece bir ömür sürdüğümüz, yumru yumru yerleri, sivri sivri tepeleri, ince belleri, yüce başları, koca taşları, «Allah Allah!» dedirten derin dereleri olan, ardıç ve çam kokulu Nur dağları…

Biz dağ deyince; ormanlık, güzellik, bereket ve bolluk anlıyor, soğuk pınarları, temiz havayı, renk renk çiçekleri, çeşitli kelebekleri, kuşları ve diğer canlıları hatırlıyoruz.

Kışı, yemyeşil Osmaniye’de; yazı, yemyeşil Nur dağlarında geçiren insanlarız. Yeşilin içinde doğup yeşilin içinde büyüyoruz. Dağ demek bizim için yeşillik, yücelik, yiğitlik demektir. Üzerinde bir ağaç olmayan, hattâ bir ot bitmeyen kupkuru, taş gibi, piramit gibi toprak yığınları -onların kendilerine göre özelliği olsa da- bizi fazla etkilemiyor.

Ayrıca Nur dağlarının güzel, serin, şirin yaylaları da bizim için birer eğitim-öğretim yuvası olmuştur. Buralarda yaz Kur’ân kursları açılmış, yüce kitabımızı bu dağ başlarında öğrenmişizdir. Dere boyu uzayıp giden, tepelerde, yamaçlarda yankılanan nice sabah ezanlarıyla uyanmışızdır.

Bu dağ tepelerinde nice vakitler güneşin batışını, göz alabildiğine uzanan Çukurova topraklarını, hattâ tepelerden ayaklarımızın altında kalan beyaz bulut dağlarını heyecan ve zevkle seyretmişizdir.

Hele yamaçları boydan boya süsleyen sarı çiçekler insana Yûnus Emre’nin «Sarı Çiçek» ilâhisini hatırlatır. Geçmişten günümüze mânâ âlemlerinde dolaştırıp gönüllere coşku verir.

Birbirinden ayrı özellikleri ve güzellikleri olan dağlar, ovalar, çöller ve denizler; her biri dünya hayatının bir parçası, hepsi insan için, ibretle bakabilene…

Denizler değişkendir bazen sakin olur, bu hâli «deniz sütliman» ya da «deniz çarşaf gibi» deyimleri ile ifadelendirilir. Bazen hırçınlaşır dalgalar dağ gibi olur, o zaman da «deniz kükredi», «deniz kudurdu» denir. Bu hâliyle deniz korkutur. Uçsuz bucaksız uzayıp giden ovaların yapayalnız ve ıssız görüntüsü ise insana sükûnet vermekle birlikte sessiz ve derin bir ürperti verir. Çöller ise ıssız, sarı, kuru ve çıldırtan sıcaklığı ile gönüllere korkunç bir duygu yerleştirir, ölümü çağrıştırır, dehşet verir.

Ya dağlar!..

Dağların zirvesine doğru çıktıkça hava berraklaşır, manzara derinleşir, duygular depreşir. İnsan göklere doğru yükseldiğini hisseder. Heyecanı artar, hayreti artar. Zirveye çıkıp tâ tepelerden enginlere bakmak da bir başka haz verir insana.

Velhâsıl ormanların uğultusu, derelerin şırıltısı, kuşların cıvıltısı, rüzgârın fısıltısı, yaprakların hışırtısı gür ormanlarla kaplı dağların en bariz özellikleri.

Çöller ölüm, deniz hasret ve hareket, ova sükûnet ve bereket, dağlar ise heybet, haşyet ve ihtişam çağrıştırır. Ağızda dil, ağaçta dal, kovanda bal ne kadar tabiî ise; derede sel, ovada yol, tepede yel o kadar tabiîdir.

Yapılarına ve vasıflarına göre dağlar çeşit çeşittir: Görkemli yüce dağlar, heybetli ulu dağlar, başı karlı ala dağlar, uzayıp giden sıra dağlar, bereketli mor dağlar ve kıraç boz dağlar…

Yüce Rabbimizin;

“Dağları yerlerin çivisi kılmadık mı?” (en-Nebe, 7) diye buyurmasından anlıyoruz ki, onlar çeşitli hikmetleri ihtiva eden birer tabiat harikaları olarak yaratılmıştır.

Bu dağlar ki, evliyâlara, enbiyâlara yer; yiğitlere yâr; ovalar üzerine ser olmuşlardır. Yücelik, yükseklik, heybetlik onlarda; yeşillik, güzellik, uzlet onlarda; çetin kışlar, sert rüzgârlar, serin yazlar, soğuk pınarlar, şirin yaylalar onlardadır…

Bu dağlar ki, yiğitliğin sesi, İslâm’ın ilk nefesi, kutluluğun, mutluluğun, bereketin simgesi ve Rabbimizin insanlara bahşettiği büyük nimetlerden bir tanesidir.