O’NU SEVMEK VE ANLAMAK

H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com

Geçtiğimiz günlerde tasavvuf hakkında şüpheleri olan bir hanımla konuşuyoruz. Şüphe dediğim, dillerde dolaşan malûm itirazlar…

Tasavvufun, Kur’ân ve hadislerde bahsedilen; «Allah için muhabbet etmek» çerçevesinde anlaşılması gerektiğini söylüyorum.

“–Allah’tan başkasına bu kadar hürmet ve muhabbet etmek doğru mu?” gibi itirazlarını sürdürüyor. Ben de;

“–Biz Allah için olan muhabbete, Allah’tan başkasına olan muhabbet nazarıyla bakmıyoruz.” diyorum ve ilâve ediyorum:

“Aynı şeyi Peygamber Efendimiz’e karşı olan hürmet ve muhabbet için de söyleyebiliriz. Biz Peygamberimiz’i ne için seviyoruz? Allâh’ın rızâsına eriştiren bir rehber diye sevip saymıyor muyuz?”

İnsanımız Peygamber Efendimiz’i seviyor ama acaba neden sevdiğini biliyor mu?

Her yıl gerek Mevlid Kandili zamanında gerek Kutlu Doğum Haftası’nda Peygamber Efendimiz’in hakkında kitaplar yayınlanıyor. Kırmızı güllerle süslü kapakları olan kitaplarda duygu dolu ifadeler yer alıyor. Bunlar insanın içini ısıtan, ümit aşılayan güzel manzaralar. Fakat yine de yetersiz… Ama acaba çocuklarımız, gençlerimiz hattâ yetişkinlerimiz Peygamberimiz’i sevmenin gereğini ve neticesini biliyor mu?

Çünkü Rasûlullah Efendimiz’e karşı duyulan içten muhabbet, ne yazık ki yeterince hayatımızı biçimlendiremiyor. Hâlâ O’nun hayatımızdaki gerçek yerini bilmiyoruz.

Peygamberimiz’i daha iyi tanıma hususunda gayret gösteren çok çeşitli müslüman gruplar var, hamdolsun. Siyer üzerine araştırma yapmaya kendini vakfetmiş ilim adamları yetişmekte… Ancak siyer yazma geleneğindeki değişimle birlikte artık Peygamber Efendimiz’in tarihteki insanî yolculuğu öne çıkmakta. Buna bağlı olarak yeni siyer kitaplarında O’nun şemâili, mûcizeleri ve bunun gibi Peygamberimiz’e ait özel hâllere yer verilmemekte.

Günümüzde Efendimiz’in hayatı denildiğinde akla gelen, daha çok; işkence devirleri, hicret yolculuğu, askerî seferler, savaş sahneleri, anlaşma ve fetihler gibi siyasî hareketlerdir. Evet, bunlar da Rasûlullâh’ın örnek şahsiyetinin anlaşılmasında önemli bir yere sahiptir. Fakat O’nu siyasî bir hareketin başrolüne indirgemek, O’nu tarihin bir dönemine hapsetmek olur.

Evet, işin doğrusu Efendimiz dünyaya gelmeden önce; dünya bâtıl itikatlarla doluydu. Hem sadece Arap Yarımadası’nı değil, bütün dünyayı zulüm ve sapkınlıklar sarmıştı. Hattâ o asırlarda sadece din adına yapılan sapkınlıkları ve zulümleri yazsak birkaç kitap doldururuz. İnsanlık tarihini okuyunca görüyoruz ki, Efendimiz’in «Âlemlere Rahmet» sıfatı hiç de içi boş bir söz değil.

Evet, bunların hepsi doğru ama bir şeyler yine de eksik kalıyor. Bu anlayışta; sanki Efendimiz’in çöllerle çevrili bir coğrafyadaki, kanunsuz-nizamsız yaşayan, bâtıl itikatlara gömülmüş bir avuç insanı ıslah etmiş, işi bitmiş gibi anlaşılma tehlikesi var. Bu da gençlerin gözünde Peygamberimiz’in rolünü, sanki yapacaklarını yapmış, işi bitmiş gibi bir duruma getirmektedir. Bu sebeple Peygamber Efendimiz’in hayatı dediğimizde onun tarih üstü ve beşerî kişiliğini aşan peygamberlik vasfını dosdoğru anlamak gerekiyor.

Hiçbir zaman unutmamalıyız ki Efendimiz’in hayatı; Rabbimiz’in üzerine yemin ettiği bir hayattır:

“Rasûlüm, ömrüne yemin ederim ki; gerçekten onlar, sarhoşlukları içinde ne yaptıklarını bilmiyorlardı.” (el-Hicr, 72)

Bir düşünelim; Âlemlerin Rabbi’nin nezdinde Efendimiz’in hayatını, yemin edilecek kadar önemli kılan nedir? O’nun hayatına yemin etmekle Rabbimiz hangi hakikate dikkat çekmektedir? Biraz düşünecek olursak cevabı bulmak zor değildir aslında…

Hiç şüphesiz Efendimiz’in hayatı bütünüyle İslâm’dır! Îman ettiğimiz akîde, O’nun tebliğ etmek ve yerleştirmek uğruna canını, malını hattâ en çok sevdiği yakınlarını fedâ ederek bizlere kadar ulaştırdığı akîdedir! Hem de O; bu akîdeyi tek bir harfi bile tahrife uğramadan bize ulaştırmak için, şirkle, küfürle, muharref kitap ve geleneklerle savaşmaya bütün bir neslini adamıştır… Bir yandan hak dîni muhafaza etmek için her çeşit çileye katlanırken, bir yandan da onu tebliğ ve talim etmek için büyük fedâkârlıklarla talebeler yetiştirmiştir.

Sonra Efendimiz’in hayatı tümüyle İslâm geleneğinin kaynağıdır. Gerek fıkıh hükümleri gerek tasavvuf ve ahlâk edebi O’nun hayatında müşahhas bir hâle gelmiş ve uygulamaya geçmiştir. Âlimlere göre âyet-i kerîmede;

“…Allah Sana kitap ve hikmeti indirdi…” (en-Nisâ, 113) buyurulurken bahsedilen hikmet; pratiğe aktarılan, uygulamalı hakikat, yani sünnettir.

Hem Peygamber’in hayatı, yaşayan Kur’ân’dır. Siyer-i nebî bilinmeden Kur’ân-ı Kerim âyetlerinin sebeb-i nüzülü ve tefsiri bilinemez. Yine hadîs-i şeriflerin mânâ kazanması ve Rasûlullâh’ın o sünneti icrâ etmekteki murâdının açıklanabilmesi için de Efendimiz’in hayatı bilinmelidir. Yani İslâmî ilimlerin hiçbiri, siyer-i nebî bilinmeden anlaşılamaz.

Kur’ân-ı Kerim’de Peygamber Efendimiz’in hayatının önemine dikkat çeken tek âyet-i kerîme de bu değildir; aksine Kur’ân-ı Kerîm’in çoğu âyetleri, Efendimiz’in hayatından önemli günleri ve sahneleri tasvir etmektedir. Tâbiri câizse siyer kitaplarının ilkini bizzat Âlemlerin Rabbi inzal buyurmuştur.

Sanki Kur’ân-ı Kerim ve Efendimiz’in hayatı, karşılıklı olarak birbirini tefsir eden iki kaynaktır. Efendimiz’in hayatı; Kur’ân-ı Kerîm’in emir ve nasihatlerinin nasıl hayata geçirileceğini örnek hikâyelerle öğretirken, Allâh’ın âyetleri de bu hikâyenin öz mânâsını anlamamıza rehberlik etmektedir.

Rabbimiz’in kitabında Efendimiz’in hayatına, yaşadığı ve hissettiği hâllere genişçe bir yer ayrılmış, pek çok âyette sanki Mevlâ’sı; Habîb-i Zîşan Efendimiz’le dertleşip, sohbet etmiş, gönlünü almıştır. Allâh’ın Rasûlü’nün gönlünden geçenlere bile bu kadar yer ayrılmış olmasından da anlıyoruz, O’nun yaşadıkları ve hissettikleri bizim için çok önemli bir rehberdir.

Bir insanın başka bir insanı anlayabilmesi, ancak onunla aynı hâlleri ve hisleri yaşamasıyla mümkündür. Bilhassa peygamberler gibi anlaşılması kolay olmayan bir tecrübe yaşayanların kıymetini bilmek; O’na, nisbeten daha yakın bir hayat yaşayanların aracılığıyla daha kolay olabilecektir. Peygamberimiz’i sevmek, O’nu tanımak ve O’nun hayatını öğrenmek mevzuunda bu hususun değerlendirilmesi uygun olur.

Şu hâlde; «Efendimiz’in hayatı, şahsiyeti ve hayatımızdaki yeri; O’nun yolundan gidenlerle hemhâl olarak öğrenilirse çok daha doğru anlaşılır.» demek yanlış olmaz. Bu hakikat, Efendimiz’i öğrenmekte ve hayata geçirmekte din âlimleri ve tasavvuf büyüklerinin önemini vurgular.

Efendimiz’in hayatını, akademik bakışla inceleyip aktarmak veya O’na karşı hisleri edebî eserlerle dile dökmek de hiç şüphesiz O’nu anlama ve sevme yolunda önemli birer hizmettir. Fakat bu hizmetler, bizzat yaşayanların örnek olarak anlatması olmazsa, tam maksadına ulaşmayabilir. Çünkü akademik incelemelerde, ister istemez Efendimiz’in hayatı nesneleşecektir. Edebiyatta ise sanatın tabiatı icabı, süslemelerden ve coşkun ifadelerden kaçınılamayacaktır. Bu ifadeler ise yaşayarak hissetmeyenlere abartılı görünecektir.

Son söz olarak, Efendimiz’i ve hayatını anlamak, ne bir destan gibi okumakla ne de O’nu sıradan bir tarihî şahsiyet gibi incelemekle mümkün değildir. En doğrusu O’nu anlamaya çalışırken; O’nun yolundan gidenlerle beraber olarak, O’nun o üzerine yemin edilen hayatının bir benzerini yaşamaya çalışanlarla hemhâl olmak gerekir. Böylece başta kulluk hayatı olmak üzere Efendimiz’in hayatının örnek alınması mümkün olan bütün yönlerini örnek almak mümkün olabilir.

“Kişi sevdiği ile beraberdir.” hadîs-i şerîfi; süslü harflerle yazmak için değil, sevginin ve beraberliğin hakkını vermek içindir. Yani bir başka deyişle; Sevgililer Sevgilisi’yle beraber olmak istiyorsak, sevgi iddiamızın içini samimiyetle doldurmamız icap etmektedir. Bunun için de sahâbe O’nu nasıl sevmişse öyle sevmemiz gerekmektedir.

Zaten ayet-i kerime bu gerçeği de hiç şüphe bırakmayacak şekilde açıklığa kavuşturmaktadır:

“Muhakkak ki, sizin için; Allâh’ın huzuruna çıkmayı umanlar, âhiret gününe inananlar ve Allâh’ı çok çok zikredenler için Allâh’ın Rasûlü’nde güzel bir örnek vardır.” (el-Ahzâb, 21)

Hiç şüphesiz Efendimiz’in kadrini-kıymetini en iyi bilenler, O’nun getirdiklerini en iyi anlayanlar; O’nun getirdiklerini en iyi anlayanlar ise O’nun terbiyesi ve himmeti altında yetişen âli, ehl-i beyti ve sahâbe-i kiram hazerâtıdır. Gerçekten de sahâbe-i kiram; hem Rasûlullâh’ı herkes yalanladığı bir sırada tasdik etmekle, hem O’nunla beraber hicret etmekle, hem buyurduğu bütün emir ve yasakları itirazsız kabul etmekle, hem de canlarıyla-mallarıyla hizmet ve cihad etmekle büyük bir edep örneği göstermişlerdir. Bunların yanında, hareketlerindeki nezâket ve saygı ile de gönüllerindeki hürmet ve muhabbeti davranışlarına aksettirmişlerdir.

Ashâbın O’nu ne kadar iyi anladığının bir başka tezâhürü ise, O’nun yolunu öğrenme ve gelecek nesle aktarma hususunda çok gayretli, dikkatli ve itinalı davranmış olmalarıdır. O kadar ki tarihte Peygamber Efendimiz kadar hayatı iyi bilinen ikinci bir kişi yoktur. Hiç şüphesiz sahâbenin bu gayreti, Peygamberimiz’in bütün nesillere rehber olduğunun şuurunda olduklarını göstermektedir.

Ez-cümle, Efendimiz’i anlamak adına yaptıklarımızı, kutlama merasimlerinin yaldızlı uçuculuğundan ve akademik gayretlerinin kuru semeresizliğinden kurtarmalı; O’nu, O’na tâbî olan ashab ve günümüze kadar gelen sevdâlılarının muhabbet, söz ve davranışlarından tanımalıyız…

Kalıcı ve semereli bir aşk-ı Muhammedî için bu şart…