ÇİÇEĞE DURDU AĞAÇLAR…

Sadettin KAPLAN sadettinkaplan@gmail.com

Mart kapıdan baktırsa da, pencereden görünüyor… Çiçeğe durdu ağaçlar…

Önce cemreler düştü, sonra başı döndü kelebeklerin gündönümüyle. Kuşlar çığlık çığlığa bir müjdeyi astılar eprimiş bulutların salkım-saçak dantellerine:

“Bahar geliyor!..”

Kimin umurunda?..

Gönüllerin nevâ tellerine vuran tezeneler beyhûde telesiyorlar. Duygu çağlayanının sesi aklın hiçbir makamına uymuyor. Salkımsöğütlerin taze yaprakları arasından süzülen meltemler, gönül yaralarına merhem olurken; kabuk bağlayan yaralar, aklın iğne yapraklı ağaçlarına yatır çaputlarınca dilek dilek düğümlenmekteler…

Bahar mahmurluğuyla gerinen toprak, buğudan battaniyesinin altına çağırmakta ihtiyarları…

Gözleri sürmeli gölgeler, kaçamak birer öpücüktür gençler için…

Çocuklar; bir kuytudan güneşe tutulan aynadan çayırlara sıçrayan binlerce haylaz ışık ibrişiminden, bir anda örülüp tekrar sökülen bin bir renkli kanaviçe kuşlarıdır…

Çiçeğe durdu ağaçlar…

Önce bir serçe vuruldu gagasından, sonra döne döne bir sapan taşı uçtu kanatsız ve kanlı bedeniyle boşlukta… Bahçenin çitine konan saksağan, cam sileceği gibi siyah-uzun kuyruğunun birkaç hareketiyle siliverdi ufkun pusunu. Pusta açılan çeyrek daire içinde beliren megafon, aynı müjdeyi haykırdı bulanık sesiyle:

“Bahar geliyor!..”

Kimin umurunda?..

Siyah benekli, kan kırmızı kın kanatlarını kapatıp da boş yere konuyorlar ellere uğur böcekleri…

“Uç böcek, uç!” denirse uçarlarmış… Gönül kafesinde tüy döken umutlar, yorgun kanatlarıyla umutsuzluğu yelpazelerken; uğur böceğinin uçması uğur mu sayılır?..

Çiçeğe durdu ağaçlar…

Çopur çekirge, çiçek bozuğu çehresiyle atlayıverdi eğilmiş zamanın üzerinden:

“Birdirbir!..”

Bir sincap, kuyruğuna abanıp dikiliverdi ceviz ağacının altında. Ürkek, tedirgin, zavallı…

Bir gözü kör, bir ayağı topal boz bir kedi; tüylerindeki onca kiri kupkuru diliyle temizleme gayreti içinde… Az ötesinden geçen çelimsiz sokak köpeğinin düşmanlık duygusunu düşünmeye mecâli yok…

Egzozundan susturucusu çıkarılmış eski model bir araba, yeniyetme sürücüsünün dürtmesiyle anırıverdi müjdeyi:

“Bahar geliyor!..”

Ve dalgalar…

Dalga geçiyorlar akıllarınca, mavi macunu çarpık ağızlarında bembeyaz köpürterek… Sonra da, birer kısrak gibi şâha kalkıp kişniyorlar aynı müjdeyi:

“Bahar geliyor!..”

Kimin umurunda?..

Bu akşam da umutsuzluğu dişlerinin cenderesinde sıkarak dönüyor eve Mülâyim… Çenesi kasılmış, gözleri kısılmış, arzularının üzerine çamurlu ayakkabılarla basılmış olarak…

Mülâyim iki aydır işsiz. Oturduğu eve güneş girmiyor. Ol sebepten, hâlâ kâğıt-çaput, sabah-akşam yanar sobası.

Mülâyim üç çocuk babası… Herkesin ona bakışı sert, ama o her dem mülâyim… Yollarının önünde görünmez barikatlar. Kısmetten öteye yol yok…

Ağaçlar çiçeğe durdu, çiçekler meyveye gebe…

Sağır sultan, dilsiz dilber, körebe…

Çığlık çığlığa martılar…

Çarpmalar, bölmeler, eksiler, artılar…

Kulak asılmayan öğütler, gökyüzünden baş aşağı asılan gökçe söğütler, fırtınayla giden fırtına gibi yiğitler…

Sabahlar taze umut doğruyor gün tasına.

Akşam domdom kurşunudur düşlerin alnının ortasına…

Her şeye rağmen yine akşam oluyor, sabah oluyor. Kuşlar cıvıldaşıyor, kuzular meliyor…

Kimsenin umurunda olmasa da, bahar geliyor!..