HASEKİ DÂRUŞŞİFÂSI’NDA HEKİM SEÇİMİ

Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com

Haseki Külliyesi’ni yaptırmayı düşünüp tasarlayan, Haseki Hürrem Sultan;

Bu tesisin kurulmasına sınırsız destek veren; batı dünyasının «Muhteşem Süleyman» diyerek takdir ettiği, kudretli padişah Kanunî Sultan Süleyman;

İnşa ederek onu âbideleştiren ise; gelmiş geçmiş en büyük Türk Mimarı, Koca Sinan’dır.

1538’de, Avrat Pazarı’nda1, önce tek kubbeli küçük bir cami ile başlayan Haseki Külliyesi; bir yıl sonra eklenen klâsik bir medrese ve sıbyan mektebi ile genişlemiş, Süleymaniye Külliyesi’nin yapımından önce bir imâret (aşevi) ve dâruşşifâ (hastane) eklenerek, büyük bir sosyal tesisler topluluğu hâline gelmiştir.

***

Haseki Dâruşşifâsı; güneyde medrese ve sıbyan mektebiyle karşı karşıya, doğuda ise imâretle paralel durumdadır. Günümüzden (2011) 461 yıl önce inşa edilen ve 334 yıl aynı binada hizmet veren dâruşşifâ; İstanbul yakasında, 16. yüzyıldan bu yana, zamana karşı direnebilen tek hastanedir. Bu binadan önce veya sonra inşa edilen dâruşşifâların büyük kısmı, maalesef arkalarında hiçbir iz bırakmadan kaybolup gitmiş;2 geride kalanlar ise farklı gayelerle kullanılmış veya hâlâ kullanılmaktadır.

Mimar Sinan, kaderin garip bir işaretiyle çağımızda dahî ayakta kalabilen bu dâruşşifâda; Acem, Selçuk ve eski Osmanlı dâruşşifâlarından farklı bir mimarî tarz ortaya koymuş, küçük bir alana büyük hacimler sığdırarak, 80 yataklı bir hastane meydana getirmeyi başarmıştır.

1551’DE KOCA SİNAN İNŞA ETMİŞTİ!

Haseki Külliyesi’ne ait son bina olan dâruşşifânın inşası 1550 (h. 957)’de tamamlanarak, bugünkü Haseki Hastanesi’nin çekirdeğini meydana getirmiştir. Ayvansarâyî’nin «Hadîkatü’l-Cevâmi‘» isimli eserinde metni bulunan ve ebced hesabıyla inşa tarihi düşürülen kayıp kitâbe ile Haseki Sultan’ın 1551 tarihli ana vakfiyesi, dâruşşifânın inşa tarihini açık biçimde göstermektedir.

Dâruşşifâ, sekizgen avlunun beş kenarı çevresindeki kubbeli odaları ve kuzeydeki giriş yeriyle değişik bir plân gösterir. Sekizgen avlunun doğu, batı ve güney yönlerinde iki sıra hâlinde yer alan mekânlar çift kubbelidir, kesme-yontma taştan yapılmıştır. Güneydoğu ve güneybatı köşelerinde ise üzerleri birer büyük kubbe ile örtülü ve geniş kemerlerle eyvan gibi avluya açılan birimler yer almıştır. Arkadaki yapıya eklenen ve imâretle dâruşşifâ arasında kalan, yoldan girilen bölümdeki iki bağımsız oda ise; ilâç hazırlamak için tesis edilmiştir.3

SERT SÖZ, HASTAYA BÜYÜK ACI VERİR!

Hürrem Sultan’ın 1551 (h. 958) tarihli vakfiyesinin dâruşşifâya ayrılan bölümünde, hastanede görev alacak hekimlerde bulunması gereken vasıflar şöyle sıralanır:

Dâruşşifâda istihdam edilecek hekimler; tıp ve hikmet kanunlarını bilen, onların bütün meselelerini tafsilâtıyla ihâta eden, tecrübeleriyle ilimlerinde ihtisas kazanmış, ilim tahsili ve tatbiki sahasında pek çok zaman geçirmiş ve onları tamamlama hususunda vakit sarf etmiş kimseler arasından seçilir.

Dâruşşifâda hizmet verecek doktorların her biri; selim kalpli, kerim ahlâklı, güzel huylu, endişeden uzak, iyi iş yapar, ince kalpli, uysal, akraba ve ecânib hakkında hayır diler, nasihati yumuşak, tatlı dilli, hoş sözlü, güler yüzlü, makbul huylu olmalıdır. Bu hekimler, hastalardan her birine candan dost gibi re’fet ile (merhametle) nazar eder, onları asık suratla karşılamaz. Onlara az da olsa, yalnızlık hissettirecek ve nefret uyandıracak söz söylemez; zira sözde bulunan sert bir kelime, bazen hastaya en büyük dertten daha ağır gelir. Aksine hastalara en latif ibarelerle söz söyler. Onlara en güzel şekilde hitap eder. Sual ve cevapta onlarla en şefkatli yolu tutar. Çünkü sarf olunan nice sözler vardır ki onlar, hastanın nezdinde; cennet kevserinden, zülâl ve selsebilden (içimi güzel ve tatlı sular) daha tatlıdır. Hastanın tatlı söze ihtiyacı daha çoktur. Hastalara şefkat kanatlarını serer, onların üzerine inâyet ve himaye kemerlerini gerer.4

ÇAĞDAŞ HEKİMLERDE ARANANLARIN İLERİSİNDE!

Doktorlardan her biri, sabahleyin dâruşşifâya gelip vazifesine başlar. Hastaların ve illetli (hastalıklı) kimselerin ahvâline (durumuna) bakar. Hastalıkların ve dertlerin seyrini gözetir, nabızlarına bakar, idrarlarını gözden geçirir, hastalığın meşhur (tanınan) alâmetlerini araştırır. Hastaların, küçük-büyük hepsinin ahvâlini (sağlığını) sorar, hasta ile ilgili en küçük şeyleri bile ihmal etmez, onların her birine en uygun ilâcı vererek, tedavi eder. Eğer hastanın vaziyeti; hekimin tekrar hastaneye gelmesini gerektirirse, ihmal etmeksizin hemen hastaneye koşar. Hekimler, bu şartların tamamına -bir tanesini bile ihmal ve ihlâl etmeksizin- riâyet etmek mecburiyetindedir.5

Dâruşşifânın vakfiyesinde görülüyor ki; hekimlerde aranan maddî-mânevî özellikler, bugünün çağdaş dünyasında, hekimlerde aranan niteliklerin ilerisindedir. Vakfiyede; hekimlerin ilmî ve tıbbî bilgilere vâkıf olması gerektiği belirtilirken, hastalara davranışları da en ufak ayrıntısına kadar sıralanmakta, bu konu üzerinde ısrarla durulmaktadır.

Vakfın, hekimlerde aradığı vasıflara bakıldığında, çağdaş tıp âleminde «Mânevî Kanun» kabul edilen efsânevî hekim «Hippocrates’in6 (Hipokrat) Yemini»nden çok daha ileri düşünceleri yansıttığı görülür.7 Meselâ, Hipokrat Yemini’nde; tatlı dil ve güzel sözün hastalar üzerinde uyandırdığı derin tesirden, hastaya candan ilgi ve şefkat gösterilmesi gerektiğinden hiç söz edilmez. Yeminin sözleri arasında; hekimde bulunması gereken nitelikler, açık ve sarih bir biçimde belirtilmemiştir.

HASTANE DIŞINA DA İLÂÇ VERİLİRDİ

Otuz civarında personelin hizmet verdiği Haseki Dâruşşifâsı’nda görevli doktorlardan; başhekimin günlük ücreti 30, ikinci hekiminki ise 15 dirhemdir.8

Fenlerinde kâmil (mükemmel), ellerine çabuk, ilâçta üstad, tedavide tedbir ve tefekkürle (düşünerek) hareket edip, tehevvür (heyecan) göstermeyen iki kehhâlden (göz hekimi) birinin günlük ücreti 5, diğerinin 3 dirhemdir.

Sanatında mâhir, her nevi yarayı tedavi etmeye kādir olan iki cerrahtan birinin günlük ücreti 5, diğerininki 3 dirhemdir.

İlâç ve şurupları kaynatmakta mâhir iki kimse eczacı olup, bunlardan her birinin günlük ücreti 3 dirhemdir.

Hastanede, hastaların hizmeti için dört hastabakıcı görevlendirilecektir. Bunlardan her biri; hastaların mesâlihine (hizmetine) bakar, lâzım olan hizmetlerini görür, her ihtiyacına koşar, onların her zaman, her ahvâlini görüp gözetir, hastaların yanından hiçbir zaman ayrılmazlar.

Gündüzleri hastaların hizmetini yerine getirmede gecikmez, hizmette kusur etmezler. Geceleri ise münâvebe sûretiyle (dönüşümlü olarak), ikişer ikişer hizmet ederler. Ücretleri günde 3’er dirhemdir.

***

Hürrem Sultan şart koşmuştur ki; ilâç, şurup, yemek ve edviyeli (ilâçlı) çorba ve benzeri için, her gün 150 dirhem sarf olunacak, bunların cümlesi dâruşşifâya ilticâ eden (sığınan) hastaların ihtiyaçlarına göre dağıtılacaktır. Şurup veya macunlar, -Pazartesi ve Perşembe günlerinin dışında- hastane haricinden hiç kimseye verilmez. Ancak hekimler; bu iki şerefli günde, hariçten kimselere de şurup veya macun verebilirler. Şu şartla ki; ilâçlar, satmak amacıyla isteyenlere değil, tedavi gayesiyle muhtaçlara dağıtılacaktır. Bu tespitte hekim, vicdanî kanaatine göre karar verecektir.9

_____________________

1 İstanbul Aksaray’da, şimdi Haseki adıyla bilinen semt…
2 XVI. asırda yaşayan Menavinus tarafından 25 kubbeli olduğu bildirilen Fatih Dâruşşifâsı’ndan geriye sadece küçücük bir duvar yıkıntısı kalmış; İstanbul’un bu ilk dâruşşifâsının yerine, sonraki yıllarda evler inşa edilmiştir.
Sultan II. Bâyezid tarafından yaptırılan dâruşşifânın ise yeri bile belli değildir. Tarihî kaynaklar, hastanenin Bâyezid Külliyesi’nin sınırları içinde olduğu noktasında birleşiyorlar.
3 Sema DOĞAN, «Haseki Külliyesi», DİA, İstanbul, 1997, C. XVI, s. 372.
4 Dr. Nimet TAŞKIRAN, Hasekinin Kitabı, İstanbul, 1972, s. 133.
5 Taşkıran, a.g.e., s. 133.
6 Hipokrat (Hippocrates) (M.ÖÖ-460 – M.Ö.370). Tıbbın babası olarak anılan bu İyonyalı hekim İstanköy’de doğmuştur. Kendisine göre tıbbın ilk kuralı «Primum non nocere: Önce zarar verme!» ilkesidir. Genç hekimler loncaya alınırken, Hipokrat’ın ünlü yeminini ederlerdi.
7 Gücüm yettiği kadar; tedavimi hiçbir zaman kötülük için değil, yardım için kullanacağım. Kasıtlı olan bütün kötülüklerden kaçınacağım. İster hür, ister köle olsun; erkek ve kadınların vücudunu kötüye kullanmaktan sakınacağım. Hangi eve girersem, hastaya yardım için gireceğim. Gerek sanatımın icrası, gerek sanatımın dışında insanlarla münasebette iken; etrafımda olup bitenleri, görüp işittiklerimi sır olarak saklayacağım, kimseye açmayacağım. (Hippocrates Andı’ndan)
8 Osmanlı döneminde kullanılan gümüş para.
9 Taşkıran, a.g.e., s. 134.