UNUTULMAYAN DUÂLAR

Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ ogmusharun@yahoo.com

İnsan, yaratılışı itibarıyla mutlak güçle donatılmış bir varlık değildir. Her an aşamayacağı bir zorlukla karşı karşıya kalabilir. O, yaratıcısına mutlak ve dâimî bir ihtiyaç içerisindedir. Çünkü varlığını ve sahip olduğu her şeyi O’na borçludur. Dolayısıyla her zaman duâ etmeye ve hâlini Allâh’a arz etmeye muhtaçtır.

İnsan fıtratının duâ ile olan bu bağı, duâyı ondan ayrılmaz bir özellik kılmıştır. Bu sebeple ilk duâ ilk insanla başlar. Nitekim Kur’ân-ı Kerim; Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’ın yasak meyveyi yedikten sonra Allah’tan bazı kelimeler aldığını, Allâh’ın da onun tevbesini kabul ettiğini belirtir.1 Müfessirler, bu kelimelerin;

“Ey Rabbimiz! Kendimize zulmettik. Eğer Sen bizi bağışlayıp merhamet etmezsen muhakkak ki hüsrana uğrayanlardan oluruz.” (el-A’râf, 7/23) meâlindeki âyette Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ve eşi tarafından yapıldığı belirtilen duâ olduğunu söylerler.

En güzel duâlar, Fâtiha Sûresi gibi bizzat Allah Teâlâ tarafından bize öğretilen Kur’ân-ı Kerim’deki duâlarla «me’sûr duâ» dediğimiz hadislerde yer alan duâlardır. Kur’ân-ı Kerim’deki duâların bir kısmı da peygamberlerce yapıldığı belirtilen duâlardır. Biz bu yazıda daha çok bunlar üzerinde duracağız.

Peygamberlerin yaptığı duâların çoğunluğu, gönderildikleri kavimlerin kaderiyle de yakından ilgilidir. Kimi Cenâb-ı Hakk’ın celâl sıfatlarının tecellîsine vesile olmuş, kimi ise ise cemâl sıfatlarının…

Celâl sıfatlarının tecellîsine vesile olan duâ denilince akla hemen Hazret-i Nuh -aleyhisselâm- ve Hazret-i Musa -aleyhisselâm- gelir. 950 sene kavmini hak ve hakikate çağıran Hazret-i Nuh -aleyhisselâm-, sonunda kavminin inanmaması üzerine;

“Ben yenik düştüm, bana yardım et!” (el-Kamer, 54/10) “Ey Rabbim! Yeryüzünde hiçbir kâfir bırakma! Çünkü onları bırakırsan Sen’in kullarının saptırırlar ve yalnızca kâfir ve azgın kimseler yetiştirirler.” (Nûh, 71/26-27) şeklinde Allah’a yakardı. Bunun üzerine Hazret-i Nûh’a gemi yapması vahyedildi ve tûfan başladı.

Hazret-i Musa -aleyhisselâm- da; yıllarca Mısır firavunlarının zulmünden dolayı şahsiyetini kaybetmiş olan kavmi, Filistinlilerle savaşmayı reddedip;

“Sen ve Rabbin gidip savaşın, biz burada oturacağız” (el-Mâide, 5/24) deyince şöyle duâ etmişti:

“Ey Rabbim! Ben kendimden ve bir de kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum. Bizimle, itâatsiz kavmin arasını ayır.” (el-Mâide, 5/25) Bu duâ üzerine Filistin toprakları kırk yıl İsrâiloğullarına haram kılınmış, bu zaman zarfında çölde perişan bir hâlde dolaşmışlar, ancak yeni ve hür tabiatlı bir nesil yetişince Hazret-i Musa’nın halefi Yûşâ bin Nûn zamanında Kudüs’e girebilmişlerdir.

Cemâl sıfatlarının tecellîsine vesile olan duâ denilince ise akla ilk gelen Hazret-i İbrahim’in duâlarıdır. «İçli, yufka yürekli, yumuşak huylu» anlamlarına gelen «evvâh» ve «halîm» sıfatlarıyla nitelenen2 Hazret-i İbrahim, babası tarafından kovulmasına rağmen yine de onun için bağışlanma dileyeceğini söylemiş3 ve;

“Babamı da bağışla! Çünkü o sapıklardandır.” (eş-Şuarâ, 26/86) diye duâ etmiştir. Namazların son ka‘desinde okuduğumuz;

“Rabbimiz! Sorguya çekilecek günde beni, ana-babamı ve mü’minleri bağışla!” (İbrahim, 14/41) meâlindeki duâ da Kur’ân’da belirtildiği üzere4 ona aittir.

Müşrik olduğu kesin olan kimseler için bağışlanma dilemek dînin ilkelerine aykırıdır. Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’ın müşrik olan babası için yaptığı bu duâlar, inanacağı beklentisi içinde olduğu zamanlarda; «Ona îman nasip et.» anlamında olsa gerektir.

Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:

“İbrahim’in babası için af talep etmesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ancak onun Allâh’ın düşmanı olduğu ortaya çıkınca ondan uzaklaştı. İbrahim çok yufka yürekli ve çok yumuşak huyluydu.” (et-Tevbe, 9/114; ayrıca bkz. el-Mümtehine, 60/4)

Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-, bu yufka yürekli ve yumuşak huylu özelliğinden dolayıdır ki, Lût kavminin helâkiyle görevli meleklerle münakaşa etmiştir.5

Ancak Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’ın duâları içinde Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’le ilgili yaptığı duânın elbette apayrı bir yeri vardır. Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-, oğlu Hazret-i İsmail -aleyhisselâm-’la Kâbe’yi inşa ettikten sonra şöyle duâ etmiştir:

“Ey Rabbimiz! İkimizi de yalnız Sana teslim olanlardan eyle! Soyumuzdan da, ancak Sana teslim olacak bir ümmet/bir toplum çıkar! Bize (hac ve diğer) görevlerimizi göster ve tevbelerimizi kabul et! Şüphesiz ki, yalnız Sen’sin tevbeleri kabul eden ve sonsuz merhameti olan! Ve ey Rabbimiz! Soyumuza Sen’in âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara Kitab’ı ve Hikmet’i öğretecek ve onları tertemiz kılacak olan içlerinden bir elçi gönder. Şüphesiz ki ancak Sen’sin her şeye gücü yeten ve her şeyi yerli yerince, en doğru şekilde yapan.” (el-Bakara, 2/128-129)

Tabiatı Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’ın halim-selim tabiatına, dolayısıyla duâları onun duâsına en benzer olan peygamber Hazret-i İsa -aleyhisselâm-’dır. Cenâb-ı Hak, hıristiyanların kendisini tanrılaştırmalarını onlara emredip etmediğini sorduğunda, onun şöyle cevap vereceğini belirtiyor:

“Hâşâ ey Rabbim, hakkım olmayan bir şeyi ben nasıl söylerim?!. Eğer ben onu söylemişsem, Sen onu zaten bilirsin! Ben Sen’in zâtındakileri bilmem ama Sen benim içimdekileri hiç şüphesiz ki bilirsin. Şüphesiz ki Sen’sin ancak gaybı hakkıyla bilen! Ben onlara; «Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allâh’a kuluk ediniz!» diyerek, ancak Sen’in bana emrettiklerini söyledim ve aralarında kaldığım sürece onları denetledim. Sen beni aralarından çekip aldıktan sonra ise, onların gözetleyicisi ancak Sen’din. Her şeye hakkıyla şahit olan Sen’sin!” (el-Mâide, 5/116-117)

Peygamberlerin duâları hep kavimleriyle ilgili değildir. Onların doğrudan kendileriyle ilgili birçok duâları da vardır. Müşrikler yalnızca meleklerin Allah’la insanlar arasında elçilik yapabileceklerini, insanlar Allâh’ın elçisi olsa bile göğü parça parça yere düşürmek, Allah ve melekleri göstermek, altın bir eve sahip olmak, göğe çıkmak6, yanında daima koruyucu bir melek bulundurmak, hazinelere sahip olmak ve konforlu bir hayat yaşıyor olmak gibi fevkalâde özelliklere sahip olmayı şart koşuyorlardı.7 Müşriklerin bu anlayışlarını yıkmak, peygamberlerin insan olduklarına, her insan gibi hastalık ve benzeri güçlüklerle karşılaştıklarına vurgu yapmak için Kur’ân-ı Kerim’de bu tür duâlar da zikredilmiştir.

Bunlar içerisinde hastalıkla imtihan edilen Hazret-i Eyyûb -aleyhisselâm-;

“Ey Rabbim! Sıkıntım dayanılmaz hâle geldi. Sen merhametlilerin en merhametlisisin!” (el-Enbiyâ, 21/83) şeklinde duâ etmiş, Allah Teâlâ, onun bu duâsını kabul etmiş ve onu yeniden sıhhatine kavuşturmuştur.8

Kezâ çocuğu olmayan Hazret-i Zekeriyyâ -aleyhisselâm- da;

“Ey Rabbim! Beni yalnız bırakma! Gerçi Sen, vâris olanların en hayırlısısın.” (el-Enbiyâ, 21/89) diye yakarmış, bunun üzerine Cenâb-ı Hak ona kendisi gibi bir peygamber olan Hazret-i Yahya -aleyhisselâm-’ı bahşetmiştir.9

Yaşantıları gibi peygamberlerin duâları da bizler için bir rehber ve hidâyet kaynağıdır. Yaşantılarını örnek aldığımız gibi duâlarını da örnek almamız gerekir.

_________________

1 el-Bakara, 2/37.
2 et-Tevbe, 9/114; Hûd, 11/75.
3 Meryem, 19/46-47.
4 İbrâhim, 14/41.
5 Hûd, 11/74-76.
6 el-İsrâ, 17/90-93.
7 el-Furkān, 25/7-8.
8 el-Enbiyâ, 21/83-84; ayrıca bkz. Sâd, 38/41-44.
9 el-Enbiyâ, 21/90; ayrıca bkz. Âl-i İmrân, 3/33-41; Meryem, 19/1-15.