SA‘D BİN EBÎ VAKKAS -2-

Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

Gözlerden ve hain müşriklerin hain emellerinden uzak bir yerde namaz ile her bakımdan arınan Hazret-i Sa‘d bin Ebî Vakkās -radıyallâhu anh-, aile efrâdına İslâm’ı nasıl anlatacağını düşünerek evine geldi. Sevgili annesinin kapı önündeki gölgelikli çardağa oturduğunu görünce, ona doğru yöneldi. Eve her geliş ve gidişinde onu büyük bir sevgi ve muhabbetle karşılayıp uğurlayan sevgili annesi, bugün kendisine hışımla bakıyordu. Daha ne olduğunu anlamadan öfkeyle yerinden fırlayıp, hışımla çıkıştı:

–Senin için; «Sa‘d sapıttı!» dediler; gerçekten sapıttın mı ey Sa‘d?

–Hayır ey sevgili annem, sapıtmadım! Sen beni iyi tanırsın, ben sapıtacak biri miyim?

–Namaz kılarken görmüşler ama?1

Görmüşlerdi demek! Görmüşler, anlamışlar ve hemen gelip annesine haber vermişlerdi. Ne yapacaktı şimdi, nasıl hareket edecekti? Sevgili annesini kırmadan, nasıl anlatacaktı ona?

–Söyle bakalım ey Sa‘d, namaz kıldın mı?

–Evet ey sevgili annem, namaz kıldım çok şükür!

–Ne dedin sen!?.

–Sen sordun, ben de cevap verdim ey sevgili annem!

–«Namaz kıldım» mı dedin?

–Evet, öyle dedim!

–Bu nasıl olur ey Sa‘d, hani sapıtmamıştın?

–Allah ve Rasûlü’ne îman ederek müslüman oldum ben!

–Sus! Sakın bir daha böyle konuşma! Senin neyin eksikti ki, kalkıp O’na uydun? Senin gibi akıllı bir genç nasıl sapıtır böyle?

–Lütfen anneciğim, lütfen! Seni ne kadar çok sayıp sevdiğimi bilirsin. İçinde bulunduğum şey sapıklık değil, çok büyük bir nimettir sevgili anneciğim. Beni dinlersen sana da anlatırım. Dinleyince sen de müslüman olup kurtulursun inşâallah!

–Hayır, asla! Seni de uyarıyorum, kimse duymadan derhâl vazgeç bu sapıklıktan!

–Hâlâ sapıklık diyorsun, dinleyip anlamadan beni böyle nasıl suçlarsın sevgili annem?

–Seni bu yaşına getirinceye kadar, üzerinde nasıl titrediğimi bilmiyor musun?

–Ya sen sevgili annem, benim seni ne kadar çok sevip saydığımı bilmiyor musun?

–O kadar çok seviyorsan dön öyleyse! Sapıklıktan kurtul!

–Hele bir müsaade et sevgili annem, Allah ve Rasûlü’nü anlatayım sana. İslâm’ı ve İslâm’ın o eşsiz güzelliklerini anlatayım!

–Sen bu sapıklıktan dönmediğin sürece bir tek kelime bile konuşmayacağım seninle!2

Böyle çıkışan annesi öfkeyle içeri geçip, kapıyı da oğlunun üzerine sertçe kapadı. Öyle ki, neredeyse kapı yerinden kopup dışarı fırlayacaktı.

Çok zor bir işle karşı karşıya olduğunu gören Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh-, bir süre kapı önünde kalakaldı. Annesinin, putlarına körü körüne bağlı olduğunu biliyordu. Ama ilk etapta bu kadar sert bir tepki beklemiyordu.

Gölgelikli çardağa geçip oturdu. Büyük bir hüzünle eve doğru baktı. Sevgili annesini kırmadan ona nasıl anlatacağını düşünmeye başladı. Hani derler ya; «boşa koydu dolmadı, doluya koydu almadı» aynen öyle olmuştu.

Kardeşi ile arası çok iyi olan Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh-, onun gelmesini bekledi. Aslında bütün ev halkı ile arası çok iyi idi. Sadece ailesi değil, komşuları ve çevresi tarafından da çok sevilen biriydi. Fakat annesi ile arası hepsinden üstündü. Annesini o kadar çok seviyordu ki; o yemeden yemez, içmeden içmezdi. Hattâ sevgili annesi yatıp uyumadan, yatıp uyumazdı.

Annesine olan bu düşkünlüğünü herkes bilirdi. Bütün anneler çocuklarına bu yiğit genci örnek gösterirlerdi. Onun gibi olmalarını isterlerdi.

Ama şimdi kapı önünde kalmıştı işte! Sevgili annesi doğru dürüst dinlememişti bile. Oysa bir yerden döndüğü zaman sevgili oğlunun karşısına oturur, görüp yaşadıklarını anlatmasını ister; anlattıklarını büyük bir dikkatle dinlerdi. Sadece dinlemeyle kalmaz, sevgili oğlu ile her şeyi paylaşırdı.

Bunları düşünüp bir hâl çaresi ararken, sevgili kardeşinin geldiğini dahî fark edemeyen Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh-, derinlere dalmış düşünüyordu:

–Ne oldu abi, annemiz durumu öğrendi mi yoksa?

–Evet sevgili kardeşim. Birisi gelip anneme söylemiş!

–Annemiz putlara çok bağlıdır. Çok büyük bir tepki göstermiş olmalı!

–Ah sevgili kardeşim, İslâm sarayının kapısı önüne kadar geldiğin hâlde, nedense içeri bir türlü giremedin!

–Seni hem sayar hem de severim abi. Sen çok iyi bir insansın. Ama görüp anladığım kadarıyla, İslâm’a girdikten sonra daha bir iyi oldun. Daha şefkatli, daha anlayışlı, ne bileyim daha bir sevgi dolu biri oldun. Senin şahsında İslâm’ın kapısına kadar geldim. Bu gidişle içeri gireceğim galiba.

–İnşâallah sevgili kardeşim, senin de İslâm’a girip müslüman olmanı çok istiyorum.3

–Neyse, önce seni eve alalım da, bunları daha sonra konuşuruz; haydi eve girelim önce!

Kendi evi olduğu hâlde bir an duraklayan Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh-, içeride neler olacağını düşündü. Fakat sevgili kardeşinin desteği ile ardına düştü. Abi-kardeş eve girdiklerinden anneleri yine hışımla fırladı yerinden:

–Nasıl geldin ey Sa‘d?

–Gördüğün gibi, kardeşimle beraber geldim, sevgili annem!

–İslâm’dan dönmediğin sürece giremezsin bu eve! Canın gibi aziz tuttuğun, hattâ annenden bile öne çıkardığın Peygamber’inden vazgeçmezsen, hiç giremezsin!

–Peygamber’den vazgeçmek, canımdan vazgeçmektir ey sevgili annem! Ölürüm de Allah Rasûlü’nden vazgeçmem ben! Rasûlullah, her şeyimizin üzerindedir artık…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

_______________________

1 İbn-i Sa‘d, Tabakātü’l-Kübrâ, c. 3, s. 138.
2 Hatîb, Târîhu’l-Bağdâd, c. 1, s. 144.
3 Ebu’l-Kāsım İbn-i Asâkir, el-Meclis, s. 238.