«Bereketli Topraklar»ın ve SICAKKANLI İNSANLARIN DİYARI

Hayrettin DURMUŞ hayrettin_durmus@mynet.com

Toros dağlarından Çukurova’ya doğru inerken bir sıcaklık sarar yüreğinizi. Yayla serinliğinin bittiği, sarı sıcakların başladığı yerdir Adana. Çukurova; bayramlığını giymeye başladı mı, yalan dünyanın cenneti olur sanki. Onun için Karacaoğlan;

Çukurova bayramlığın giyerken,
Cennet dense sana yakışır dağlar!..

diye tarif eder bu diyarları. Çukurova’yı Adana’dan, Adana’yı Çukurova’dan ayrı düşünmek ne mümkün.

Yağmur, toprağın çatlayan dudaklarından öperken;

“Adana’nın yolları taştan…” deyip kimler düşmemiş ki yollara. Romanlara konu olan bereketli diyarlar davet etmiş insanları. Turnaların kanat sesiyle turaçların feryâdı yanık bir türkü olmuş sarı sıcaklarda benzi siyahlaşan pamuk ırgatlarının dilinde… Coşkulu bir davettir Çukurova’nın yağmuru, toprağı, havası. Rabbimin özel ikramı gibidir bu topraklara değen sıcaklar. Her çeşit sebze, meyve boy verir bu topraklarda. Kimse aç, açık kalmaz. Havası gibi insanı da sıcakkanlıdır.

Gönülden bir «Merhaba» deseniz, bin «Merhaba» sesi işitirsiniz karşıdan. Selâmınıza en güzel şekilde mukabele edilir kısacası.

Ağalar, beyler memleketidir Adana. Gezdiğiniz caddenin, yaşadığınız mahallenin adını sormanız kâfîdir bunu anlamanız için. «Ziyapaşa, Cemalpaşa, Gürselpaşa, Gazipaşa, Abidinpaşa, Şakirpaşa…» Hicivleriyle tanıdığımız Ziya Paşa, Adana valiliği de yapmıştır… Şairi, yazarı, ressamı, sinema sanatçısıyla bereketli topraklar; kültür ırmağında da boy verir. Vaktiyle kültür-sanatın nabzının attığı yerdir Adana…

Yeşilliği, bitki örtüsü öylesine göz kamaştırıcıdır ki âdeta damarlarınız ıtıra döner. Döner dedim de Adana’nın yemekleri de dillere destandır. Adana kebabıyla şalgam dünyaca meşhurdur. Bir lokantanın kapısından içeri girdiğiniz zaman hemen ikram başlar. İslâm’ın güzel bir geleneğini yaşatır Adanalılar. Kebabınız gelmeden önce sunulan nane, maydanoz, limon, turp ve çeşitli salatalarla neredeyse karnınız doyar. Kebabın yanında ikramdır bunlar. Bir dilim ekmeğe, bir bardak suya para ödemezsiniz yani. Adanalıların cömertliğidir bu.

Hele Nisan ayı bambaşkadır Adana’da. Cemre düşüp de toprak uyandı mı taşı-toprağı coşar Adana’nın. Portakal çiçekleri mis gibi kokar. Hazret-i Peygamber’in doğum coşkusuna katılır ağaçlar, dallar, yapraklar. Ağaçlar da yüreğini Nisan’a kurmuş gibidir sizin anlayacağınız…

Bir şehrin tarihini mezarlıklardan; hâfızasını, insanların sırdaşı olan köprülerden, yollardan öğrenebilirsiniz. Camiler, mescidler tapusudur şehrin. Hanlar şehrin cömert yüzünü, hamamlar medeniyetimizin tertemiz özünü gösterir.

Büyük Saat Kulesi Adana’nın bayram coşkusu, Ulu Cami tapusu, Taşköprü gönüllerin kapısıdır. Çoban Dede türbesi umudu, Şahmeran, Binboğa özlemidir.

Adana’da dostluk, Çukurova’nın sıcakları kıvamındadır. Adanalı sevdi mi; «Allâh’ına kurban» olur. Destan şairimiz Niyazi Yıldırım GENÇOSMANOĞLU’nun; “Kimdi onlar? Bir aşılmaz dağdılar. Devcesine kükrediler / Devcesine sevdiler” mısraları dökülür dudaklarınızdan…

Adana; sadece Türkiye’mizin dördüncü büyük vilâyeti değil, aynı zamanda beyaz altının ambarıdır ve büyük bir tarihî birikime sahiptir. Seyhan Nehri gibi coşkuludur. Hitit tabletlerinden öğrenilen bilgilere göre, milâttan önce ikinci bin yıla kadar uzanan eski bir yerleşim birimidir.

Adana ve Çukurova Kur’ân-ı Kerim’de ismi zikredilen bir beldedir. Rûm Sûresi’nin ilk âyetinde; «Ğulibeti’r-Rûm fî edna’l-arz…» diye ifade edilen bölgenin Çukurova olduğunu tefsir kitaplarımız anlatmaktadır.

Gezilecek görülecek o kadar çok tarihî eser vardır ki saymakla bitmez dense yeridir. Justinias tarafından yapılan Taşköprü, Seyhan ırmağının iki yakasını bir araya getiren gerdanlık gibidir.

Adana köprübaşı,
Otur saraya karşı…

diye mırıldanmak geçer içinizden köprünün üzerinde. Taşköprü’nün kemerleri ne günlere şahitlik etti bilinmez. Kimler geçti üzerinden salınarak. Hangi cihangirlerin atlarının nalları değdi? Kaç sevdalı, mavi sulara bıraktı yüreğini kim bilir?

Adana’da ziyaret edilecek önemli mekânlardan birisi de Yavuz Sultan Selim Han’ın evidir. 1513 yılında Ramazanoğlu Halil Bey tarafından inşasına başlanan ve 1541’de tamamlanan Ulu Cami külliyesi kelimenin gerçek mânâsıyla Adana’nın kalbi gibidir. Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi’ne giderken uğradığı ve birkaç gün misafir olduğu ev de Ulu Cami külliyesi civarındadır.

Hattâ İbn-i Kemal’in atının ayaklarından sıçrayan çamurların Yavuz’un kaftanına sıçraması üzerine herkesin telâşa kapıldığı anda Yavuz’un;

“Âlimin atının ayaklarından sıçrayan çamur bizim için şereftir. Öldüğüm zaman bu kaftanı üzerime örtünüz.” sözünü de burada söylediği rivâyet edilmektedir.

Bugün de Ulu Cami külliyesi şairlerin, yazarların uğrak yeridir. Güvercinlerin kanat şakırtıları arasında tavşan kanı çaylar yudumlanırken, şadırvanın hasretlikten yüreği yanmışçasına akan suları eski haşmetli günlerini özler gibidir. Şadırvanın hemen karşısındaki kabirde yatan şair Ziya Paşa da;

“Aranızdayım, ona göre konuşun!” dercesine her hafta bıkıp usanmadan misafirlerini ağırlamakta ve uğurlamaktadır.

Akça Mescid, Hasan Ağa Camii, Mestanzâde, Alemdar Mescidi, Yeşil Mescid, minaresinin altından geçilerek içeri girilen Türkiye’deki tek cami olan Yeni Cami (1774), çarşıdaki Kemeraltı Camii (1599), Tahtalı Cami, yeni dönemde yapılan Şehzade Kademoğlu gibi camiler, Orta Doğu’nun en büyük camisi olarak inşa edilen ve 1998 yılında ibâdete açılan Sabancı Merkez Camii muhteşem görünüşü ile günde beş kez ilâhî daveti salmaya devam etmektedir.

Büyük Saat Kulesi (1881) millî mücadelemizin canlı destanı gibidir ve dimdik ayaktadır. Millî bayramlarımızda Büyük Saat Kulesi’ne asılan ay yıldızlı şanlı bayrağımız yine ilk günkü heyecanla yüreklerimizi kabartmaktadır. Birçoklarımızın ezbere bildiği; “Ey mavi göklerin kızıl ve beyaz süsü / Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü…” diye başlayan Bayrak şiirini, rahmetli Arif Nihat ASYA, Türkiye’mizin ve Adana’mızın çınarı olan okullarımızdan Erkek Lisesinde öğretmen olduğu günlerde yazmıştır. Her köşesi buram buram tarih kokan, kahramanlık hâtıralarıyla bezeli güzel bir şehirdir Adana.

Büyük Saat civarındaki beş yüz yıllık Kazancılar Çarşısı’nda gezerken ağaç işlemeciliğinin her çeşidine, kap kacak imalâtından tutun da kalaycılığa kadar birçok sanatın icra edildiğine şahit olursunuz. Çarşıdaki çekiç sesleri zikre durmuş gibidir. Çarşıyı gezerken içinizde Osmanlı rûhunun canlandığını görürsünüz.

Hazret-i Peygamber’in;

“Sizden iyi bir arkadaş edinen kimsenin hâli, ıtriyatçı dükkânına giren kimsenin hâline benzer. Orada sizin üzerinize güzel bir koku siner…” buyurduğu kutlu hadîs-i şerîfinin hikmetini en iyi anlayacağınız yerlerden birisi de Adana’daki çerçilerin bulunduğu çarşıdır. Bin bir çeşit baharatın, derde devâ yüzlerce bitkinin bulunduğu dükkânların yanından geçerken bile içiniz rahatlar, rûhunuz dinginleşir. Ihlamur kokusu tarçına, sinameki adaçayına, kekik kokusu lâvantaya karışır. Hele yaseminler bir başka tüter. Bir buhûr-i meryem bayramıdır sanki çerçiler.

Lüks apartmanlarla gecekonduların, ağalarla ırgatların iç içe olduğu, havuz başı sefalarıyla, pazardan sebze-meyve artığı toplayanların birlikte yaşadıkları, elvan çiçeklerin boy verdiği, kurdun kuşun duldasına girdiği bir şehirdir Adana. Charles DICKENS «İki Şehrin Hikâyesi»nde Paris’in iki yüzünü anlatır. Elbette her şehrin bir arka sokağı, öteki yüzü vardır. Bu satırların yazıcısı kendi penceresinden anlattı size Adana’yı…

“Ağam nerden aşar yolu yaylanın?” deyip de Torosları aşarak yolunuz Adana’ya uğrarsa cezeryenin tadına bakmayı da ihmal etmeyin. Dileğimiz o ki Allah’tan, hiç kimsenin ağzının tadı bozulmasın ve kimsecikler darda kalmasın. Yüreğinizden Çukurova’nın sıcaklığı, yüzünüzden pamukların aklığı eksik olmasın. Gönüllerden gül sevdası hiçbir zaman solmasın…