SA‘D BİN EBÎ VAKKĀS

Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

İslâm güneşinin doğduğu günlerde 17-18 yaşlarında olan Sa‘d bin Ebî Vakkās,1 oldukça hareketli ve heyecan dolu bir gençti. En büyük özelliği sevgili annesine olan düşkünlüğü idi. Sa‘d annesine, annesi de oğluna çok düşkündü. Öyle ki; koskoca bir genç olduğu hâlde, sevgili annesinden hiç ayrılmazdı.

İslâm ile şereflenmeden üç gün önce gördüğü rüyasını ve ardından da hemen İslâm’a girişini bizzat kendisi şöyle anlatıyor:

“Uykumda, rüya âleminde kendimi çok korkunç zifirî bir karanlığın içinde gördüm. Hiçbir şey göremiyordum. Derken birdenbire her şeyi aydınlatan parlak bir ay doğdu ve etrafa nûrânî bir aydınlık yayılmaya başladı. O ayın aydınlattığı yola girip aydınlık boyu yürümeye başladım. Benden evvel o aydınlık yolu bulup, o yola koyulanları görüp tanıdım. Hazret-i Ebûbekir, Hazret-i Ali ve Hazret-i Zeyd bin Hârise’nin beraberce önümden ilerlediklerini gördüm. Onlara yetişip;

«–Ne zaman buraya geldiniz?» diye sordum? Onlar da;

«–Şimdi…» diye cevap verdi-ler.”2

Bu ilginç rüyasının tesiri ile ne olup bittiğini araştırmaya başlayan Sa‘d, o günlerde Hazret-i Ebûbekir ile karşılaştı. Öteden beri iki dost olan bu seçkin insanlar, her bakımdan birbirlerine yardımcı oluyorlardı. İslâm’ın istisnâsız her devresinde fevkalâde büyük bir cehd ve gayret gösteren Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-; sevgili dostunun rüyasını dinleyince, hiç zaman geçirmeden ona kısaca İslâm’ı ve Peygamber Efendimiz’in tebligatını anlattı. Sonra da onu alıp Rasûl-i Zîşan Efendimiz’in huzuruna götürdü.

Ecyad tarafında yanındakilere tebligatta bulunan Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hemen yeni gelenlere yöneldi. Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-, Sa‘d ve yaşadıkları hakkında malûmat verince ona yönelen Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; bütün cihanı aydınlatan bir tebessümle, Sa‘d bin Ebî Vakkās’ı İslâm’a davet etti. Daveti alan Sa‘d, hiç tereddüt etmeden müslüman oldu.3 O ana kadar herhangi bir Sa‘d olan bu zât, o günden sonra kıyâmete kadar hayırla anılacak Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh- oldu…

Sevgi ve muhabbetin kaynağına erdi; Allah ve Rasûlü!

Teslim olunması gereken en yüce makama teslim oldu; İslâm!

Şereflerin en yücesine erdi; müslüman!

Unvanların en üstünü ile unvanlandı; sahâbe!

Sevgi ve muhabbetin en yücesiyle ve en güzeliyle donanarak yepyeni bir insan oldu; İslâm insanı!

İslâm insanlarından yepyeni bir toplum oluşuyordu; İslâm toplumu!

Nereden bakılırsa bakılsın, İslâm toplumu sevgi toplumudur. Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh- ve arkadaşları ile şefkat, merhamet ve muhabbet toplumu oluşuyordu.

İslâm ile şereflenen Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh-; daha gencecik yaşında öyle ciddî bir çalışmaya girdi ki, sadece o dönem için değil, bütün devir ve dönemlere en güzel bir örnekti. Yeter ki, örnekleri örnek alacak bir örnekliğimiz olsun!

Hazret-i Sa‘d bin Ebî Vakkās -radıyallâhu anh-, Peygamber Efendimiz’e akrabaydı. Onun nesebi, hem baba tarafından hem de anne tarafından Peygamber Efendimiz ile birleşir. Rasûl-i Ekrem Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de, Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh- da, annesi tarafından Zühreoğullarına mensup bulunduğundan, Hazret-i Sa‘d annesi tarafından Peygamberimiz’in dayısı sayılırdı. Bu sebeple Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, onu her görüşünde;

“İşte dayım Sa‘d! Böyle bir dayısı olan varsa bana göstersin! Böyle bir dayısı olan var mı”4 diyerek, kendisine iltifatta bulunurdu.

“Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh-, tevhid davetini duyar duymaz ona icâbet etmekle; putperestlikten fıtrî bir nefret duyduğunu, selîm bir yaratılış sahibi olduğunu göstermişti. Ne var ki, bu yolda çok mühim imtihanlara dûçâr olacaktı.”5

Hazret-i Sa‘d bin Ebî Vakkās -radıyallâhu anh-, ilk ve en büyük imtihanını bizzat kendi evinde ve en çok sevdiği kişi olan sevgili annesiyle verdi. İmtihanların belki de en zoruydu bu. Bir insan, annesiyle nasıl olmalıydı?

O günlere gelinceye kadar annesiyle en küçük bir problem yaşamamış, sevgili annesini her şeyin üstünde tutmuş, bir dediğini iki ettirmeden ona itâat etmişti. Sevgili annesinin hem gönlünü almış ve hem de gönlüne almıştı onu. Sevgiler karşılıklı olduğundan, sevgili annesinin sevgi dolu gönlünde de yer edinmişti.

Sadece annesine değil, bütün aile efradına nasıl anlatacağını inceden inceye düşünen Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh-; sevgili annesi başta olmak üzere, onların hiçbirini kırmadan mesajı vermek istiyordu. Elinden geldiğince dikkatli bir şekilde hareket ederek, evdekileri ölçüp biçiyor; konuya nasıl gireceğini, İslâm’ı evine nasıl anlatacağını düşünüyordu. Bu düşünce ile birkaç günü geçirdi.

Her tarafın sivri dikenlerle kuşatıldığı bir dönemde, dikenliklerden ve sivri dikenlerin arasından birer ikişer sıyrılıp çıkarak, İslâm ile şereflenip, gülistan oluşturma gayreti ile geceli gündüzlü çalışan sahâbe; her yönü ile yepyeni bir toplum oluşturuyordu. Bu güzîde toplumun oluşumunda ve kıvamında namaz çok özel bir yere sahipti.

Namaz, her müslümanın vazgeçilmeziydi. Namaz, her güzel oluşumun en temel direği ve her müslümanın olmazsa olmazıydı.

Bunu en güzel ve en canlı bir şekilde sahâbe hayatında görürüz. Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh- da namaz ile arınmak ve yenilenmek için Mekke’nin dışına çıkmış, her şeyden el etek çekerek yüce Rabbi huzurunda dîvan durmuştu. Huşû içinde namazını edâ ederken, kendilerine teklif ve tebliğ edildiği hâlde, en büyük nimeti geri tepen nasipsiz bir müşrik onu gördü. Yaptığı hareketlerden onun namaz kıldığını anlayan nasipsiz, üzerine vazifeymiş gibi, hemen koşup annesine haber verdi:

“–Ey Hamne! Ey Hamne bint-i Süfyân! Canın gibi sevdiğin oğlun Sa‘d sapıtmış; gidip O’na uyarak Muhammedî olmuş! Namaz kılarken gördüm onu!”

“–Sen ne dediğinin farkında mısın? Benim sevgili oğlum Sa‘d böyle bir şey yapmaz!”

İnanmak istemeyen bir tavırla kendisine böyle bir haber getiren adamı kovalayarak, ardından öyle sert ve çirkin şeyler söyledi ki, o nasipsiz adam bile şaşırıp kaldı.

Sonra da nefes nefese dönüp, kapı önündeki gölgelikli çardağa oturarak, oğlunu beklemeye başladı. Bir yandan da çok sevdiği oğlunun asla sapıtmayacağını düşünüyordu.

Hâlbuki gerçek sapıklık, her şeyi ile Hazret-i Peygamber’e uymayanların davranışlarıydı…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

_______________________

1 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 1, s. 204.
2 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Ma’rifeti’s-Sahâbe, c. 2, s. 292.
3 İbn-i Sa‘d, et-Tabakatü’l-Kübrâ, c. 3, s. 130.
4 İbn-i Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, c. 2, s. 33.
5 Nedvî-Ansârî, Büyük İslâm Tarihi Asr-ı Saâdet (Peygamberimiz ve Ashâbı), c. 1, s. 416.