ÖVMEDEN TAKDİR ETMEK

Mehmet Ali VAR varoglu5@gmail.com

Yaşarken çoğu insanın değerini bilmeyiz. Öldükten sonra, ardından methiyeler düzerek onu anlatmaya çalışırız. Oysa insanın kıymeti hayatta iken bilinip, takdir edilemez mi?

İnsanların iyi hasletlerini ifade etmekten kaçınmak, galiba biraz kıskançlıktan kaynaklanır.

Kıskançlık, daha yerinde ifadesiyle haset; insanların baş belâsı. Hasenâtın baş düşmanı. Çünkü Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kıskançlık hakkında;

“Ateşin odunu yakıp bitirdiği gibi haset de iyilikleri yer bitirir.” buyurur. (Ebû Dâvûd, Edeb, 44; İbn-i Mâce, Zühd, 22) Gerçekten de başkasının sahip olduğu maddî ve mânevî hasletlerin yok olmasını istemek; amelleri, iyilik ve güzellikleri bitirir. O bir nevi ateştir. Rûhî bir hastalıktır.

Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de;

“Allâh’ın sizi birbirinize üstün kılmasına haset etmeyiniz.” buyurmaktadır. (en-Nisâ, 32)

İnsanlar dünyada; güzellik, mal-mülk, ilim, makam-mevki bakımından farklıdırlar. Herkesin imtihanı değişik. Onun için kaderimize rızâ gösterip, başkalarında olan bazı üstünlükleri normal karşılayıp, kıskançlık ateşinden uzak durmalı. Mevlânâ Hazretleri’nin dediği gibi;

“Ne saâdettir o kişiye ki, yoldaşı haset değildir.”

İnsanları takdir etmenin de önünde engel olan hasedi yenmeli, güzelin güzelliğini, doğrunun doğruluğunu, başarılının başarısını söylemekten gocunmamak gerekir. Hattâ, dînimiz, böyle durumlarda «mâşâallah» diyerek o güzelliğin, muvaffakiyetin asıl sahibini de şükür ve duâ ile anmayı tavsiye eder ki, hasetli bakışlar nazar ile yıkıcı olmasın…

Evet, takdir etmek hayranlığı yapıcı şekilde dile getirmektir. Haset ile susup görmezden gelmek, ihmal etmek, kem bakışlarla nazar ederek bozulmasını dilemek ise ne kadar yıkıcıdır.

Zaten, hasedin yapıcı hâline «gıpta» denir ki, bir başkasındaki güzelliğin, hayrın; ondan gitmesi gibi bir duyguya kapılmadan, kendimizde de olmasını arzu etmektir.

Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de;

“İlmi ile âmil olup başkasına öğreten kimse ile malını Allah yolunda harcayan zengin ve cömert kimseye”1 gıpta edilebileceğini hadislerinde bildirmiştir. Dolayısıyla dînimizde birtakım güzellikleri takdir etme, onları teşvik etmek vardır.

İnsanları takdir etmek ile övmek farklı şeylerdir. İnsanları takdir etmekten uzak durmamızın temelinde biraz da Peygamber Efendimiz’in;

“İnsanları yüzlerine karşı methetmeyin.” veya;

“Sizi yüzünüze karşı övenin yüzüne toprak atın.” mealindeki hadislerini doğru anlamamamız olabilir mi?

Gerçekten de insanları yüzüne karşı övmek, hele bir beklentiyle dalkavukluk yapmak dînimizde haram kılınmış.

Nitekim Ebû Musa el-Eş‘arî -radıyallâhu anh- Rasûlullah’tan rivâyetle şöyle buyurur:

Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir adamın bir kişiyi övdüğünü ve övmede çok ileri gittiğini işitti. Bunun üzerine;

“Adamı mahvettiniz (veya adamın bel kemiğini kırdınız).” buyurdu.2 (Buhârî, Şehâdât, 17, Edeb, 54; Müslim, Zühd, 67)

Mikdâd -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre, bir adam Osman -radıyallâhu anh-’ı övmeye başlayınca, Hazret-i Mikdâd dizleri üstüne çökerek metheden kişinin yüzüne çakıl taşları atmaya başladı. Bunun üzerine Hazret-i Osman ona;

“–Ne yapıyorsun öyle?” diye sordu.

Mikdâd -radıyallâhu anh-;

“–Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

«Meddahları (yağcılık yapanları) gördüğünüz zaman yüzlerine toprak serpiniz.» buyurdu.” diye cevap verdi.3 (Müslim, Zühd 69. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Edeb, 9; Tirmizî, Zühd 55; İbn-i Mâce, Edeb, 36)

Buna karşılık takvâ sahiplerini, güzel hasletli insanları, emeği takdir etmekte dînimizde sakınca görülmemiştir. Çünkü Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gerek savaşlarda merdâne savaşan sahâbîleri, gerekse bazı şairleri methetmiştir. Aynı şekilde Allah rızâsı için mallarını infak edenler, hem âyetlerde hem de hadîs-i şeriflerde övülmüştür:

“Mallarını gece ve gündüz, gizlice ve açıkça infak edenler yok mu, işte onların Rableri katında ecir ve mükâfatları vardır. Ve onlara herhangi bir korku yoktur. Onlar hiçbir zaman mahzun da olmazlar.” (el-Bakara, 274)

Demek ki, övmekte birtakım ölçüler gerekli…

İyi niyet önemli…

Muhatabın o vasıfları taşıyıp taşımadığı, yaşayıp yaşamadığı önemli…

Muhatabın, bu övgüden nasıl etkileneceği önemli…

Bu sebeple menfî ve yasak olanı, övme, yağcılık, ayartma; müsbet ve hattâ güzel bulunanı, takdir etme, teşvik olarak adlandırabiliriz.

Övme, şımartıp gevşetirken; takdir, moral ve kıymet hissi vererek insanı canlandırır.

Övgü, şahsa gaz verirken; takdir; vasıfları öne çıkarır.

Övgü isme, takdir vasfadır.

Övgüye kaçmayan bir takdir, ihtiyaçtır. Elbette yapılan işlerin Allah katında takdir bulmasıdır asıl önemli olan. Ancak insanlar, yaptıkları güzelliklerin çevrelerince, takdirlerine değer verdiği kişilerce de görülmesini isterler.

Mârifet iltifâta tâbîdir,
Müşterîsiz metâ zâyîdir,

demişler…

Nimetlerine şükür isteyen Cenâb-ı Hak da, bir mânâda, bizden kendisini takdir etmemizi istemiş ve bütün iyilikleri, güzellikleri takdir etmeyi bize öğretmiş olmuyor mu?

Takdir etmeye yakınlarımızdan ve küçük şeylerle başlayabiliriz. Meselâ yemekten sonra hanıma, «eline sağlık»; başını örten kızımıza «çok güzel olmuşsun»; çözülen bir soruya veya okunan kitap için çocuğumuza «aferin» demek birer takdir ifadesidir. Gerek yakınlarımızdan, gerekse başkaları tarafından yapılan güzellikleri, iyi işleri öveceğiz ki, o insanlar bir daha yapmaya moral ve heyecan bulabilsin.

Maalesef, gözlerimiz çoğunlukla eksikliği görmeye ve dolayısıyla dillerimiz de daha ziyade eleştirmeye yatkındır!

Bunu, şair Nergisî zarif bir teşbihle dile getirir:

Bedre değil nigâhı cihânın hilâledir,
Noksânadır nazarları sanma kemâledir.

Gözlerimizi güzellikleri, artıları, iyileri görmeye; dillerimizi de bunları söylerek, çevremizdekileri, maiyetimizdekileri, evlâtlarımızı, arkadaşlarımızı ilh. takdir edip, yüreklendirmeye alıştırmalıyız.

Tabiî bununla, sürekli alkış, iltifat bekleyen, mükâfat olmadan, dolgun bir zarf olmadan kılını kıpırdatmayacak, hayatta, bilhassa medyada örneklerine rastladığımız şımarık tipler yetiştirmeyi de kastetmiyoruz.

O hâlde takdir ve övgüde ölçü nasıl olacak?

Medih, öven ve övülen açısından kaygan bir zemin. Burada niyet ve nefis terbiyesi de çok mühim. Övgüyü yapan insan; yapılan güzellikleri dile getirmek, takdir etmek niyetiyle değil de, göze girmek veya bir menfaat talep etmek maksadıyla, yağcılık yapıyorsa iş tehlikeli. Hele övülen zalim ve fâsık birisi olursa durum daha vahim. Medihte aşırıya da gidilmemeli, mübalâğadan kaçınmalı. Bedîüzzaman Hazretleri;

“Mübalâğa zımnî yalandır.” der. Onun için medih ve takdirde ölçüyü kaçırmamak gerekir.

Tabiî takdir edilen insanların da kibir ve gurura kapılmadan ağırbaşlılıkla hareket etmeleri lâzım. Söylenen sözleri bir duâ kabul ederek kibir ve ucba kapılmaktan Rabbe sığınmalı.

Çünkü İslâm’da övmek olmadığı gibi övünmek, kendini beğenmek de yok. En yüce vasıflarla muttasıf, Âlemlere rahmet olarak gönderilen ve kâinatın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Fahr-i Kâinat Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, sahip olduğu bütün ulvî haslet ve fazîletlere rağmen dâima «lâ fahre» yani «övünmek yok» buyurarak tevâzu ve mahviyet hâlini muhafaza etmiştir. Nitekim hadîs-i şeriflerinde;

“Ben Rasûllerin kumandanıyım, lâkin övünmek yok! Ben peygamberlerin sonuncusuyum, ancak övünmek yok! İlk şefâat edecek ve şefâati ilk olarak kabul edilecek olan da benim, ancak (bunları asla) övünmek için söylemiyorum.”

“Kıyâmet günü, yer yarılıp açıldığında ilk defa (diriltilecek olan) benim, ancak övünmek için söylemiyorum. Hamd sancağı bana verilecek, ancak bununla da övünmüyorum! Ben kıyâmet gününde insanların efendisiyim, ancak övünmek yok! Kıyâmet günü cennete ilk girecek benim, ancak bunu da övünç vesilesi yapmıyorum.” (Dârimî, Mukaddime, 8) buyurmuşlardır.4

Öyle yüce olmasına rağmen bu derece mütevâzı olan Peygamberimiz’in ümmeti olarak, biz de gerçek takdir ve beğenmeyi Allah’tan beklemeli; gördüğümüz güzellikleri, başarıları ise takdir etmeyi asla unutmamalıyız.

Şu cennet vatanımızda ne değerler; âlimler, sanatkârlar, şairler, hayır ve hasenat sahibi insanlar var. Geceler boyu uykusuz, yorgun; belki yaşlı gözlerle beyin patlatan, nice fedâkâr emektarlarımız yaşıyor. «Yarın öğrencilerime ne anlatırsam daha faydalı olabilirim?» diye sızlanan nice eğitimcilerimiz mevcut.

Ele güne muhtaç olmamak için helâl yoldan çalışan aile reisi, tezgâhının başındaki işçi, düzgün çalışan memur, yerin bilmem kaç kilometre altındaki madenci, dokumacı, derici, gemici… hemen hepsi saygıdeğer. Millet olarak yapılan hasletleri, iyilikleri takdir etmeliyiz ki güzellikler yurdumuzda daha gür bir şekilde yeşerebilsin.

Aksi hâlde insanlar öldükten sonra, onları takdir etmekte çok geç kalmış olabiliriz.

___________________

1 Buhârî, İlim, 5; Zekât, 5.
2 www.islamdahayat.com
3 www.islamdahayat.com
4 Osman Nûri TOPBAŞ, Mânevî Zirvelerin Ulvî Basamağı HİZMET, Erkam Yay., İst, 2010, s. 176.