YAKIN DÖNEM HİLYELERİ -2-

Prof. Dr. İsmail ÇETİŞLİ icetisli@pau.edu.tr

Kalemini Hazret-i Peygamber hakkında kullanan hemen hemen bütün şairler gibi, M. Fehmi GERÇEKER de O’nu bütün incelik, derinlik ve yücelikleriyle anlatmanın mümkün olmadığını bilir ve daha hilyesinin başında aczini itiraf eder. Zira O’nun kemâli lâfza, cemâli hâfızaya sığmadığı gibi yüceliğinin de bir hududu yoktur:

Lâkin beni farz edip de gāfil,
İmkân-ı kemâl-i vasfa kāil.

Zannetme ki bir hayâle daldım,
Girdâb-ı muhâl içinde kaldım.

Evsâfına olmayınca pâyân,
Hakkıyla beyâna var mı imkân?

Mânâ-yı kemâli lâfza sığmaz,
Eşkâl-i cemâli hıfza sığmaz. (s. 24)

Hilye-i Fahr-i Âlem’in ilk altı bölümü bir anlamda eserin «giriş» kısmını oluşturur. Çünkü asıl hilye yedinci bölümde başlar. Eserin bundan sonraki bölümleri Hazret-i Peygamber’in hemen hemen bütün bedenî uzuvlarının tek tek anlatım veya tasvirine ayrılmıştır. Hazret-i Peygamber’e ait uzuvların Hilye-i Fahr-i Âlem’in bölümlerine göre dağılımı şöyle bir tablo oluşturur:

7. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek yüzleri;

8. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek gözleri;

9. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek kirpikleri;

10. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek kaşları;

11. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek alınları;

12. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek burunları;

13. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek ağızları/dilleri;

14. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek dişleri;

15. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek saçları;

17. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek sakalları ve çeneleri;

19. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in yüceliği;

20. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek boyunları;

21. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in güzelliği;

22. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek boyları;

23. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek vücutları;

24. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek nübüvvet mühürleri;

25. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek göğüsleri;

26. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek teni ve elleri;

27. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek karınları;

28. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek kolları ve elleri;

29. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek ayakları;

30. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in ümmîliği/âlimliği.

Yukarıda da belirtildiği gibi, hilyelerde asıl olan Hazret-i Peygamber’in fizikî/bedenî bakımdan sahip olduğu özelliklerin anlatılması; bir anlamda kelimelerle resmedilmesidir. Ancak şairler çoğu zaman fizikî/bedenî nitelikleri anlatırlarken sık sık üzerinde durulan bedenî uzuvdan hareketle veya doğrudan doğruya Hazret-i Peygamber’in karakter, ahlâk ve risâlet vazifesine dair niteliklerinden de bahsederler. Böylece hilyeler, çoğu zaman Hazret-i Peygamber’i bir bütün olarak (maddî ve mânevî) anlatan eser hüviyetine bürünür. Bu durum Mustafa Fehmi GERÇEKER’in hilyesinde de geçerlidir. Zira şair, toplam 1199 beyitlik eserinin veya Hazret-i Peygamber’in herhangi bir uzvunu anlattığı bölümlerin önemli bir kısmını; O’nun karakter, ahlâk ve risâlet vazifesinin anlatımına ayırır.

Meselâ Hazret-i Peygamber’in mübârek ağızlarının anlatıldığı 13. bölümün büyük bir kısmı, O’nun insanlara olan hitap tarzı, konuşmalarındaki fesâhat üstünlüğü ve hikmet derinliğine ayrılır:

Ey nükte-şinâs-ı bezm-i irfân,
Serbâz-ı hünerverân-ı yârân,

Gel söyletelim zebân-ı hüsnü,
Gülsün görelim dehân-ı hüsnü.

Derpîş edelim O Yâr-ı Cânın,
Vasfında hünerlerin zebânın.

Rengin leb-i la‘li bî-muhâbâ,
Esrâr-ı dehânın etti ifşâ.

Olmuş feminin uluvv-i kadri,
Söz cevherinin medâr-ı fahri.

Bir fem ki hazînedir ulûma,
Saçmakta güherlerin umûma.

Bir fem ki kelâmı, vahy-i Hak’tır,
Medhinde ne dense müstehaktır. (s. 47)

Öte yandan mübârek vücutlarının anlatıldığı 23. bölümün büyük bir kısmı da mîrac hâdisesinin anlatımına tahsis edilmiştir:

Pek sevgili, cüsseliydi Server,
Tutmuştu O, her gönülde bir yer.

Kuvvetli, kemikli, kanlı, canlı;
Gāyet yakışıklı, anlı, şanlı.

Her uzvu cesîm ü pür-safâdır,
Ser-tâ-be-kadem nazar-rübâdır.

Mîrâcını kim düşünse bir an;
Etmez mi heman bu şânı iz’ân?

Bir kutlu geceydi emrin aldı,
Envâ‘-ı tecelliyâta daldı. (s. 82-83)

Bunların dışında 19. bölümde yüceliği; 30. bölümde ümmîliğine karşılık sahip olduğu ilmî derinliği anlatılarak, bu bölümler tamamen Hazret-i Peygamber’in karakter ve ahlâkına ayrılmış olur. Gerçeker, iki bölümde hilyenin akışını keser. Zira «fahriye» olan 16. bölümde kaleminin gücünü dile getirir ve Hâkānî’yi bile aştığını söyleyerek şairliği ile övünür:

Hâmem ki bu bahs-i zülfe daldı,
Bundan da biraz nasîbin aldı.

Erbâb-ı kemâle hemdem oldu,
Esrâr-ı cemâle mahrem oldu.

Düşmüştü fakat gurûr-ı zevka,
Mağlûp olarak sürûr-ı şevka.

«Nazmımda» diyordu, «fâikim ben;
Bir mevki-‘i fahre lâyıkım ben.» (s. 60-61)

On sekizinci bölümde (fâsıla) ise ilhamı kesintiye uğrayınca yarı yolda kalmaktan duyduğu korkuyu dile getirip sâkîden aşk ve şevk vermesi konusunda yardım ister:

Sâkî nefesim kesildi, mey sun,
Bekletme sakın peyâpey olsun.

İmdâdıma koş ki bî-mecâlim,
Âfet-zedeyim şikeste-bâlim.

Kaldım yarı yolda bir garîbim,
İhmâl ile geçme, ver nasîbim. (s. 66)

Otuzuncu bölümde hilyesini tamamlayan Gerçeker, 31. bölümde hilyelere kaynaklık eden hadis geleneğinden ve hilyenin fazîletlerinden bahseder. 32. bölüm, başta hilye yazma kudreti olmak üzere verdiği nimetleri sebebiyle Allâh’a şükür; bunların devamı için de yakarışa tahsis edilmiştir:

Yâ Rab! Sana arz-ı şükr ederken,
İkrâr ederim ki kāsırım ben.

Son Mürsel’in Efdalü’r-Rusül’den
Bahsetmeğe cür’et eyledim ben.

Verdin bana nazm-ı hilyesiyle,
Tâzîmine en güzel vesîle. (s. 136-137)

Hilye-i Fahr-i Âlem’in 31, 32 ve 33. bölümleri «sonuç» kısmını oluşturur. İki beyitten oluşan son bölümde şair, eserine tarih düşürmüştür.

Mustafa Fehmi GERÇEKER; Hilye-i Fahr-i Âlem’inde gerek dil ve üslûp gerekse muhtevâ olarak hilye geleneğini, bu geleneğin temel kaynaklarını bilen ve bunu başarıyla eserinde uygulayan bir şair olarak görünür. Nitekim eserinde Hazret-i Ali, Enes bin Mâlik gibi sahâbîlerden nakillerin dışında Hassân bin Sâbit, Ka‘b bin Züheyr, Hâkānî ve Şeyh Gālib’in isimlerini zikrederek gelenekle olan ilişkisini hatırlatıp «eslâf»a yürekten bağlı olduğunu belirtir:

Görmekte midir, meğer bu gāfil,
Hassân ile kendini muâdil?

Hâkāni hilyesiyle meşhûr,
Koş sen de bu yolda kalma meftûr. (s. 16)

Hâkāni kim bilir misin sen?
Öğren onu, bilmiyorsan öğren.

Üstâd-ı edeb, büyük bir âlim,
Peygamber’e hilyesiyle hâdim. (s. 17)

Bununla birlikte Gerçeker, daha çok Mevlânâ’nın «Mesnevî»sinden ilham alan; söylenmesi imkânsız gibi görülen şeyleri şiir diliyle ifade etme kudreti gösteren Şeyh Gālib ve «Hüsn ü Aşk»ına hayrandır.

Hâmem de nevâ-yı nâye uysun,
Gālib Dede’min de rûhu duysun.

Aşk olsun o pîr-i «Hüsn ü Aşk»a,
Can tâzeleyen o nağme başka.

Yâ Rab ne kadar geniş hayâli,
Mümkin gibi söylüyor muhâli. (s. 21-22)

Sözümüzü Hilye-i Fahr-i Âlem’in gerçek sahibinin yüceliğini dile getiren beyitlerle bitirelim:

Bir nûr-i Hudâ-yı lemyezeldi,
Zannetme cihâna misli geldi.

Yükseldi O, hadd-i müntehâya,
Akl ermez o seyr-i i‘tilâya.

Olmuştur O sâhib-i risâlet,
Âlemlere varlığıyla rahmet. (s. 72)

HİLYE-İ ŞERÎFE

En güzel örneğimiz, rehberimiz,
İki dünyâda da Peygamberimiz. (s. 118)

***

Sen ki levlâke hitâbıyla mecîd,
Sen ki Yâsîn ile Tâhâ ve Hamîd. (s. 32)

Yakın dönem hilyelerinin birincisi olarak tanıttığımız Mustafa Fehmi GERÇEKER (1868-1950)’in 1942’de kaleme aldığı ve 1944’te basılan Hilye-i Fahr-i Âlem isimli eseri, konuyla ilgili kaynaklarda «son hilye» olarak gösterilir. Bu bilgi, geçerliliğini yitirmiştir artık. Çünkü elimizde 2009’da tamamlanıp 2010 yılında basılan yeni bir hilye örneği var. Tanıtmaya çalışacağımız bu kıymetli eser, şiirlerinde Seyrî mahlâsını kullanan günümüz şairlerinden M. Ali EŞMELİ’ye ait Hilye-i Şerîfe’dir1.

Aynı zamanda akademisyen bir kimliğe de sahip olan M. Ali EŞMELİ, hilye yazmada mutlaka ihtiyaç duyulacak olan sanatkâr kişilik ve bilgi birikimine sahip bir insan. Bunun en güzel delili, Hilye-i Şerîfe kadar, ihtiva ettiği 60 şiirin tamamı Hazret-i Peygamber’i konu almakta olan En Mükemmel; En Güzel2 isimli kitabındaki şiirleridir. Mütevâzı kişiliği sebebiyle lâyık olduğu ölçüde tanımadığımız Eşmeli, hem «En Mükemmel; En Güzel»indeki şiirleri hem de Türk-İslâm kültürü ve edebiyatında Hâkānî Mehmed Bey’den (öl. 1606) bu tarafa devam edegelen güzel bir geleneğin -bugün için- son örneği durumundaki Hilye-i Şerîfe’si ile bilinmeyi, okunmayı ve takdir edilmeyi hak eden bir şairdir.

Hilye-i Şerîfe, Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ’ın «Takdim»iyle (s. 5-15) başlıyor. «Muhabbetin en güzel tezâhürü, sevenin, sevilenin hâliyle hâllenmesidir.» (s. 5) düşüncesinden hareketle takdimde, bu «hâllenme»nin ancak «sevileni tanımak»la mümkün olacağı belirtiliyor. Buradan da söz, Hazret-i Peygamber’i yakından tanıma yollarından biri olan hilyelere getiriliyor. Netice olarak; hilyelerin; «Cenâb-ı Hakk’ın insanda tecellî eden sanat hârikası» Allâh’ın Rasûlü’nü tanıma ve O’na olan «iştiyâk, muhabbet ve ittibâ»yı arttırmaya vesile olacağı vurgulanıyor.

Kitaptaki ikinci «Takdim» (s. 17-20) Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI’ya ait. Küçükaşcı da «Efendimiz’in mübârek, müstesnâ ve mücellâ sûret ve sîretinin; gaflet tozunun âmâ etmediği gözlerde, peşin fikirlerin mühürlemediği, haset ve nefretin zehirlemediği kalplerde ne büyük bir tesir icrâ ettiği»ne dair, Asr-ı Saâdet’ten Ümmü Mâbed’e dayanan somut bir örnek verdikten sonra Hilye-i Şerîfe’nin mahiyeti ve kıymeti ile alâkalı kanaatlerini serdetmektedir.

1001 beyitlik bir hacme sahip olan Hilye-i Şerîfe, Hazret-i Peygamber’in övgüsü ve şairin yakarışlarını içeren koşma nazım şeklindeki «Yâ Nebî» başlıklı manzûme ile başlıyor. Eşmeli’nin yakarışlarının ardındaki arzu, her iki dünyada da Hazret-i Peygamber’in sîret ve sûretini «müebbed» biçimde görebilmektir. Bu mısraları aynı zamanda şairin hilyede başarıya ulaşma yakarışı olarak da yorumlamak mümkündür:

Ne olur eyle kerem, sîretini,
İki dünyâda görem sûretini,

Yâ Nebî, hâli niyaz Seyrî’nin,
Ne olur eyle kabul, hasretini… (s. 22)

Elbette yakarmakta haklıdır şair. Zira Hazret-i Peygamber’i, eksiksiz ve kusursuz biçimde sîret ve sûretiyle şiir diline taşımak ve anlatmak hiç de kolay değildir. Nitekim hilye geleneğinde bütün şairlerin sık sık itiraf edip dile getirdikleri en temel husus, Hazret-i Peygamber’i anlatma veya methetmedeki acziyettir:

Yetmiyor sözdeki binlerce hüner,
Yetmiyor methine îzâh-ı beşer..

Edebimden su misal terliyorum,
Titreyip burnu mübârek diyorum.. (s. 73)

Övgüler üstü asil cevhersin,
Ne misilsiz, yüce Peygamber’sin! (s. 75)

Zira O, bizzat Allah tarafından Kur’ân diliyle methedilmiştir. Bu bakımdan Kur’ân-ı Kerîm’i, Hazret-i Peygamber’e yazılmış hilye olarak okumak veya Hazret-i Peygamber’in hilyesini Kur’ân’da bulmak mümkündür:

Yâ Nebî, Hazret-i Kur’ân övüyor,
Sen’i mümkün mü senâ eylememek! (s. 21)

***

O ne sûret, o ne sîret, ne güher,
Hilye Kur’an Sana ey Peygamber! (s. 35)

***

Övgü vasfında ne dersen de O’na,
Yalnız Allah deme medhinde O’na! (s. 49)

Eşmeli, Hilye-i Şerîfe’sini yazma girişimi ve sonucunu «Lutf-i Hudâ» bölümünde (s. 24) «mensur» olarak anlatmayı yeğliyor. Şair, daha önceden hilyeye dair bazı beyitler yazmışsa da devamını getirmek «müyesser» olmamıştır. Aradan geçen uzun zamandan sonra 2009 Kasım’ında hastalanıp yatağa düşen Eşmeli, içinde parlayan «aşk kıvılcımı»yla bismillâh deyip yeniden kalemine sarılmış ve 13 gün gibi kısa bir sürede eserini tamamlamıştır.

Hilye-i Şerîfe; Allâh’a şükür, Hazret-i Peygamber’e salât ve selâm içeren «İlk Söz» bölümüyle (s. 25-26) başlar. İlk beytin ilk kelimelerinin hem anlam hem de sembolik olarak «B» (besmele) ve «E» (elhamdülillâh) harfleriyle başlaması dikkat çekicidir:

Bir yanık besmele çek dergâha,
Ey gönül, şükredelim Allâh’a…

Bin bir âdâb ile harmân olalım,
Seyr-i Peygamber’e kurbân olalım. (s. 25)

Bir sonraki bölüm, hilye geleneğinin başlangıcı ve temelini teşkil eden olayın nakline ayrılmıştır. Babasının yakında vefat edeceğini öğrenen Hazret-i Fâtıma, bundan böyle O’nu görememe hasretini, nasıl dayanacağı dile getirip ağlaması üzerine; Hazret-i Peygamber, damadı Hazret-i Ali’ye hilyesini yazmasını emretmiştir. Eşmeli buradan, «Hilyenin Fazîleti» (s. 27-28) bahsine geçer ve hilye yazma, okuma veya ezberlemenin büyük sevap, üzerinde veya evinde bulundurmanın çeşitli felâketlere karşı koruyucu, Hazret-i Peygamber’i rüyada görme ve O’nun şefâatine kavuşmaya vesile olacağına dair yaygın inançları dile getirir:

Yazsa bir kimse Nebî hilyesini,
Çok nazar etse bilip gāyesini;

Hastalıktan ve kederden Mevlâ,
Eyler âzâde, biter derd ü belâ… (s. 27-28)

Hilye-i Şerîfe’nin 4. bölümü Hazret-i Peygamber’in doğumu, 5. bölümü ise Ravza-i Mutahhara’yı ziyaret etmenin fazîleti ve şefâat talebine tahsis edilmiştir. Eserin ilk beş bölümü bir anlamda «giriş» niteliğindedir. Çünkü asıl hilye; yani Hazret-i Peygamber’in bedenî/fizikî bakımda görünümü; bu görünümü oluşturan çeşitli uzuvlarının tanıtım ve tasviri 6. bölümde başlar:

Özü âlâ, yüzü âlâ, gözü nûr,
Oldu bir lâhza görenler mesrûr!..

Enbiyâ hakkı için nâm idi O,
Hâli bambaşka bir endâm idi O.

Öyle mevzundu ki, eşsiz ve özel,
Sanki tek parça güherdir O Güzel! (s. 36)

Hazret-i Peygamber’e ait uzuvların Hilye-i Şerîfe’nin bölümlerine göre dağılımı şöyledir:

6. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek vücutları;

7. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek başları;

8. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek saçları;

9. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek sakalları;

10. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek yüzleri;

11. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek alınları;

12. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek kaşları;

13. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek kirpikleri;

14. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek gözleri;

15. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek gözyaşları;

16. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek kulakları;

17. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek burunları;

18. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek çeneleri;

19. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek ağızları ve konuşmaları;

20. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek dişleri;

21. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek nefesleri;

22. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek tükrükleri;

23. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek boyunları

24. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek omuzları;

25. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek sadırları;

26. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek kemikleri;

27. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek elleri ve parmakları;

28. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek ayakları ve yürüyüşleri;

29. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek kol ve bacak pazuları;

30. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek boyları;

31. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek tenleri;

32. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek terleri;

33. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in mübârek nurları;

34. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in cesaret ve şecaati;

35. Bölüm: Hazret-i Peygamber’in ahlâkı ve şerefi;

M. Ali EŞMELİ, eserinin bundan sonraki bölümlerinde Hazret-i Peygamber’in mûcizelerinden birini (az yemekle çok insanın doyması) (36. bölüm); ümmetine olan düşkünlüğünü (37. bölüm); ashâbının O’na olan sevgi ve düşkünlüğünü (38. ve 39. bölümler); O’nu sevmenin fazîletini (40. bölüm); O’nun emirleri doğrultusunda yaşamanın lüzumunu (41. bölüm) dile getirir. Bundan sonraki iki bölümde Hilye-i Şerîfe’nin 63 ve 23 beyitlik iki ayrı özeti verilmiştir. Söz konusu özetler, gerek ayrıntılardan uzak, gerekse tekrar olmaları sebebiyle; hilyenin kalıcı biçimde okuyucunun zihninde yer etmesi bakımından önemlidir. Eşmeli eserini Hazret-i Peygamber’in eşsizliği; bu bağlamda O’nu anlatmanın aczi ve şefâat dileğini içeren «Son Söz» bölümüyle tamamlar.

Bütün âşıkları mestan yazılır,
Methi bitmez, O’na destan yazılır.

Hilyesinden nice sır doğdu fakat,
Yetmiyor bendeki fânî tâkat!..

Gece-gündüz O’nu ettim imlâ,
Yazdığım, damlayı geçmez hâlâ,

Aklı divâne edip kalbimde,
Sarhoşum sırr-ı Elif-Lâm-Mîm’de.. (s. 148)

Yukarıdaki bölüm başlıklarından da anlaşılacağı ve hemen hemen bütün hilyelerde görülebileceği gibi, hilyelerde asıl olan Hazret-i Peygamber’in fizikî/bedenî bakımdan sahip olduğu özelliklerin anlatılması, tanıtılması; bir anlamda kelimelerle resmedilmesidir. Ancak şairler çoğu zaman fizikî/bedenî nitelikleri anlatırlarken sık sık üzerinde durulan bedenî uzuvdan hareketle veya doğrudan doğruya Hazret-i Peygamber’in karakter, ahlâk ve risâlet vazifesine dair hususlardan da bahsederler. Bunun dışında, tamamen mânevî niteliklerinin anlatımına tahsis edilmiş bölümlere de yer verilebilmektedir. Böylece hilyeler, çoğu zaman Hazret-i Peygamber’i bir bütün olarak (maddî ve mânevî) anlatan eser hüviyetine bürünür. Bu durum M. Ali EŞMELİ’nin hilyesinde de geçerliliğini korur. Zira şair toplam 1001 beyitlik eserinin veya Hazret-i Peygamber’in herhangi bir uzvunu anlattığı bölümlerin önemli bir kısmını, O’nun karakter, ahlâk ve risâlet vazifesinin anlatımına ayırır. Ayrıca 34. ve 35. bölümler tamamen Hazret-i Peygamber’in sahip olduğu vasıfları anlatımına ayrılmıştır.

Akı billûr gözünün rengi kara,
Açar âhengi, gönüllerde yara!..

Görenin şûlesi, îman feri o,
Varlığın kandili, nur cevheri o.

Gözlerin en hası, cennet nakışı,
Gonca hâlinde hilâldir bakışı.. (s. 58-59)

Hilye müddetince M.Ali EŞMELİ, gözlerin daha «âlâ»sını görmediği, «en mükemmel sûret» ve «nurdan sûret»e sahip Hazret-i Peygamber’e; Muhammed, Ahmed, Mahmud, Hamîd, Halîl, Peygamber, Nebî, Sultân-ı Rusül, Yâsin, Tâhâ, Raûf ve Rahîm, Ve’ş-Şems, Ve’d-Duhâ, Seyyid, Efendi, Habîb, Fahr-i Âlem, Nûr-i Hudâ, Server, Gül, Rânâ Gül, Gül Nebî, Gül Rehber, Ebedî Gonca, Gonca, Sevgililer Sevgilisi, Cânan, Rahmet, Bulut, Hidâyet Denizi, Hidâyet Senedi, Süreyyâ, Tabîb, Hümâ, Hurşid, Hakk’ın Aynası, Âb-ı Hayat, Nurlu Sirac hitaplarında bulunur.

Bu arada Eşmeli hilyesini sık sık âyet ve hadis iktibaslarıyla zenginleştirir. Yer yer kısa olan bu iktibaslar, çoğu zaman uzun bir biçimde mısralara yansır. Uzun iktibaslarda şairin eğitici bir niyet taşıdığı sezilir.

Kābe Kavseyn’e işârettir o kaş,
Cümle muhtâca beşârettir o kaş. (s. 57)

***

«Çünkü Sen’sin yüce ahlâk üzere!»
İşte târif, yüce Allâh’a göre… (s. 27)

***

O’nu pür nûr eden Allah, duyunuz:
Ne buyurmuş, işitip tam uyunuz:

«Hakk’ın izniyle mübârek elçi,
Râh-ı Mevlâ’ya O hem dâvetçi,

Hem de nûrlar dağıtan bir kandil»
Ey gönül, Sen o Gül’ün kadrini bil!.. (s. 109)

***

Olalım biz de bu mânâya, fedâ,
Buyurur Hazret-i Kur’an’da Hudâ:

«Onların Sen hele bağrında iken,
Hiç azâb eylemez Allah! Zâten;

Af dilerken de o kullar gāyet,
Hiç azâb eylemez Allah, elbet!» (s. 132-133)

***

Gül Nebî, şöyle buyurmuş zîrâ:
“Ben vefât eylediğimden sonra;

Kim benim kabrime saygıyla gelir,
Ben yaşarken bana gelmiş gibidir!” (s. 33-34)

Bu bağlamda hilyeyi zenginleştiren bir başka unsur, konuyla alâkalı birçok olayın nakledilmiş olmasıdır. Tahkiye üslûbunun esas olduğu bu olaylardan bazıları; müşriklerin amcası Ebû Tâlib’e gelip dâvâsından vazgeçmesini istemeleri, Kızı Zeyneb’in çocuğunun hastalanması, oğlu İbrahim’in vefat etmesi, Ebû Tâlib’in hanımı Fâtıma’nın vefatı, Huzâa halkının müşrikler tarafından katledilmesi gibi olaylar üzerine Hazret-i Peygamber’in gözyaşı dökmesi; ayın ikiye bölünmesi, Uhud Harbi’nde gözü çıkan sahâbenin gözünü yerine yerleştirmesi, az yemekle çok insanın doyması mûcizeleri; Hazret-i Âdem’in cennetten kovulduğunda O’nun hürmetine affını istemesi, Hazret-i Âişe’nin düşürdüğü iğnesini yüzünün nûruyla bulması, Uhud Harbi’nde dişlerinin kırılması, Mekke’nin fethinde Hazret-i Ali’nin omuzlarına basarak putları kırması, Veysel Karânî’nin ziyaret için geldiğinde Efendimiz’i evinde bulamaması ve hicret esnasında yaşanan bazı olaylardır.

Tam Tebük sonrası evlâd-ı halîm,
Hastalanmıştı güzel İbrâhim.

Ve vefât eyledi, hûn oldu hüzün,
İç çekip Hazret-i Peygamber o gün.

Pür elem, ağladı sessiz sessiz,
Merhamettendi bu yaşlar, ne temiz! (s. 66)

***

Bir defâsında bırakmış Yemen’i,
Gelivermişti Üveyse’l-Karenî.

Gönlünün sevgisi candan çoktu.
Evde lâkin yüce Ahmed yoktu.

Görmeden dönmeye mecbur kaldı,
Anneden çünkü bu tür emr aldı. (s. 74)

M. Ali EŞMELİ hilyesini mesnevî nazım şekliyle ve aruz vezniyle [feilâtün (fâilâtün) / feilâtün / feilün (fa’lün)] kaleme almıştır. Şairin aruz veznini kusursuz biçimde kullanması, takdire şâyan bir husustur. Yer yer gelenekten gelen Arapça ve Farsça bazı kelime (gam-küşad, dildâde, cezb, celb, sücûd, muallâ, mücellâ, müctebâ, şebnem, şühedâ ilh.) ve Farsça tamlamalar (seyr-i peygamber, evlâd-ı Nebî, meth-i mübîn, sırr-ı tevhîd, nûr-i Hudâ, aşk-ı Mevlâ, lutf-i ilâhî, vahy-i ilâhî, ravza-i aşk, ehl-i sevda, nûr-i letâfet, nûr-i vech, ravza-i aşk, necm-i münîr ilh.) söz konusu ise de Eşmeli eserinde, -alıntılarda da görülebileceği gibi- bir hayli açık, anlaşılır ve berrak bir Türkçe kullanmıştır. Okuyucunun bilemeyeceği kelimeleri ihtiva eden sondaki «Lügatçe», karşılaşılabilecek bazı küçük sıkıntıları da ortadan kaldırmıştır. Bu bakımdan eser, günümüz okuyucusunun rahatlıkla mânâsını anlayıp ihtiva ettiği şiiriyetin tadını alabileceği bir niteliğe sahiptir. Bilhassa eserin tamamında kendini hissettiren samimiyet ve lirizm, kanaatimizce hilyenin kıymetini bir kat daha artırmaktadır. Üstelik eser, muhtevasına uygun mizanpajıyla, göz zevkine hitap edici yönüyle de son derece cezbedici. İhtiva ettiği dört hilye levhası, bölüm başlarına konan resimler, şiiri çerçeveleyen tezhib, dizgideki itina, kâğıt ve cilt kalitesi ile takdire şâyan.

Hakk’a âyîne yüzün hürmetine,
Acı Seyrî’ye, bütün ümmetine!

N’ola mahşerde şefâat ediver,
N’ola feryat günü şefkat ediver!

Yine göster o muhabbet yüzünü,
Yine göster bize rahmet yüzünü!.. (s. 52)

Kısacası Hilye-i Şerîfe M. Ali EŞMELİ’nin; yüzyıllardır devam edegelen hilye geleneği, bu geleneğin ihtiyaç duyduğu bilgi birikimi, duyuş ve hayal zenginliği, şiir söyleme yeteneğine sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Beyitler arasında kimi zaman Hâkānî, kimi zaman Süleyman Çelebi’yi hatırlatan bir söyleyiş ve üslûpla karşılaşmak mümkündür:

Sidre’den ayrılacak Rûh-ı Emîn
Gül gibi kohusun alırdı hemîn (Hâkānî)3

Sidre’den çıktığı an Cebrâil,
Kokusundan hemen anlardı Halîl. (Seyrî, s. 73)

Sözü, Hilye-i Şerîfe şairi M. Ali EŞMELİ’nin En Mükemmel; En Güzel isimli kitabında yer alan ve Sevgililer Sevgilisi’nin bedenî güzelliği ve mânevî yüceliğini dile getiren şiiriyle bitirelim:

Ay desem çehrene, aydan daha revnaksın Sen,
Gün desem, nûr-i güneşten daha parlaksın Sen!..

Her nakış Sen’de, bakış Sen’de, akış Sen’de, öze,
Su desem, cümle sulardan daha berraksın Sen!..

Şaşırıp inci desem, inci de Sen’den doğuyor,
Sen ki, her katresi deryâ dolu ırmaksın Sen!..

Gül desem, ey yüce mahbub, terinin damlası o,
Neye teşbîh edeyim, mazhar-ı levlâksın Sen!

Sen’i kadrince ne mümkün beşer acziyle senâ,
İşte Kur’ân, iki dünyâda musaddaksın Sen!..

Ey Raûf, anneler evlâda dönüp bakmazken,
Bir Rahîmsin ki, bütün âleme kundaksın Sen!..

Doğdu Seyrî, Sana can vermeye, pervânendir,
Hem bugün, hem de yarın, canlara bayraksın Sen!..

(Ey Yüce Mahbub!, s. 74)

________________________

1 M. Ali EŞMELİ (Seyrî), Hilye-i Şerîfe, Yüzakı Yayınları, İstanbul, İstanbul, 2010, 159 s.
2 M. Ali EŞMELİ (Seyrî), En Mükemmel; En Güzel, Yüzakı Yayınları, İstanbul, 2009, 228 s.
3 Hâkānî Mehmed Bey, Hilye-i Saâdet, (Hzl. İskender PALA), Kapı Yayınları, İstanbul, 2008, s. 92.