Değişim ve Gelişim Sürecinde KAYBETTİKLERİMİZ

Aynur TUTKUN aytutkun@gmail.com

Hepimiz biliriz ki insanlık tarihi boyunca, değişim ve buna bağlı olarak da gelişim sürekli var olagelmiştir. Âdem -aleyhisselâm-’dan İsa -aleyhisselâm-’ın zamanına, oradan günümüze kadar gelen insanlık; değişimi her geçen gün daha hızlı yaşamıştır ve bundan sonra daha da yaşayacaktır. Bu hızlı değişim ve gelişim aynı zamanda da bir kayboluşu getirmiştir. Teknolojik harikaları sarhoşçasına kullanırken, kendini ve değerlerini kaybeden insanlığın, nanoteknoloji karşısında hâli ne olacaktır bilinemez!

At arabalarından bilmem kaç beygir gücündeki motorlu taşıtlara, tek motorlu uçaklardan boeinglere, gemilerden deniz otobüslerine, kömürlü trenlerden metrolara, basit silâhlardan kalaşnikoflara, ateşli ocaklardan mikrodalga fırınlara, radyolardan internete, kablolu telefonlardan “I-Phone”lara… ulaşmak hep insanoğlundaki merakın ve değişmek arzusunun bir sonucu olarak karşımıza çıkmıştır.

Çok meraklı (!) olan insanlık; değişimi sadece teknoloji ve bilişimde değil ahlâkla, îmanla ve değerlerle alâkalı boyutlarda da yaşamıştır.

Eskilerde; dışarıda sakız çiğnemek, konuşurken gözünün içine içine bakmak, sokakta dik bir başla yürümek ayıp iken… şimdilerde özgüven meselesi; otobüslerde, parklarda, hattâ okullarda sarmaş dolaş olmak, istediği gibi giyinmek de özgürlük meselesi olmuştur.

Değişim ve gelişimin kaçınılmaz olduğu şu dünyada müslümanlar hangi konularda ne kadar değişmiştir? Bilim ve teknolojide yakaladığımız gelişmeler olumlu bir bakış açısından baktığımızda bizi sevindirirken dünyanın süper güçleriyle kıyasladığımızda aranın hâlâ ne kadar açık olduğunu görmek de kara kara düşündürmektedir elbet. Fakat asıl temas etmek istediğimiz nokta; mânevî anlamda yaşadığımız, ancak yaşamamamız gereken değişikliklerdir. Asıl mesele; çağın bir gereği olarak, şekilde değişmek gerekirken -ölçüyü kaçırıp- özde de değişerek bizi biz yapan değerleri kaybetmektir!

15-20 yıl öncesinin müslümanı için bugün değişen nedir? Değişmek, gelişmek için bir gereklilik ise; para ve makam, müslümanı ne kadar ya da nereye kadar değiştirmelidir?

Elbette;

“Allah, nimetinin eserini kulun üzerinde görmekten hoşnut olur.” Fakat marka meraklısı ayaklı billboard olmamızdan değil!

Elbette para; yığmak için değil, harcamak için vardır. Fakat bencilce hepsini kendi nefsimize harcamak için değil!

Elbette; “Allah güzeldir, güzeli sever.” Fakat güzellik salonlarından çıkmamayı, kendimizin ve evimizin güzelliği için hesapsız paralar dökmemizi değil!

Elbette; “Allah temizdir, temizi sever.” Fakat temizliği ibâdetin ve mücadelenin önüne geçirmeyi değil!

Elbette; «iyi bir binek, geniş bir mekân…»dadır dünya saâdeti. Fakat tonlarca para dökülerek zihnin biricik meşgalesi hâline gelen lüks bir binek, lüks bir evde değil!

Elbette müslümanın iktidar ve makam sahibi olması dünyaya adaletin ve huzurun gelmesi için gereklidir. Fakat cep doldurmak ya da lâyığı olmayan adamını kayırmak için değil!

Elbette liyâkata sahip müslümanın yüksek mevkilerde olması, bu mevkileri ehil olmayanlara bırakmamak için gereklidir. Fakat gerektiğinde daha ehil olana bu mevkiyi teslim etmeyerek benlik ve koltuk sevdasına düşmek için değil!

İhtişamlı makam-mevki koltuklarında oturmak, caka satmak ve rahat etmek için değil; iş, proje ve performans üretmek içindir.

Bugünün müslümanı değişti hem de çok değişti. 15-20 yıl önce büyükşehirlerin nâdîde semtlerinde oturan, iyi arabalara binen; yönetici, işadamı, milletvekili, müdür, koordinatör, mimar, mühendis, doktor, avukat olan kaç tane gümüş yüzüklü erkek, ipek başörtülü bayan vardı? Bu bayanlar ve erkekler, bu mevkileri niçin arzuluyorlardı? Bu mevkilerin hakkını vererek buralarda kalabilmek, meydanlarda miting yapmaktan daha zor değil mi? Çağın bir gereği olarak değişmek, gelişmek için elbet gereklidir.

İyi arabalar, iyi evler, yüksek makamlar elbet gereklidir. Fakat değişmemesi gerekenler; insanın üzerinde ve elinde taşıdıkları değil, yüreğinde taşıdıklarıdır.

Makam, mevki, para, ilim ve bilimde ilerleyen günümüz müslümanı; İslâm’ı anlama ve yorumlamada da kendini eskiye göre daha mahir görünce nefis terbiyesi arka plâna itilmiş, sathî ve şekilci bir müslümanlık da para ve makamı gereği gibi kullanmakta âciz kalmıştır. Çünkü nefis, terbiye edilmezse her fırsatı kendi lehine döndürüverir. Tebük dönüşünde küçük cihaddan büyük cihada dönmeye vurgu yapmanın da esprisi burada olsa gerektir.

Hayat amacını; barınma, beslenme ve üremenin İslâmîcesine indirgemek kadar eksik bir İslâm anlayışı olamaz! Hayvanlarda da olan barınma, beslenme, üreme ihtiyacını dînî çerçeve içerisinde yaşamaya çalışmak; güç-belâ kazanıp geçinen çiftçi, esnaf, memur müslümanın tek amacı olabilir ama makam, mevki ve güç sahibi olan müslümanın tek hayat amacı olamaz! Çünkü onlara bahşedilen bu nimetler beraberinde birtakım sorumlulukları da getirmelidir.

Dünya nimetleri içerisinde yüzen; gümüş yüzüklü, ipek başörtülü, tek taş yüzüklü nâdîde semtlerin nâdîde müslümanlarının kaçı hâlâ yüreklerinde şehid olma ülküsü taşımaktadır?

Kaçımız evlâtlarımıza OKS, SBS, YGS-LYS ve KPSS’nin de üzerinde bir ideali aşılayabildik?

“Cihada katılmadan ya da cihad niyeti taşımadan ölen kişi münafıklıktan bir şûbe üzere ölmüş olur.” hadîsi hâlâ aklımızda mıh gibi durmakta mı? Bu devirde savaş meydanlarında ölmek mi? Elbette onu kastetmiyoruz! Bu devirde parmakla göstereceğimiz kaç tane savaş meydanı var ki? Bu devirde meydanı olmayan bir savaştayız; iyi ile kötünün, adalet ile zulmün, hak ile bâtılın mücadelesinin içimizde, ülkemizde, dünyada ve her yerde olduğu bir savaşta.

Çağla birlikte değişip gelişirken asla kaybetmememiz gereken neleri kaybettik? Ya da biraz daha iyimser bir ifadeyle neleri kaybetmek üzereyiz?

İpek başörtülü, tek taş yüzüklü hanımlara;

Plâtin yüzüklü, cipli beylere;

Bilgisayar ve play-station karşısında oyun oynamaktan ve test çözmekten başka bir şey bilmeyen oğullarımıza;

“Chat” başından kalkmayan, ellerinden “I-Phone” düşmeyen, ayda on bin SMS atan kızlarımıza; baktıkça içimizde bir şeyler cızz ediyor mu?

Sahip olduklarımız ve üzerimizde taşıdıklarımız eğreti duruyor değil mi? Ne dersiniz şöyle bir silkinip bir yerlerden başlamaya? Haydi o zaman hepimize kolay gelsin…