Eminönü Meydanı’ndaki İnci

Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com

YENİ CAMİ

Eminönü İskelesi’ne yaklaşıldığında, dikkatleri ilk bakışta üzerine çeken Yeni Cami; klâsik Türk mimarîsinin en gösterişli eserleri arasındadır. İstanbul’da «Yeni Cami» adıyla anılan ilk cami, Sultan II. Mehmed’in yaptırmış olduğu Fatih Camii’dir. Sonraki yıllarda Gülnûş Emetullah Vâlide Sultan’ın Üsküdar’da yaptırmış olduğu cami de aynı isimle anılır olmuştu. Fakat Vâlide Turhan Sultan’ın 1661’de Eminönü meydanında inşa ettirdiği cami, «Yeni Cami» adını günümüze kadar muhafaza etmeyi sürdürmüştür.

TARİHİN EN GENÇ VÂLİDE SULTANI!

Hatice Turhan Sultan, Slâv asıllı bir ailenin kızıydı, 1627 yılında Ukrayna’nın güney bölgesinde doğmuştu. Küçük yaşta, Tatar süvarilerinin eline düşen Turhan, Kör Hüseyin Paşa tarafından Vâlide Kösem Sultan’a hediye edildi. Harem-i Hümâyun’a yerleştirilip, orada mükemmel bir terbiye gördükten sonra, kısa zamanda has odalıklar arasına girdi.

9 Şubat 1640 tarihinde vefat eden IV. Murad’ın yerine 24 yaşında tahta çıkan Sultan İbrahim’le hayatını birleştiren Hatice Turhan, 1 Ocak 1642 gecesi, sonradan IV. Mehmed adıyla Osmanlı tahtına geçecek olan veliaht şehzadeyi dünyaya getirdi. Fakat genç Haseki’nin mutluluğu sadece altı yıl sürmüştü. Sultan İbrahim, 1648’de bir askerî darbe sonucu tahttan indirilip, ardından öldürüldü. Hatice Sultan 21 yaşında iken dul kalmış, Osmanlı tahtına henüz altı buçuk yaşındaki oğlu Mehmed geçmişti. Böylece, Osmanlı tarihinin en genç Vâlide Sultanı oldu. Lâkin devletin bütün kudret ve iktidarı Büyük Vâlide Kösem Sultan’ın elindeydi.

“KÖPRÜLÜLER DEVRİ”

Kösem Sultan’ın 2 Eylül 1651’de öldürülmesi üzerine Devlet-i Aliyye’nin başına fiilen geçen 25 yaşındaki dirâyetli Vâlide, devlet idaresinin ağır sorumluluğundan kurtulabilmenin oğlunun büyümesine bağlı olduğunun farkındaydı; fakat o huzurlu yılların henüz çok uzağındaydı. Ülkeyi doğru yönetebilecek kabiliyetli bir vezir aramaya başladı. Oğlu adına devleti yönettiği beş yıl içinde on sadrazam değiştirdi, sonunda icraatlarıyla göze çarpmayan yaşlı bir veziri, Köprülü Mehmed Paşa’yı sadârete getirdi. İsabet etmişti… Böylece Osmanlı tarihinde 27 yıl sürecek ve «Köprülüler Devri» diye anılacak parlak bir dönem başladı.

ALTMIŞ YILLIK ARANIN ARDINDAN…

Köprülü devrinin son yılında İstanbul’u harap eden yangınların en büyüğü meydana gelmiş, iki gün içinde şehrin üçte biri kül olmuştu. Bu âfetten, temelleri 1597’de Mimar Davud Ağa tarafından atılan, fakat inşası yarım kalan Yeni Cami de büyük zarar görmüştü. İstanbul halkının acılarını paylaşmak için İstanbul’a gelen ve yangın bölgelerini gezen Vâlide Sultan, caminin yarım kalmış temellerini görünce çok üzüldü. Gezi sırasında Mimar Mustafa Ağa kendisine; bu kıymetli âbideyi kurtarmanın, yeni bir cami inşa etmekten daha hayırlı olacağını tavsiye etmişti. Vâlide, bu mabedi tamamlamaya karar verdi. 1661 yılı ortalarında, bu hayırlı hizmete tam 5000 kese akçe ayırarak başlanmasını emretti. Böylece Yeni Cami 60 yıl aradan sonra, aynı temeller üzerinde yeniden yükselmeye başladı.1

Yeni Cami, çevresini saran muhteşem külliyesi ile birlikte 1663 sonbaharında bir Cuma günü ibâdete açıldı…

FRANSIZ SEYYAHIN GÖZÜYLE…

Dönemin Fransız büyükelçisi Marquis de Nointel’le birlikte Dersaâdet’e gelen Fransız seyyahı Antoine Galland, muntazam tuttuğu günlüğünde, seyahatine ait intibâları bütün detaylarıyla tesbit etmişti. Galland, 16 Mart 1672’de büyükelçiyle beraber Yeni Cami’ye yapmış oldukları ziyaretle ilgili olarak şu önemli notları kaydetmektedir:

“Büyükelçi ile birlikte kayıkla limana geldikten sonra, Vâlide Camii’nin önünden karaya çıktık. Mezkûr mâbede girip uzun uzun seyrettik. Hattâ üst dehlizlere çıktık, padişahın geldiği zaman namaz kıldığı yeri ve arzu ettiği zaman bir süre kalmakta olduğu odayı gördük. Odanın duvarları tamamen çinilerle kaplıydı, üzerinde nakışlar bulunan beyzî biçimli tavanın ortasına küçük bir kubbe yerleştirilmişti. Bu cami; Sultanahmet ve Süleymaniye camilerinden daha ufak, lâkin daha süslüydü. Bütün zemin kıymetli halılarla örtülüydü. Özellikle padişahla vâlide sultanın dairelerinde pek güzel ve değerli halılar yer almaktaydı. Bir adam boyundan biraz yükseğe asılmış olan kandiller arasında sayısız devekuşu yumurtasıyla camdan şişeler göze çarpıyordu. Ayrıca caminin tamamen fildişinden yapılmış bir maketi, cam bir dolapta saklanıyordu.2

ZEVK VE GÜZELLİĞİN YANSIMASI

Yeni Cami’nin tasarımı, Mimar Sinan’ın «çıraklık eserim» dediği Şehzade Camii örnek alınarak tasarlanmıştı. Dış görünüşü Süleymaniye’ye nazaran daha sivrice yapılmış, büyük kubbe yarım kubbelere, onlar da daha küçük kubbe ve kemerlere dayandırılmıştı. Meydandan camiye doğru yükselen merdivenler, İstanbul manzarası içinde farklı bir güzellik meydana getiriyordu. Cami avlusunun çevresinde stalâktitli (sarkıtlı) başlıklı yirmi dört sütunun taşıdığı yirmi dört kubbeli bir revak bulunmaktaydı. Son cemaat yeri, altı sütunun taşıdığı yedi kubbe ile örtülüydü. Burası çiniler ve hatlarla süslenmişti. Özellikle kapının stalâktitleri, kitâbeleri ve kum saati motifleri görülmeye değer mimarî güzellikleri arasındaydı.

Caminin, her biri üçer şerefeli iki minaresi, iç avlunun cami ile birleştiği yerde yükselmekte ve bunlar klâsik üslûbun hemen hemen bütün özelliklerini ihtiva etmekteydi.

***

Caminin avlusunda bir biblo gibi işlenmiş, belirli görevleri yerine getirmekten çok; süsleme amaçlı inşa edildiği anlaşılan çok yüzlü şadırvanda, taç kapısı çıkıntılarında, minber ve müezzin mahfilinde, hünkâr mahfili parmaklıklarında kendisini gösteren taş işçiliği ve estetik tasarım, üstün zevk ve güzelliğin bir yansımasıydı.

ZARİF ÇİNİLER

Yeni Cami’nin gerek zemin, gerekse üst kat duvarları nefis çinilerle örtülüdür. Açık ve koyu mavi, beyaz ve yeşil renklerdeki bu zarif çinilerle, mâbedin iç mekânı âdeta çiçek bahçesine dönüşmüştür. Aynı çiniler, mihrap duvarları ve pencere içi yan duvarlarını da süsler. Çini panolardaki karanfil, gül ve narçiçeğine benzeyen çiçekler, servi motifleri ve stilize olmuş yaprak ve vazo şekilleri mekânın zarâfetini artıran ince güzelliklerdir.

***

Mimar Behçet ÜNSAL, caminin aydınlatılmasıyla ilgili şunları söylemektedir:

“Plân ve iç mekân, Sultanahmet ve Şehzade camilerini hatıra getiriyor; fakat buradaki mimarî daha süzgün, daha sakin ve rasyoneldir. Işıkların mat havasında bir Tanrı evine lâzım gelen huşû tamamıyla yaşatılmıştır.”3

***

Caminin sol yanında eşsiz bir eser olan hünkâr mahfili yer almaktadır. Mahfilin altındaki yüksekçe bölümün dayandığı direklerin arasında yer alan somaki mermer iki sütun, Girit Seferi ganimetidir. Hünkâr mahfilinin üstü; süslemeleri yağlıboya ile bezeli, küçük bir tam kubbe ile örtülüdür. Orayı süsleyen nefis çiniler göz kamaştırıcı güzellikte ve harika renklerdedir. Kasrın köşesindeki şairâne odadan, bir yandan Beylerbeyi’ne kadar Boğaziçi, öte yandan gümüş bir nehir gibi kıvrılarak akan Haliç aynı anda seyredilir.

_____________________

1 Komisyon, İstanbul Yeni Cami ve Hünkâr Kasrı, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, s. 11.
2 Erdem YÜCEL, Yeni Cami Hünkâr Kasrı, s. 6-7.
3 Y. Mimar Behçet ÜNSAL, «Türk Mimarîsinin Şâheserlerinden Yeni Cami», Mimarlık, Ankara, 1950, sa: 4, s. 26.