HAYYAM’DAN HELÂLLİK İSTİYORUM

Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ ogmusharun@yahoo.com

Bir şeyi anlama ve yorumlama; zamana, mekâna, kişiye, içinde bulunulan şartlara ve yaşa göre değişiyor. Yahya Kemal’in mimarî eserleri andıran sağlam nazmı ile kalıba koyup lâfız ve mânâsına uygun olarak Türkçemize kazandırdığı Ömer Hayyâm’ın bazı rubâîlerine yirmili yaşlarımda iken çok yanlış anlamlar yüklediğimi anlıyorum şimdilerde. Meselâ onlardan birinde şöyle diyordu hazret:

Kalk, et hele terk-i câme-hâb ey sâkī!
Doldur doldur şarâb-ı nâb ey sâkī!
Âhir bir testi olmadan kâse-i ser,
Dök kâseye testiden şarâb ey sâkī!

terk-i câme-hâb: Yatağı terk etmek; şarâb-ı nâb: Saf şarap;

âhir: Sonunda; kâse-i ser: Kafatası

Ben, orijinalinde de tekrar eden «sâkī» rediflerinden ve şarap, kâse, testi kelimelerine yapılan vurgudan dolayı bu rubâîyi;

“Sonunda öleceksin ve bir gün kafatasın çürüyüp onun toprağından bir testi yapılacak, öyleyse bu âkıbete uğramadan önce hayatı bir fırsat bil de şarap testisinden bir kâse fazla içmeye bak!” şeklinde anlar, tabiî hâliyle Ömer Hayyâm’ın bohem hayatı yaşadığını tahayyül eder ve bu tür rubâîlerinde de insanları böyle bir yaşantıya davet ettiğini düşünürdüm.

Yanılmışım!

Rubâîlerini böyle anlamakla, dolayısıyla onu hafif-meşrep biri olarak görmekle ona haksızlık etmişim. Tamam rind-meşrep olabilir, hayata biraz muzip bakabilir ve dünyayı öyle görebilir. Ancak İslâm tarihinin son romantik devrinde yaşayan ve celâlî takvimini hazırlayan heyetin içinde bulunan büyük matematik ve heyet âlimi Nişâburlu Ömer, aslında bu tür rubâîleriyle dünyanın fânîliğini vurgulamaya çalışıyor. Bunu yeni yeni idrak ediyorum.

Meselâ bu rubâîde asıl vermek istediği mesaj, üçüncü mısrada gizli. Hazret, kafatasının bir gün testi olacağını belirtmek sûretiyle insana fânîliğini unutmaması gerektiğini çok çarpıcı bir şekilde hatırlatıyor. Sâkī, şarap, kâse ve testi kelimeleri ise mesajın şiir diliyle ifade edilişinden kaynaklanan bir zaruretten ibaret. Hattâ son mısrada söylenmek istenen, geçici ve çok kısa olan insan ömrünün iyi değerlendirilmesidir. Bu durumda «şarap» hayatın verimli geçirilmesinden, «testi» ve «kâse» bunun araçlarından, «sâkī» de buna vesile olan kişilerden mecaz olabilir.

Çok uzak bir tevil mi yaptık? Anlama ve yorumlamanın, -ecnebî ıstılâhıyla- hermenötiğin esaslarından biri de “bütüncül” yaklaşım, yani yorumlanmaya çalışılan eserin tamamının göz önünde bulundurulması değil midir? O hâlde Hayyâm’ın bu ve benzerî rubâîlerde vermek istediği mesajın ipuçlarını onun diğer rubâîlerinde aramalı ve hepsini göz önünde bulundurarak yorumlamalıyız. İşte onlardan biri:

Çömlekçiye uğradım dün akşam bir an,
Gördüm iki bin testi konuşkan susağan,
Bir testi bu söylenişle cûş etti hemân,
Hey testi yapan, testi alan, testi satan!

cûş etmek: Coşmak

Fânîlik bundan daha iyi nasıl anlatılır? Bu rubâînin mesajı üzerine kelimelerle bir şeyler söylenebilir mi? Söylenebilir elbette. Ancak rubâîye yazık olur. Bu sebeple geçiyoruz. Ya şuna ne dersiniz?

Bir kuş gördüm makāmı bir kulle-i Tûs,
Durmakta önünde kelle-i Keykâvûs,
Her lâhza diyor kelleye efsûs efsûs,
«Şâhım! Hani gülbang-i ceres nâle-i kûs?»

Hayyâm, kadîm medeniyet merkezlerinden biri olan İran’ın Tûs şehrindeki bir kulede bir kuş görür. Kuşun önünde bir kelle vardır. Kuş kelleyle yüz yüzedir ve ötmektedir. Bu gerçek veya hayalî manzaranın gerisini tamamlamak Hayyâm’ın kıvrak zekâsı ve ince muhayyilesine kalmıştır:

Acaba bu kelle kimindir? Yer Tûs şehri ve harap bir kule olduğuna göre olsa olsa bu kelle de eski İran kisrâlarından birine ait olmalıdır elbette. Peki kuş ona içli içli ne demektedir böyle? Ne diyecek? Elbette kisrânın eski debdebeli günlerini hatırlatmakta, kapısında her vakit nöbet vuran köslerin inleyişini ve zillerin seslerini yâd ederek esef etmektedir!

Yâ bister-i kemhâda ya vîrânede can ver,
Çün bây u gedâ hâke berâber girecektir.

bister-i kemhâ: İpek yastık; bây: Zengin; gedâ: Dilenci

diyor ya merhum Ziya Paşa. İnsanlar dünyada iken farklı yaşasalar; kimi zengin kimi fakir, kimi ikbâle geçmiş, kimi idbâre düşmüş olsa da ölüme râm olmaları bakımından hepsi eşittir. Hayyâm’ın, kuşun önündeki kellenin Keykâvûs’a ait olduğunu belirtmesi ölüme herkesin boyun eğeceğini vurgulaması bakımından mühimdir. Şu rubâî de aynı temayı farklı bir şekilde işler:

Bir kasr idi çekmiş göğe burc u bârû,
Şehler yere yüz sürdüğü bir kasr idi bu!
Bir kumru, cihannümâsı üstünde durup,
Her ân ötüyor, diyordu: «Ku ku ku ku!»

Yine yüksek burçları olan görkemli bir saray. Hâliyle hükümdarlara ait. Hem de başka hükümdarların saygı için önünde yere yüz sürdükleri çok büyük hükümdarlara. Ne var ki şimdi harap ve bomboş. Ve her yeri gören manzaralı bir yerinde yine bir kuş var. Bir kumru… Kumru «ku ku» diye ötüyor.

Rubâî bu hâliyle de vermek istediğini çok güzel veriyor. Çünkü durum söze hâcet bırakmıyor:

Sarayın sahipleri koyup gitmiş, vîrânesi üzerinde de kuşlar ötüyor. Ancak burada bir nükte daha var. «Ku» Farsçada «nerede?» demek. Hayyâm ve tabiî rubâîyi Türkçemize kazandıran Üstad Yahya Kemal; bu kelimeyle hem kuşun öttüğünü ifade ediyorlar, hem de kuşun söylediklerini bize terceme ediyorlar. Kuş, âdeta; “Hani bu saltanatın ve dârâtın sahipleri neredeler şimdi?” diyor.

Şahlar ve kisrâlar üzerinden değil de, daha sıradan ve daha bizden kişilerle aynı temayı işleyen şu rubâî de enfes:

Vaktiyle bu testi ben kadar âşık-ı zâr,
Olmuş zencîr-bend-i giysû-yi nigâr,
Boynunda bugün şu gördüğün kulp o zaman,
Bir koldu ki sarmaştığı yer gerden-i yâr

âşık-ı zâr: Ağlayan âşık; zencîr-bend-i giysû-yi nigâr: Sevgilinin zincire benzeyen saçlarına bağlanmış; gerden-i yâr: Yârin boynu

Açıklayalım mı? Yazık olur! İşte açıklanması durumunda heder edeceğimiz aynı temayı işleyen mükemmel bir rubâî daha:

Varmış bizden çok önce bir leyl ü nehâr,
Gerdun da murâdınca olurmuş devvâr,
Bâzen ezilir bir güzelin gözbebeği,
Sen toprağa bastıkça yavaş bas her bâr!

leyl ü nehâr: Gece-gündüz; gerdun: Felek; devvâr: Dönen; bâr: Ân

Yok, yok! Hayyâm’a haksızlık etmişim. İsteyenler aynı yolda devam edebilir, Hayyâm’ın bir hevâ-perest ve eyyamcı biri olduğunu düşünebilir. Ancak ben bu düşünceden vazgeçtiğimi -şahit olun- işte tescil ediyor ve kendisinden helâllik istiyorum. Çünkü yukarıdaki rubâîlerin şairi, görünenden farklı ve çok daha derin mesajlar veriyor.