BAŞI İLİM, ORTASI AMEL, SONU MEVHİBE!

Handenur YÜKSEL

Irak’ta yetişen büyük velîlerden ve Şâfiî fıkıh âlimlerinden Abdülkāhir Sühreverdî rivâyete göre 1097 yılında İran’ın Sühreverd kasabasında doğdu. Künyesi Ebû Necib’dir. İlim tahsili için genç yaşta Bağdat’a yerleşen Sühreverdî, tasavvuf ilmini İmâm-ı Gazâlî’nin kardeşi Ahmed Gazâlî’den öğrendi. Tasavvuf hakkındaki bir suale; “Tasavvufun başı ilim, ortası amel, sonu mevhibe; yani Allah Teâlâ’nın lütuf ve ihsanı olan mânevî ilimdir.” diye cevap veren ünlü mutasavvıf; 1168 yılında Bağdat’ta vefat ederek, Dicle sahilinde bulunan dergâhına defnolundu.

***

Abdülkāhir Sühreverdî Hazretlerinin sohbetinden:

Tasavvuf büyüklerinden birisine, Allah Teâlâ’nın Kur’ân’ı Kerim’de «İnşâallah» buyurmasının hikmetini sordular. (Yani Cenâb-ı Hak; gaybı, geleceği bildiği hâlde niçin Allah dilerse kaydını düşüyor?)

Şöyle cevap verdi:

“Allah Teâlâ «İnşâallah» buyurmakla, kullarına böyle söylemeyi öğretmeyi murad etmiştir.”

Âyet-i kerîmede Allah Teâlâ, kâmil ilmi ile «İnşâallah» derse, ilmi noksan olan kulların da konuşmalarında, «İnşâallah» demeleri gerektiğine işaret vardır.

Bu yüzden Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kabristanda;

“İnşâallah, biz size katılacağız.” buyurmuştur. Hâlbuki Peygamber Efendimiz’in ölüm hakkında ve onlara kavuşma hususunda hiçbir şüphesi yoktu.

YARIN KIYÂMET GÜNÜ…

1448’de Dimetoka’da doğan sekizinci Osmanlı Padişahı Sultan II. Bâyezid, hükümdarların en âlimleri arasındadır. Ulûm-i dîniyye, riyâziye (matematik), astronomi ve tasavvufa pek meraklı olduğu; Arapça ile Farsçayı gayet iyi bildiği rivâyet edilir. Felsefeyi iyi bildiğiyle iftihar ederdi. Babası Fatih zamanında İstanbul’da başlayan ilim heyecanını devam ettirmek için, büyük gayret gösterdi. Âlim, şair ve edipleri aylığa bağladı. İstanbul’u İslâm âleminin ilim merkezi hâline getirdi. İçki kullanmaz, az yemek yer, ata binmekten zevk alırdı. Dînî vazifelerinin hiçbirini ihmal etmez, çok sadaka dağıtırdı. Yalnız Mekke-i Mükerreme’ye fukarâ için her sene 40 bin altın gönderirdi. 21 Mayıs 1512’de, 64 yaşında vefat etti. Kabri, kendi adını taşıyan caminin kıble tarafındaki türbededir. İlim ve takvâ sahibi bir padişah olduğundan «Bâyezîd-i Velî» nâmıyla anılır. Ömrü boyunca Kur’ân’ın emirlerine uymaya çalışmıştı.

***

Sultan II. Bâyezid, saltanatının son yıllarında ecdadı gibi nikris1 hastalığı ile nefes darlığına yakalanmış; bunun üzerine vezirler, devleti kendi arzularına göre idareye başlamışlardı. Memlekette haksızlık, rüşvet, zevk ve safâ almış yürümüştü.

Sultan Bâyezid, bir gün vezirlerini toplayarak onlara şöyle hitap etti:

“Allah, bana saltanat hizmetini ihsan etti; kıyâmet günü, bütün reâyâmın durumunu şüphesiz ki benden soracaktır. Vücudumda hastalıklar başladığı ve yaşım ilerlediği için, işlerimi sizlere emanet ettim. İşittiğime göre, atalarım zamanından gelen kanunları değiştirip, ülkeyi menfaatleriniz istikametinde yönetiyormuşsunuz… Taşranın hâli perişanmış… Devlet işlerini, aklı erenlerden sormaz olmuşsunuz… Millete işkenceye başlamışsınız… Âhirette bana yatacak yer koymamışsınız… Yarın kıyâmet gününde Allah beni sorguya çektiğinde O’na ne cevap vereceğim? Sizlere kimler hocalık yapıyor?”

Vezirler başlarını öne eğip susmuşlar…2

MÜNASEBETSİZE CEVAP

Meşhur edebiyat tarihçisi ve araştırmacısı İbnülemin Mahmud Kemal 1871’de İstanbul’da doğdu. 1889’da Bâb-ı Âlî’nin gözde dairelerinden Vilâyât-ı Mümtâze Kalemi’ne stajyer olarak girdi. Bu tarihte, Bâb-ı Âlî’nin kaldırılışına kadar otuz üç sene aralıksız sürecek olan bürokrasi hayatı başladı. Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra Yıldız Sarayı evrakının tetkik ve tasnifi işine memur edilen İbnülemin Bey, karmakarışık hâle gelmiş 800 sandık dolusu evrakı büyük bir titizlikle elden geçirerek, -şimdiki adı Başbakanlık Osmanlı Arşivi olan- Sadâret Hazîne-i Evrak Dairesine teslim etti. Her türlü araştırmaya hazır, mükemmel bir arşiv teşkiline muvaffak oldu.

24 Mayıs 1957’de 86 yaşında iken vefat eden İbnülemin Mahmud Kemal Bey, Son Asır Türk Şairleri (1930-1942), Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar (1940-1953), Son Hattatlar (1955), Hoş Sadâ. Son Asır Türk Mûsıkîşinasları (1958) gibi çok önemli eserler telif etmiştir.

***

Münasebetsizin biri Mahmud Kemal Beye gelerek;

“–Efendim, siz çok hazırcevap bir insansınız. Bu özelliğinizi bana da öğretir misiniz?” diye sordu.

Üstad;

“–Yâ Sabır…” çekerek:

“Evlâdım, bu bir yaratılış meselesi, sonradan elde edilecek bir haslet değil.” diye cevap verdi. Lâkin genç adam ısrarını sürdürerek;

“–Efendim, isterseniz öğretebilirsiniz. Meselâ birisi şu anda buraya girse ve bana;

«Yahu ne lâf anlamaz adamsın!» dese, ona ne söylemem gerekir?” diye sordu:

İbnülemin tebessümle karşılık verdi:

“–«Doğru söylüyorsunuz efendim, öyledir.» demen gerekir!”3

DOĞRAMA HATASI!

Tanınmış şair ve tefekkür adamı Necip Fazıl KISAKÜREK 25 Mayıs 1905’te İstanbul Çemberlitaş’ta doğdu. Babası Abdülbâki Fâzıl Bey’dir. Baba tarafından Maraşlı olup Kısakürekoğulları ailesindendir. 1921’de İstanbul Dârülfünûnu Felsefe Bölümüne yazılmış; fakat öğrenimini tamamlayamadan, kazandığı devlet bursu ile felsefe tahsili için Paris’e gitmişti. Döndükten sonra çeşitli memuriyetlerde bulundu. 1942’den itibaren ise geçimini yazılarından ve yayıncılıktan sağladı. Son yıllarına kadar «Büyük Doğu» dergisinin ve yayınlarının sahibi ve yazarıydı. Ayrıca bazı günlük gazetelerde fıkra ve makaleleri yayınlanıyordu. Necip Fazıl, 25 Mayıs 1983’te 78 yaşında iken hayata vedâ etti.

1980 yılında Kültür Bakanlığı kendisine «Büyük Kültür Armağanı», Türk Edebiyatı Vakfı da «Türkçenin yaşayan en büyük şairi, Sultânü’ş-Şuarâ» unvânını verdi. Şiir, roman, hikâye, tiyatro ve senaryo eseri, hâtıra, tasavvuf, deneme, fıkra ve siyasî-tarihî inceleme alanlarında pek çok eser telif etmişti.

Çile (1962), Reis Bey (1964), Ulu Hakan Abdülhamid Han (1969), Peygamber Halkası (1968), Çöle İnen Nur (1969), Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu (1982) telif ettiği eserlerin başlıcaları arasındadır.

***

Üstad Necip Fazıl’ın avukatı Muhammed ÖZKAN, Şairler Sultanı’nın cömertliğini ortaya koyan şu çarpıcı hâtırasını anlatıyor: Torunu Emrah ile oğlum aynı okula gidiyorlardı. Üstad, oğlumun okul masrafını üstlenmek istedi. Bu teklif benim için şerefti, ama kendisine yük olmak istemiyordum. Kadıköy’deki Gencallar Mağazası’na giderek, çocuğumun okul ihtiyaçlarını aldım. Yirmi iki bin lira tutmuştu, ama ben Üstâd’a, masrafın beş bin lira olduğunu söyledim, zira onun zarara girmesini istemiyordum. Fakat üzerine düşüp araştırıp, masrafın doğrusunu öğrenmiş. Bana;

“Sen, kim oluyorsun da benim irademe müdahale ediyor, hayrıma engel oluyorsun. Bütün masrafı benden alacaksın!” diye, gürledi ve paranın tamamını ödedi.

***

Özkan’ın bir hâtırası da şöyle:

Malatya’da Üstâd’ın mahkemesinde bulunuyordum. Duruşma başlayınca savcı, biraz yüksekçe yerdeki kürsüden kendisini suçlamaya başlayınca, hazret onu şöyle susturmuştu:

“Fransa’da savcılar âmmenin hukukunu korur. Aslında senin de diğer avukatlarla birlikte aynı hizada olman gerekiyor… Şu anki yüksek duruşun, sadece bir doğrama4 hatası!”

Kendisine şaşkın şaşkın bakan savcı;

“Biz de Paris’i gördük…” diye mırıldanmıştı.

____________________

1 Goutte (Gut) Hastalığı. Ayak parmakları, topuklar ve mafsal ağrıları illeti.
2 Prof. Dr. Ahmet UĞUR, İbn-i Kemal, Ankara, 1987. s. 5-6.
3 M. Nuri YARDIM, Edebiyatımızın Güleryüzü, İstanbul, 2003, s. 184.
4 Marangozluk.