SA‘D BİN EBÎ VAKKĀS -4-

Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

Bir ahlâk ve insanlık âbidesi olan Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh-; İslâm ile şereflendiği günden beri, İslâm güzelliği ile daha bir güzelleşmiş, her hâl ve hareketi ile İslâm’ı temsil eder olmuştu. Ama gel gör ki; öz annesi başta olmak üzere, ailesi ve yakın akrabaları tarafından çok büyük sıkıntılara maruz bırakılmıştı.

Hakkında pek bilgi sahibi olmadığımız babası, Ebû Vakkās künyeli Mâlik bin Uheyb bin Abdumenâf ile ilgili, kaynaklarımızda hiçbir malûmat yoktur. Annesinin adı Hamne binti Süfyân olup; İslâm tarihinde, sırf müslüman olduğu için öz oğluna işkence eden nasipsiz kadınlardan biridir. Yaptığı çirkinlikler ve nasipsizliğiyle, ileriki yıllarda müşrik olarak ölecekti.

Hazret-i Sa‘d bin Ebî Vakkās -radıyallâhu anh-’ın, kaynaklarımızın kaydettiği kadarı ile bilinebilen üçü erkek, üçü kız olmak üzere altı kardeşi vardır; Utbe, Umeyr, Amr (ya da Âmir), Sekîne, Hâlide ve Umâre. Bu kardeşlerden de sadece Utbe îman etmemiş, sırf kardeşine değil, Allah ve Rasûlü’ne düşmanlığı ile meşhur olmuştu. Uhud Savaşı esnasında Peygamberler ve Gönüller Sultanı’nın mübârek yüzüne iri taşlar atarak nur yüzünü ve alt dudağını yaralayıp, inci tanesi gibi mübârek elmas dişlerini şehîd edecek olan bu nasipsiz, aynı savaşta müşrik olarak öldürülecekti.1

İşte bu dehâ sahâbînin aile yapısı böyleydi. Aile ortamına İslâm güzelliğini götürmek, karanlıklar içinde bocalayan bu zavallıların İslâm ile aydınlanmalarına vesile olmak için insanüstü çaba sarf etmiş; annesi ve ağabeyi hariç, diğer kardeşlerine İslâm’ın o eşsiz güzelliğini anlatmayı başarmıştı. Hidâyet ise Allah’tandı. Fakat annesi ve ağabeyi ile arası gün geçtikçe daha çok açılıyor, anne ve ağabeyden çok çekiyordu…

Her şeyi ile çığırından çıkmış müşrik bir evin, müslüman ferdi olan Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh-; bütün zorluk ve sıkıntılarına rağmen, evdekilere İslâm’ı anlatmaya çalışıyor, ne annesinden ve ne de kardeşlerinden ümit kesiyordu.

İlâhî mesaja gözü ile gönlünü de kapatmış olan annesi, her geçen gün yeni engellerle çıkıyordu karşısına…

Dâru’l-Erkam gülistanından yepyeni güller devşiren Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh-; yüreğine işleyen bu güzelliği evine de taşımak amacıyla, duâlar iklimine yelken açarak evine vardı. Annesi yine kapı önünde durmuş, öfkeyle oğluna bakıyordu:

–Umarım ki, o saplantından sıyrılarak dönmüşsündür ey Sa‘d!

–Umarım ki, bu sefer beni dinleyeceksin ey annem!

–Sus! Saplantından dönmedikçe «anne» deme bana artık!

–Saplantı değil ey sevgili annem; îman bu, İslâm! Haydi sevgili annem, sen de gir artık İslâm sarayına! Bir kerecik olsun ciddî bir şekilde dinle beni; lütfen müslüman ol artık!

–Ben senin annenim! Neden bana karşı çıkıyorsun?

–Senin, benim, kardeşlerimin ve hattâ bütün hepimiz için en iyisini istiyorum ben. Hiçbir kimseye yararı-zararı olmayan ve birilerini zengin etmekten başka bir şeye yaramayan şu cansız putlara neden hâlâ kulluk ediyorsun anlamıyorum! Bu putları bırakıp Allah ve Rasûlü’nün davetine kulak vermiyorsun, neden?

–Canım putlarımı bırakarak, senin «Allâh’ın Rasûlü» dediğin o yetime uyacağım öyle mi? Beni iyi dinle inatçı! Ya sen benim sözümü dinler atalarıma saygısızlığı bırakırsın, ya da ben şu sıcak kumların üzerinde ağzıma bir lokma bir şey koymadan ölünceye kadar otururum! O zaman herkes seni alkışlar! «Annesinin katili, dîni için anasının ölümüne râzı oldu.» diye bağırırlar arkandan!

–Ah anneciğim ah! Bilmediğin için tamiri zor bir hataya düşüyorsun. Beni de bu hataya ortak etme. Allah ve Rasûlü’ne îman ederek, kurtul artık bu saplantından!

–Bunca zamandır ikaz edip uyardım seni, ama sen dinlemedin. Şimdi son defa uyarıyorum. Ey Sa‘d! Vallâhi, sen bu yeni dînini inkâr etmedikçe, şu andan itibaren yemeyecek ve içmeyeceğim! Hattâ ve hattâ yemeyip içmediğim gibi, şu kızgın güneşin altında oturacak, eve de girmeyeceğim! Sen bu saplantından dönmediğin sürece, ben de açlık ve susuzluktan helâk oluncaya kadar, ağzıma hiçbir şey almayacağım! Sen de bu yüzden anne katili olacaksın!2

–Böyle yapma ey sevgili annem!

–«Annem» deme bana; «sevgili annem» hiç deme! Ya dönersin, ben de sana annelik yaparım; ya da burada böyle ölüp giderim!

–Ey sevgili annem! Putlarına körü körüne olan bu bağlığın bir de şuurlu bir şekilde Allah ve Rasûlü’ne olsa var ya; senden iyisi olmayacak! Ne olur ey sevgili annem, Allah ve Rasûlü’ne îman ederek, İslâm ile şereflensen!

–Yeter! Yeter artık! Eğer beni gerçekten seviyorsan, bu yeni dinden dönersin! Yoksa burada böyle ölüp gideceğim ve sen de «anne katili» olarak anılacaksın!

–Benim îman ettiğim İslâm, gel-geç bir heves, ya da dönülecek bir din değil ki! Canım çıksa bile müslüman olarak çıkar artık!

–Annene kıyacaksın, öyle mi?

–Sana kıyamadığım için bu kadar uğraşıyorum. Ne olur ey sevgili annem, şirk dikenliğini terk ederek îman ve İslâm gülistanına gelsen!

–Hayır, asla! Ya döneceksin, ya da burada benim böyle öldüğümü göreceksin; karar ve seçim senin!

O güne kadar, Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh-, annesinin her isteğine boyun eğmişti. Bir dediğini iki etmemişti. Fakat şimdi iş değişmişti. Allâh’a îman etmiş ve Rasûlü’ne kalbinin bütün samimiyetiyle teslim olmuştu. Elbette, her şeyini bu îman ölçüsü içinde değerlendirecekti. Annesi ile dîni arasına sıkışıp kalmıştı…

Annesinin bu tavrı Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh- ile kardeşleri arasında da ciddî bir problem çıkardı. Özelikle de abisi Utbe, çok ağır lâflar söyleyip üzerine yürüdü. Diğer kardeşleri araya girmeselerdi ağabey-kardeş arasında çok ciddî bir arbede olacaktı. Annesinin putlarına olan bu sebâtı, kardeşleri birbirine düşürdü. Ama bu arada ciddî bir şekilde İslâm üzerinde düşünmeye de yönlendirdi. Bu düşünce, ileride onların da kurtuluşuna vesile olacaktı.

Peygamberimiz, düşünen insanlara çok değer verirdi…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

________________________

1 İbn-i Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, c. 1, s. 713; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Ma’rifeti’s-Sahâbe, c. 2, s. 404; İbn-i Abdilber, el-İsti’âb fî Ma’rifeti’l-Ashâb (İsâbe Kenarında), c. 2, s. 172.

2 Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 1, s. 168-187; Müslim, el-Câmiu’s-Sahîh, Kitâbu Fezâîli’s-Sahâbe, Menâkıb-ı Sa‘d bin Ebî Vakkās, 43 (1748).v