DÎNİMİ KURTARMAK İSTİYORUM!

Handenur YÜKSEL

Evliyânın büyüklerinden Ab-dülkādir Geylânî -rahmetullâhi aleyh-, 1078’de İran’ın Gilân (Geylân) şehrinde doğdu. Künyesi Ebû Muhammed’dir. «Gavsu’l-Âzam», «Sultânu’l-Evliyâ» gibi lakaplarla da anılır. Babası Ebû Sâlih; Hazret-i Hasan’ın soyundandır, annesi Fâtıma da seyyidedir. Bunun için Abdülkādir Geylânî; hem seyyid, hem de şeriftir. Küçük yaşta babasını kaybeden Geylânî, on sekiz yaşına gelince annesinden izin alıp ilim tahsili için Bağdat’a gitmiş; orada tefsir, hadis, fıkıh ve edebiyat dersleri okumuştu.

Kādiriye tarîkatının kurucusu, fıkıh ve hadis ilimlerinde müctehiddi. Yaşadığı dönemde, ehl-i sünnet itikadı her tarafa yayılmıştı. 1166 Temmuz’unda 88 yaşında iken, Bağdat’ta vefat eden Geylânî, aynı şehirde bulunan türbesine defnedilmişti. Pek çok eser telif eden Gavsu’l-Âzam Hazretleri’nin en tanınmış eseri Fütûhü’l-Gayb’dır.

***

Uzun süredir Bağdat’ta bulunan Abdülkādir Geylânî Hazretleri, şehirde fitne ve karışıklıklar çıkınca oradan ayrılmak istemişti. Hibe Kapısı denilen yere gelince;

“–Nereye gidiyorsun, dön; herkes senden istifade edecek!” diye bir ses işitti.

“–Ben dînimi kurtarmak istiyorum.” dediğinde ise;

“–Korkma, dînine bir zarar gelmeyecek!” denildi. Düşünmeye ve bu işin hakikatini bildirmesi için Allah Teâlâ’ya niyaza başladı. Bu esnada Muzafferiye denilen bir yerden geçiyordu. Birisi kapısını açıp;

“Hoş geldin Abdülkādir! Sen âriflerin seyyidisin. Senin sancağın doğudan batıya her yerde dalgalanacak. Bütün boyunların sana eğileceğini, akranlarının üstünde bir dereceye ulaşacağını müjdelerim.” dedi.1

GÖR BAKALIM, ATIŞ NASIL OLUYOR?

Kaptan-ı Deryâ Hızır Hayreddin Paşa, 1466’da Midilli’de doğdu. Ağabeyi Oruç Reis’le birlikte küçük yaşta denizleri mekân tuttu. 1520’den sonraki dokuz yıl içinde, Akdeniz’in tek hâkimi oldu. Büyük gayretler sonunda başta Cezayir olmak üzere, Kuzey Afrika’da güçlü bir devlet kurdu. 1533’te Kanunî Sultan Süleyman tarafından İstanbul’a çağrılan Hayreddin Paşa’ya Kaptan-ı Deryâlık verildi.

Barbaros, Preveze’de dünyanın pek çok milletinin gemilerinden meydana gelen güçlü bir donanmayı kısa zamanda mağlûp etmeyi başardı (1538). Hem batı, hem de doğu dillerini çok iyi konuşan Barbaros Hayreddin Paşa, 5 Temmuz 1546’da 80 yaşında iken vefat etti ve Beşiktaş sahilindeki türbesine defnedildi.

Avrupalılar Hızır Reis’e «Barbaroşo» derlerdi ki, «Kızıl Sakal» demekti. Onlar; Allâh’ın, Barbaros’u batı donanmasını korkutmak için yarattığına inanıyorlardı.

***

İspanyollar; Cezayir limanının 300 metre açığındaki bir kayalığa, Penon adını verdikleri aşılmaz bir kale yapmış, oraya birkaç yüz muhafızla bir miktar top yerleştirmişti. Kale kumandanı; Cezayir’in fethinden önce limanı topa tutturur, camilerden ezan okunurken, sadece keyif için minarelere nişan aldırır, onları top atışlarıyla yıktırırdı. Fetihten sonra Barbaros, stratejik önemi bulunan bu kalenin alınması gerektiğine karar vererek, teslimini istedi. İspanyolların bu talebi reddetmesi üzerine kaleyi bombardımana tuttu. 29 Mayıs 1529’da Penon düştü. Barbaros, nice minare yıkıp, nice müezzin kellesi uçuran kale kumandanını huzuruna getirterek şöyle haykırdı:

“Bre kâfir, keskin nişancı imişsin; beher gülle ile bir minare yıkarmışsın. Şimdi gör bakalım top atışı nasıl olurmuş!”

Sözünü bitirdikten sonra, bu hain kumandanı bir topun içine tıktırarak «ateş» emri verdi, yardımcılarını ise idam ettirdi. Penon kayalığı, altına patlayıcılar yerleştirilerek tahrip edildi.

KULP TAKAN BULUNUR!

XVIII. yüzyılın ikinci yarısında tahta geçen (1757) Sultan III. Mustafa’nın sadrazamı, şiir ve sohbetleriyle Osmanlı kültür ve medeniyetine büyük hizmetlerde bulunan Koca Ragıp Paşa’nın mühürdarlığını yapan şair Nüzhet; velinimeti Ragıp Paşa’nın ve şair Nâbî’nin tesirinde kalarak pek çok şiir yazmıştı.

1778’de İstanbul’da vefat eden şair Nüzhet’in hayatı hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır.

***

Şair Nüzhet’e; Anadolu seyahatlerinden birinde, Sivas’tan geçerken uğradığı bir kahvehanede kulpu kırık bir fincanla kahve getirilmişti. Şair, kahvehaneden çıkarken, kahveciye bu kulpsuz fincanı göstererek;

“–Sen, bunu İstanbul’a götür!” dedi.

Kahveci sordu:

“–İstanbul’a götürüp de ne olacak?”

Şair Nüzhet:

“–Orada her şeye bir kulp takarlar. Belki buna da bir kulp takan bulunur.”2

ÂSÎ MİLLETE HALÎFE OLMAKTANSA…

Yirmi sekizinci Osmanlı hükümdarı Sultan III. Selim, III. Mustafa’nın ilk evlâdı olarak 1761’de doğmuş, amcası Sultan I. Abdülhamid’in vefatı üzerine 1789’da tahta geçmişti. On sekiz yıl süren, iç ve dış pek çok karışıklıklar içinde geçen saltanat devrinde; devleti güçlendirmek, ona eski şan ve şöhretini kazandırmak için büyük gayretler sarf etti. «Nizâm-ı Cedid» nâmıyla meydana getirdiği talimli piyade askerinden başka; topçu, top arabacılığı, humbaracı ve lâğımcı ocaklarını da geliştirdi. Askerî okullarda Avrupa’dan getirtilen subaylara dersler verdirdi. Tersaneyi her çeşit harp gemisi imal edebilecek seviyeye getirdi.

Sanatkâr bir padişah olan Sultan III. Selim, «İlhâmî» mahlâsıyla güzel şiirler yazmış, mûsıkî ile de meşgul olmuştu. Türk bestekârlarından büyüklerinden olan Sultan, aynı zamanda hattattı, özellikle tâlikte haklı bir şöhret kazanmıştı.

Dış ülkelerin tasarladığı birtakım kirli oyunlar sonucu 29 Mayıs 1807’de tahttan indirilerek, haremde hapis hayatı yaşamaya zorlanmış, 14 ay sonra da (28 Temmuz 1808) hapsedildiği dairede alçakça katledilmiştir.

***

Arz odasına giren şeyhülislâm; gözleri yerde, kederli bir tavır ve ağır adımlarla Sultan III. Selim’e yaklaştı. Sonra titreyen dudakları ile zor bir görev yaptığını, yeniçerilerin ve halkın mukaddes sarayı kirletmemeleri için tahttan indirilmesine rızâ gösterdiğini, âsîlerin yeğeni Sultan Mustafa’yı padişah seçtiğini, Allah Teâlâ’nın iradesi önünde eğilmekten başka yapabilecek şey olmadığını belirtti.

Sultan Selim, şeyhülislâmı büyük bir metânetle dinledikten sonra;

“Âsî bir millete padişah ve halîfe olmaktansa çekilmeyi efdal görürüm.” dedi. Dudaklarından;

“Zâlike takdîru’l-Azîzi’l-Alîm”3 âyeti duyuldu.

Ağır adımlarla arz odasını terk etti, tahta çıkmadan önce yirmi sekiz yılını geçirdiği eski kafesine doğru yürüdü. Şehzadeler dairesine giden merdivenleri inerken Sultan Mustafa ile karşılaştılar. Yeğenine şöyle öğüt verdi:

“Kardeşim, yüce Allah, senin çıkacağın tahttan beni indirdi. Bu milleti, lâyık olduğu mevkie getirmek isterken halkın hiddetine maruz kaldım. İyi niyetim yüzünden reddedildim. Hiçbir pişmanlık duymadan haklarımdan ferâgat ediyorum. İnanıyorum ki, halkın sevgisine soyumuzun sahip olduğu fazîletlerle cevap vereceksin.”

____________________

1 Evliyâlar Ansiklopedisi, İstanbul, 1992, c. I, s. 387-389.
2 Etem ÇALIK, Şair ve Yazarlarımızdan Nükteler, İstanbul, 1993, s. 45.
3 “Bütün bunlar, Azîz ve Alîm (mutlak galip ve her şeyi hakkıyla bilen Allâh’ın) takdiridir.” (el-En’âm, 96; Yâsîn, 38; Fussılet, 12)