NE MÜBÂREK ANNELER…

Hüdâyî ÜSKÜDARLI

Eminönü-Üsküdar iskelesine yaklaşmışlardı.

Ezân-ı Muhammedî başladı.

Gökyüzüne duâ hâlinde, yeryüzüne davet hâlinde.

Orhan ile yengesi Fatma Hanım’ın gönül kubbelerinde bugün ezan daha bir başka yankılanıyordu.

Fatma Hanım durakladı:

–Orhan, bugün hayli ziyaretler yaptık. Belki yorulmuş olabilirsin, ama istersen bu davete kulak verdiğimiz gibi bir de gönül verelim. Ne dersin, akşamı Yenicami’de kılalım mı?

–Ne demek yengeciğim! Rûhumuz dinlenir.

Hemen Eminönü’ndeki Yenicami’ye yöneldiler. Huzur içinde namazlarını edâ ettiler.

Caminin dışı ayrı, içi ayrı bir mâhiyette büyüleyiciydi. Diğer muhteşem mâbedler gibi burası da âdetâ hem sanat hem mâneviyat müzesi gibiydi.

Namazdan sonra camiden çıkmadılar. İçerideki mânevî huzûru derin derin teneffüs ettiler.

Fatma Hanım, yine derin bir iç çekti:

–Âh, eski anneler! Biliyor musun Orhan, bu caminin inşasını tamamlatan da o annelerden. Hatice Turhan Sultan.

–Yengeciğim, o vâlideler ne kadar muttakî şahsiyetler imiş. Hayatı, dünya âlâyişi değil, hep âhiret saâdeti etrafında yaşamışlar.

–Evet evlâdım, o annelerin her birinde ayrı bir fazîlet var. Onlar, dünya şatafatı yarışında değil; hizmet, merhamet, şefkat ve hayır-hasenat yarışında olmuşlardır. Nitekim yaptıkları eserlerde oluşturdukları vakfiyeler, onların bu yönlerini çok bâriz bir şekilde ortaya koymaktadır.

Meselâ bu caminin tamamlayıcısı Hatice Turhan Sultan, vakfiyesinde demektedir ki:

«Trabzon balından gayrı bal alınmayıp her ne kadar pahalı olursa olsun yine Trabzon balı alına! Her kapı için 33 okkalık baldan şerbet yapıla! Senelik sarfiyat için otuz bin okka bal temin edile!

Kandil ve Ramazan geceleri, belirli çeşmelerden bal şerbeti akıtıla ve namazdan çıkan cemaate ikram edile!»

Bu mübârek annemizin yaptığı hayrat sadece bu cami değil. Ayrıca mektep, medrese, imâret, kütüphane ve çeşme hayratları da var. Üstelik, bırakmış olduğu vakfiyelerin yaşaması için zengin gelir kaynakları da bağışlamış. Yaptığı vakfiyelerin sıhhatli vazife yapabilmesi için de 116 kişi vazifelendirmiş.

Zaten Osmanlı’da kurulan 26.000 küsur vakfın 1400 küsur kadarı hanımlar tarafından kurulmuştur.

O mübârek annelerden biri de, Nur Bânû Vâlide Sultan. İstanbul’un Anadolu ve Rumeli yakasında onun birçok eserlerine rastlıyoruz. Üsküdar Toptaşı’ndaki Atik Vâlide Camii, imâreti, medresesi, dâruşşifâsı ve çifte hamamı onun hayrâtı arasında.

Yine;

Mâhpeyker Kösem Vâlide Sultan, Yeni Camii’nin temelini atmış, Üsküdar Çinili Camii ve yatırına mektep, çeşme, dârulhadis, çifte hamam ve sebil ile Anadolu Kavağı’ndaki camiyi inşâ ettirmiştir. Bunlara ilâveten onun, yetim kızları muhafaza ve onları evlendirme vakfı da meşhurdur. Bundan başka daha birçok eser ve hayrâtı vardır. Vâlide sultanlar arasında celâletiyle tanınan Kösem Sultan’da dahî merhamet ve şefkatin bu derecede bir tabiat-ı asliyye hâlinde olması bilhassa dikkat çekicidir.

Yine;

Pertevniyal Vâlide Sultan, İstanbul Aksaray’daki Vâlide Camii ile Yâ Vedûd Mescidi’ni inşâ ettirmiş, ayrıca kütüphane, çeşme ve mektep yaptırarak vakfetmiştir.

Yine;

Edirnekapı’da ve Üsküdar’da birer selâtin camii inşâ ettirmiş olan Mihrimâh Sultan, vaktiyle Harun Reşid’in hanımı Zübeyde’nin Bağdat’tan Arafat’a getirttiği su yollarının bozulduğunu ve bu sebeple hacıların Arafat günü şiddetli su sıkıntısı çektiklerini duymuştu. Bunun üzerine derhâl babası Kanunî Sultan Süleyman’ın huzûruna çıkarak sahibi bulunduğu bütün mücevheratı bu yolda sarf etmek için müsaade istedi. Mimar Sinan’ın da bu işe memur edilmesi talebinde bulundu. Ayrıca bu hayrâtının da dâimâ gizli kalmasının teminini istirhâm eyledi.

Süleymaniye Camii’nin temelleri atıldıktan sonra Mimar Sinan’ın uzun bir müddet ortadan kayboluşu vardır ki, bunun sebebi pek bilinmez. Umumiyetle caminin temelinin oturması için böyle hareket ettiği söylenir. Hâlbuki bu müddet zarfında Sinan, Harun Reşid’in hanımı Zübeyde’nin yaptırmış olduğu su yollarını Mihrimâh Sultan’ın servetiyle yeniden tamir edip Arafat’a bol su getirmiştir. Bu suyun hâlâ «Ayn-ı Zübeyde» ismiyle anılması, Mihrimâh Sultan’ın bu hayrını gizlemiş olmaktaki hassâsiyetinin bir neticesidir.

Yine;

Vâlide sultanların içinde hayrat bakımından en meşhurlarından biri de, Bezmiâlem Vâlide Sultan’dır ki, asırlarca hizmet veren ve tarihe mâl olan pek çok hayır hizmetleri yapmıştır. Yaptırdığı camilerin en büyüğü Dolmabahçe Sarayı karşısındaki Vâlide Camii’dir. Meşhur Galata Köprüsü de onun vakfiyesidir. İlk zamanlar ücretsiz idi. Daha sonraki senelerde tamir masraflarını karşılayacak kadar bir meblâğın temini dolayısıyla bir kısım geçişlerden ücret alınmıştır.

Vâlide Sultan’ın Şam’a kurduğu bir vakıf da çok mühimdir. Öyle ki vakıf şartı:

a. Şam’ın tatlı suyunu hacılara ulaştırma,

b. Hizmetkârların kırdığı veya ziyan verdiği eşyaları, onların haysiyet ve şahsiyetleri rencide olmasın diye tazmindir.

Hayır eli çok uzaklara kadar uzanan Vâlide Sultan’ın hizmetlerinin en büyüklerinden biri de şahsî servetini vakfederek yaptırdığı Gurabâ-i Müslimîn Hastahânesi’dir. Bu büyük eser, cami ve çeşmesiyle 1843 yılında hizmete açılmış olup o günden beri ümmet-i Muhammed’in fakirlerine şifâ dağıtmıştır.

Mübârek ecdâdın ihlâsla kurduğu vakıflar, kıyâmete dek faaliyetlerinin devam etmesi duâ ve temennisi ile tesis edilmiştir. Bu vakıflar, bugünkü ve yarınki insanımızın ihtiyaçlarını; cami, mektep, hastahâne, kışla ilh. olarak gidermekte ve hizmetlerini devam ettirmektedir. Bunlar, mübârek ecdâdımızın muazzez ruhlarını şâd edecek birer sadaka-i câriye, îman ve asâlet nişânesidir.”

Orhan, yengesinin anlattıkları karşısında hissiyatını şöyle özetledi:

–Ne mübârek vâlideler!

Huzur içinde eve geldiler. Akşam yemeğine de huzur içinde oturdular. Fakat amca Turgut Bey, onların bu huzûrundan ne yazık ki huzursuz oldu:

–Siz son günlerde iyice sıkı-fıkı oldunuz. Hiç hoşuma gitmiyor. Bir şeyler karıştırıyorsunuz ama, kokusu bir gün çıkar.

Fatma Hanım sükûnetle cevap verdi:

–Hoşa gitmeyecek bir hâl yok. Aksine durumumuz, memnuniyet verici. Yılların yarasını birlikte sarıyoruz.

Turgut Bey, öfkeyle sıçradı:

–Ne îmâ etmek istiyorsun? Yılların ne yarası varmış? Şu çocuğun bitip tükenmez rezâletlerine hep biz katlandık!

Fatma Hanım, yatıştırıcı konuştu:

–Turgut Bey, siz onun amcasısınız.

–Olmaz olaydım.

Amca daha söylenecekti fakat Fatma Hanım’ın;

“–Şu sofradaki nimetlerin sebebini unutmuş gibisiniz.” demesi, onu susturdu.

Sıkıntılı bir şekilde sofradan kalkıp odasına geçti. Hanımı doğru söylüyordu aslında. Orhan’ın bütün mîrâsına el koymuş, üstelik ona karşı amcalık vazifesini de hiç yapmamıştı. Vicdanını sürekli bastırmış, bastırdıkça da yeğenine karşı daha fazla hırçın olmuştu.

Bu hırçınlıkla tekrar sofraya döndü, Orhan’a yüklendi:

–Hayırsız! Kendin bir acayip oldun, bu yetmez gibi şimdi yengenin de aklını karıştırdın. Hep o Doktor Selim denen adam yüzünden. Durun hele, size ne yapacağımı biliyorum.

Tekrar odasına döndü.

Ertesi gün Orhan, üzüntülü bir şekilde Doktor Selim Beyi ziyarete gitti. Olanları özetledi:

–Doktor amca, yengem âdetâ bana anne oldu, fakat amcam hâlâ yabancı ve haşin.

–Evlâdım, anneler mübârektir. Üzülme, Rabbim, amcana da hidâyet ihsân eyler inşâallah.

–İnşâallah Doktor Amca.

Doktor Selim hatırlattı:

–Biliyorsun, bugün Yûnus Dede’nin sohbeti var. Müsait misin?

–Elbette Doktor Amca. Hem Yûnus Dede’yi hem de sohbetini hayli özledim.

Tam vaktinde Hüdâyî Camii’ne gittiler ve can kulağıyla Yûnus Dede’nin sohbetini dinlediler. Son cümle şuydu:

“Velhâsıl annelerin kıymetini idrâk etmek gerek. Âhirete göçmüşlerini dâimâ hayırla yâd etmek, yaşayanlara da hayırla hizmet ve ihtirâm etmek gerek. Hadîs-i şeriflerde;

“Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi. 1. Gözümün nûru namaz 2. Güzel koku 3. Sâliha hanım.”

“Cennet, (sâliha) annelerin ayakları altındadır…” buyurulmaktadır.

Bu minvaldeki annelere ne mutlu, onlar ömürlük teşekküre lâyıktır.

İhlâs, takvâ, hayır-hasenat ve hizmetleriyle;

Onlar ne mübârek anneler!..”

Sohbet bittiğinde Orhan, cennete koşarcasına annesinin kabrine koştu. Onu hiç görmemişti ama eserlerini gördüğü anneler sayesinde âdetâ annesini de görmüş gibiydi.

Mırıldandı:

“Ne mübârek anneler!”