MUHTEŞEM SÜLEYMAN…

SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)

-Hak yolunda yaşanan 71 yıllık muhteşem bir ömre 71 beyit-

(1495-1566)

Yavuz Selim gibi Hân’ın vefâtı ardından,
Cihangir olduğu gün Muhteşem Süleyman Han,
Dışarda; «Hey» dediler: «Aslan öldü, geldi kuzu…»
O an dedirdi Süleyman: «Cihanda yok bu pazu!»
Hemen, amân ile meydanda âh u vah, dediler,
«Ne eylesek de yenilmez bu padişah!» dediler…

Cihangir olduğu gün, yirmi beş yaşındaydı…
Üzüm şarâbı değil, hak kitap başındaydı…
Felekte, târihe kırk altı yıl mühür vurdu,
Atından inmedi hiç, kıt’a kıt’a koşturdu…
Fetih harîtası bir bak, devamlı bir helezon,
Rodos, Mohaç, Macaristan ve işte Estergon!
Alındı İstoni, Tebriz, cihan bizim oldu,
Donandı ay ile yıldız, zemîne nur doldu.
Büyük dehâ; Budapeşte’yle, aldı Belgrad’ı,
Dikildi gökte alem, muhteşem yazıldı adı…
Ve oldu şân ile mağrip hudûdumuz Viyana,
Fransız, İngiliz, Alman, eğildi Dîvân’a.
Kılıncı mühr-i Süleyman, hukûka yaptı divit,
Zemin ve okyanusun her yerinde attı cirit.
Dedirdi; «Akdeniz Osmanlı’nın gezinti gölü!»
Yeşertti Afrika’nın cân evinde kumlu çölü…
Sonunda koskoca dünyâ küçüldü avcunda,
Bütün vatanlara hükmetti muhteşem bir edâ…
Frenk’e hem de o tâyîn ederdi taç giyeni,
Onun murâdının olmazdı aksi söz diyeni!
Her ülkenin, o belirlerdi tüm sınırlarını,
Boyun bükerdi görenler onun satırlarını…
Ne emrederse o, mümkün değildi hiç tepki,

Bütün krallara eylerdi gür hitap: “Ben ki,
Mısır, Irak, Arabistan, Diyâr-ı Rum, Karaman,
Yemen ve Afrika, Balkan, Kırım, Azerbaycan,
Vatanlarıyla berâber denizlerin, karanın,
Frenk’in, Avrupa’nın, Asya’nın ve Isfahan’ın,
Ve pây-ı tahtımız İstanbul’un hükümdârı,
Han oğlu han, bu cihan pâdişâhı, serdârı,
Rakip ve zulmü ezen Muhteşem Süleymân’ım..
Satır satır size kānun, benim bu fermânım…”

Fransa, dans adı altında karma eğlence,
Henüz çıkardığı gün pâdişah da erkence,
Mühürlü nâme ulaştırdı eyleyip ferman,
Buyurdu: “Sizlere fermânımız ulaştığı an,
Kadınlı-erli o ahlâka zıt rezâlete tiz,
Lâkırdı eylemeden mûcebince son veriniz!
Hudûdumuzdasınız, böyle herzeden sakının,
Temiz diyârıma zinhâr o fitne sıçramasın!
Hilâf eder iseniz ben bu şerre aldırırım,
Hemen Fransa’ya bizzat gelir de kaldırırım!”

O anda dansı hükümden Fransa kaldırarak,
O denli titredi, yüz yıl boyunca sürdü yasak…
Değildi başkaca, böyleydi muhteşem yüzyıl,
Fakat ki geçti asırlar bu şâna düştü çakıl.
O günkü hâdise hıncıyla beş asır sonra,
Harem zebûnu diyenler çıkıp da çaldı kara.
Ne hakla sıçratıyorlar özel hayâtına kir,
Değildi tek saçı olsun hanımların zâhir!
Yalan döküp saçıyorlar yazık ki sahnelere,
Ne saygıdır bu rezillik, hatırlı annelere?..
Şu perde ardı çakallar, görüntülerde koyun,
Yalan merâm ile mâsûm olur mu sinsi oyun?
Nasıl vefâ ki bu, vicdânı üç kuruş râyiç,
Akıl-fikir yere düşmüş, düşünmüyorlar hiç;
Doğar mı şanlı zaferler haremde yan yatarak?
Sanat olur mu Süleymân’a iftirâ atarak?

O pâdişah ki bu âlemde öyle bir erdi,
Nasıldı rûhu, Süleymâniye’yle gösterdi.
«Rüyâda Ahmed’i gördüm, şükür gerekli..» diye,
Sinân’a; «Yap!» dedi; «Minnetle muhteşem hediye.»
Nebî’yi kubbede temsîl eden azîz eseri,
Görünce; «Vay!» dediler; «Sanki cennetin hüneri…»
Hayâtı çünkü o cennet için bilirdi sırat,
Cılız karıncaya hattâ ederdi pür dikkat.
Ebussuûd’a da sormuş o sâhibü’l-mevkî:
“Hocam, karıncayı kırmak günah mı meyvedeki?”
Demiş ki âlim-i devran: “Kırarsan ey sultan,
Yarın karınca kırar, hak alır Süleyman’dan..”
O pâdişâhı, cihangîr eden bu hasletti,
Bu hasletiyle Süleyman nasîbi, haşmetti.

«Medet edin!» dedi Hollanda, çünkü İspanya,
Kuduz misâli hücûm eylemişti tam oraya,
Büyük dehâ dedi: «Kaptan Paşa’m çevir dümeni!»
Hemen «Baş üzre!» deyip yaptı Barbaros, deneni.
Çözüldü mes’ele ânında, zorbalar sindi,
O demde böylece binlerce ıstırap dindi…

Yaşardı göklere mahrem, o pâdişâhın özü,
Bugün yıkanmalı nâ-mahremin çamurlu gözü!
O şah, haremde değil, kıt’alarda cenk etti,
Hayât-ı ömrünü sırf, âhiretle denk etti.
A zevk içinde sanan, bir düşün tefekkür ile,
Yatakta yatmadı hattâ ecel gününde bile!

Vücûdu haylice hastaydı, yaş da yetmiş bir,
Emir buyurdu: «Zigetvar için sefer gerekir!»
Sokullu, sıçradı birden: “Olur mu Sultân’ım,
Bu denli hastasınız, kaygıdan perîşânım,
Bu denli yorgun iken harbe iştirak ne diye?
Bu halka onca zaferler ki ettiniz hediye,
Huzûr içinde birazcık cihanda dinleniniz,
Emir, vezîr, ulemâ, biz bu fethi hallederiz…”

Sefer meşakkati zîrâ, ağırdı, müşküldü,
Fakat bu teklife heybetli pâdişah güldü:
“Sanırsınız ki şu an müşkülâta katlanamam,
Bu hasta, sancılı, bitkin vücutla atlanamam,
Hayır, Sokullu! Emîr, ordunun başında gerek,
Katar bu hâl bile düşmâna korku, dosta yürek!
Unutma, harbi budur ilk kazandıran kuvvet,
Unutma, tecrübemizden de farz olur hizmet.
Çıkar seferde düğüm yüklü, öyle engeller,
Kader ve bahtı belirler o anda bizdeki fer.
Kararlıyım bu sebepten bu muktezâ sefere,
Netîce, erdire Rabbim kerem edip zafere…”

Büyük vezir, dedi: “Şâhım, fakat Hudâ korusun,
Bu hâlinizle yorarsak, düşer vebâle derûn..”
Kararla gürledi sultan: “Sokullu, anlamadın,
Dediklerim size târih medârı, hisse alın,
Göçerse kuş tüyü yastıkta can, nedir kârım?
Huzûr-i ceddime mahşerde ben nasıl çıkarım?
Sokullu, ömre bedel bil, sonuncu fırsatımı,
Hazırla, haydi getir, sevdiğim beyaz atımı!”
Sokullu koştu; «Karar pâdişâhımın!» diyerek.

Açıkça on yedisindeydi pâdişahta yürek!
Vücutça çökse de dünyâda yaşlılık câna,
Kalın kuşak gibi urgan sarındı her yanına.
At üzre böylece dimdik durup da etti sefer,
Araştırın, koca târihte kaç defâ bu hüner?
O mûsıkî gibi coşkundu, taç hünerdi bu hâl,
Vurunca top gibi mehter, helâl diyordu hilâl.

O son seferde batak denk gelip de gür toplar,
Bir an tıkansa da, emretti muhteşem hünkâr:
“Sokullu, tüm paşalar, topyekûn girin batağa!”
Bu toplu gayret-i can, döndü öyle bir atağa,
Derin bataklığı bir anda aştı tüm ordu,
Önünde haçlıların Pâdişâh otağ kurdu..
El açtı Hakk’a: “İlâhî, bugün Habîb-i Edîb,
Muhammed aşkına yâ Rab, şehâdet eyle nasîb!”
Duâsı oldu kabul, verdi can, at üzre o er,
Başında ordusunun son nefes kazandı zafer…

O, kabre defnedilirken, kutuyla baş ucuna,
Konuldu bir sürü fetvâ, Ebussuud da buna,
Bakıp da ağladı: “Ah, bizlerin hesâbı yaman,
Bu işte kendini kurtardın ey büyük Hâkan!..”

Şükür ki şân ile Seyrî o gayretin varıyız,
Şükür, şehid dedenin nesliyiz, torunlarıyız…

Vezni: mefâilün / feilâtün / mefâilün / feilün
(fa’lün)

25 Ocak 2011
Sultantepe / Üsküdar