% 90’LIK SEBEP…

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Büyük bir sirkin eğitim bölümünde hareketlilik vardı. Gösteri esnasında bir filin hortumu kopmuştu. Zavallı, acıdan feryat-figan ededursun; diğerleri akıl yürütme yarışına girmişti. Maymun başını salladı:

‒Öyle cüssene aldanıp da bıçağa karşı gamsızlık ve aldırmazlık yapar mısın, al işte neticesi!

Bir kurt hırladı:

–Akılsız maymun, karşısındaki acemi çaylak olunca fil ne yapsın? Görmedin mi olanların nasıl gerçekleştiğini?

–Canım muhatabı acemiyse de kendisi usta olsaydı ya!

–Sus taklitçi kafa! Nasılsa fil, can derdinde sana ilişmez diye geveleyip durma; ben onun yerine gerekeni yaparım, bilesin.

–Yanlış anlaşıldım galiba.

–Yanlışı manlışı yok. Gizli bir kinin varmış gibi konuşuyorsun sanki!

Akıllı bir köpek lâfa karıştı:

–Mevzudan çıktınız arkadaşlar. Meydana gelen başarısızlığın sebebi bir tarafta kaldı, siz başka şeyleri konuşup duruyorsunuz.

Oraya az evvel gelen hikmet bülbülü de bu cümleyi tasdik etti:

–Evet, konuşmalarda ve tartışmalarda her zaman en büyük hata budur. Asıl mevzu unutulur, bir tarafa bırakılır, başka başka mevzular ve meseleler etrafında iki taraf da boş yere yıpranır, durur. Netice yine boş!

Diğerleri bu haklı sözler üzerine sustu.

Bülbül devam etti:

–Dikkat edin; başarılılar güzel bir köşede, başarısızlar da telâşede.

Ama ne hikmetse;

Başarının en doğru ve en net şifrelerini, başarısızlar kendilerince daha iyi bildiklerini sanırlar. Bu bilmişlikle de, muazzam başarı sahiplerini bile küçük görme cesareti ve ahmaklığı içinde yine kendi başlarını çıkmazlara sokarlar.

O çıkmazlarda da yine bilmişliği elden bırakmazlar, bırakamazlar.

Yine onlar konuşurlar. Fısıldaşırlar. Mırıldanırlar.

Bakın işte küçük bir başarısız grup. Hararetle konuşmaktalar. Dinlemesek de bize duyuruyorlar zaten. Aralarında başarısızlığın sebeplerini tartışıyorlar. Herkes kendi tespitini en mühim gerçek olarak ileri sürüyor. Bakın; ifadeler ne kadar da kesin:

–Çalışacağım çalışacağım da, şu aksamalar ayağıma dolanıyor.

–Ortam müsait değil, bu yüzden çalışmak imkânsız.

–Çalışmamı engelleyecek derecede bazılarıyla aram yok, ne yapayım! Hem de suçsuz olduğum hâlde…

–Düzenlemeler yapıma uygun değil.

–Çok şey aklıma yatmıyor.

–Bana göre şunlar şunlar yanlış. Bu kadar yanlışlar içinde çalışamam. Çalışsam da yaşananlar ortada. Koskoca filin hortumu uçtu.

–Bu sirkin eğitim yeri, iyi bir çalışma sahası değil. Eksikleri çok.

–Henüz sistem oturmamış, böyle olunca çalışmak ne mümkün!

–Bense havamda değilim.

–Canım sıkılıyor. Elimde değil. Aslında çok istiyorum düzgün çalışmayı ama sıkıntıyı bir türlü aşamıyorum.

–Evet, benim de tek derdim sıkıntı.

–Sıkıntı olmasa aslında ben de çalışmaktan ve ustalıktan yanayım.

–Benimse isteğim kesiliyor. Hevesle başlıyorum, sonra bir sürü şey hevesimi kırıyor. Acemilik daha işime geliyor. Hiç değilse, sırtıma fazladan yük veren olmuyor. Verilen vazifelerde de mutlaka onu yapacak bir başkası daha tayin ediliyor. Bu da benim rahatlığımı sağlıyor. O çalışırken ben dinlenebiliyorum.

–Bence böylesi eğitim şartları hiç elverişli değil.

–Eğitimi yürütenler de zaten doğru isimler değil.

–Burası bana çalışma özelliği vermiyor.

–Üstelik gürültü de çok, bunca gürültü içinde çalışılmaz ki!

–Zaten tam çalışmaya karar veriyorum, bir sürü engel çıkıyor. Engelsiz bir çalışma sistemi olmayınca ben ne yapayım?

–Kalabalık ortam bana gitmiyor, haddinden fazla zaman kaybediyorum.

Konuşmalar bu minval üzere devam ederken bülbül, tekrar sözü aldı ve şunları söyledi:

‒Dostlar, duydunuz. Söylenenler, sizin gördüklerinizle ne kadar zıt değil mi? Fakat aynı tembellik içinde olursanız, aynı cümlelerin daha beterlerini siz söylersiniz. Filinki de bu hâlin acı bir örneği. Eğer tembelliği yenerseniz, söylenenler doğru bile olsa, siz yine de müthiş başarılar sergilemeye muvaffak olursunuz…

Bülbül, söylediği cümlenin anlaşılıp anlaşılmadığını görmek için etrafındakileri dikkatlice süzdü, süzdü. Sonra yine yukarılara doğru kanat çırptı ve gözden kayboldu.

Söyledikleri, başka mânâların kapısını açtı. İçeri girebilenlere şunları takdim etti:

Âhiret tarlası olan bu âleme, çalışması için gönderilen insan; problemlerden önce başarı ve başarısızlığın sırlarını çözmeli. Çünkü bunu çözerse, her şey değişir. Yazık ki, bu gerçeği çok kimse fark etmiyor veya fark edemiyor. Göz göre göre de olsa.

Bilhassa başarısızlıkta;

Düşünce kapasiteleri oldukça kısır olanlar, sürekli başkalarını ve başka sebepleri öne sürüyor.

Tabiri caizse «-dan dolayı, -dan, -dan dolayı» şeklindeki mazeretler bitmek tükenmek bilmiyor.

Hâlbuki;

Başarı ve başarısızlıkta % 90’lık hiç değişmeyen bir sebep vardır.

Tek bir sebep;

O da, kişinin kendisidir.

Evet;

% 90’lık sebep insanın sadece kendisidir. Başarısızlıktaki diğer bütün sebepler ise ancak % 10’luk bir dilim içinde gerçekleşir. Ne olursa olsun, nasıl yorumlanırsa yorumlansın bu böyledir.

Çünkü % 10’luk sebepte en mükemmel şartlara sahip olan ve hiçbir eksiği bulunmayan nice zekâ küpü kimselerin son derecede tembel ve başarısız olması da bunun göstergesidir. Aynı şekilde bin bir eksiği olmasına, hiç de mükemmel olmayan şartlar ortasında bulunmasına rağmen, dehâ derecesinde başarılar sergileyen orta zekâlı kimselerin hâli de, aynı gerçeğin aynasıdır.

Dolayısıyla;

Başarmak isteyen insan, ilk önce % 90’lık kısmı bütünüyle halletmeli ki, % 10’luk kısımda boğulmasın.