YILDIRIM BÂYEZİD (1389-1402)

Ahmet MERAL ahmetmeral@yuzaki.com

Osmanlı’nın en dinamik padişahlarından biri olan Yıldırım Bâyezid, babası I. Murad’ın zaferle sonuçlanan Kosova Meydan Muharebesi’nde şehid olmasının ardından Osmanlı Devleti’nin başına geçti. Onun döneminde Balkan içlerine doğru cihad ve gazaya dayalı akınlar daha da yoğunlaştı. Böylece ardı ardına kazanılan zaferlerle fetihlerin zeminleri sağlamlaştırılarak kalıcı hâle getirildi. Öte yandan Yıldırım, Bizans’ın başkenti İstanbul’u iki kez kuşatarak baskı altına aldı. Bir zamanların haşmetli imparatorluğunu siyasî ve askerî manevralarla fiilen Osmanlı’ya bağlı bir devlet hâline getirdi. Kaynaklar;

«Timur’la Ankara’da gerçekleşen talihsiz mücadele olmasaydı, İstanbul daha Yıldırım döneminde Osmanlı hâkimiyetini tanır, Bizans’ın beklenen âkıbeti de daha önce gerçekleşmiş olurdu.» diye aktarmaktadır.

ANADOLU’DA SİYASÎ BİRLİK ÇALIŞMALARI

Yıldırım Bâyezid, Kosova zaferinin itibarından da yararlanarak Anadolu’da oldukça aktif bir genişleme siyaseti izledi. Anadolu Selçuklu Devleti’nin mirasını paylaşan parçalı yapıya yönelerek Batı Anadolu’daki gazi beyliklerini; Aydın, Saruhan, Menteşe, Hamid ve Germiyan’ın kalan kısımlarını bir yıl içerisinde hâkimiyeti altına aldı ve kendi devletine ilhak etti. Sonra Karamanoğlu üzerine yürüyerek onu sulha mecbur etti. (1391) Kastamonu beyi Candaroğlu Süleyman’ı mağlûp etti ve beyliğini ilhak etti.1 Böylece Anadolu Beylikleri’ni Osmanlı hâkimiyeti altına alarak Anadolu’daki siyasî birliği büyük ölçüde sağlamış oldu. Bu çalışmalar I. Murad döneminin yumuşak metotlarının aksine sert geçiyordu. Buna karşılık, topraklarını kaybeden bazı beyler Timur’un yanına kaçarak, ondan bu duruma müdahale etmesini talep ettiler.

İSTANBUL KUŞATMALARI (1395-1396)

Yıldırım Bâyezid döneminin en önemli olaylarından biri de hiç şüphesiz İstanbul kuşatmalarıdır. Balkanların ele geçirilmeye başlanmasıyla birlikte Osmanlı idaresi, Bizans’ı tamamıyla saf dışı bırakma ve İstanbul’u ele geçirme idealini benimsemiş ve bunu bir devlet stratejisi hâline getirmişti. Yıldırım Bâyezid döneminde bu amaçla İstanbul iki kez şiddetli bir kuşatmaya tâbî tutuldu. Osmanlı kaynakları, 1395 yılında gerçekleştirilen ilk kuşatmanın sebebini; Bizans imparatorunun ölümü üzerine oğlu Manuel’in izinsiz olarak Bursa’dan kaçıp İstanbul’da tahta oturması olarak göstermektedir.2 Zaten Bizans bu dönemde, Osmanlı himayesini kabul etmek mecburiyetinde olan zayıf bir devlet konumundaydı.

Bu ilk kuşatma üç koldan hızla hareket edilerek başlatılmıştı. Yıldırım, Karadeniz kıyılarını kontrol altına almak için Turhan Bey’i görevlendirdi. Evrenos Bey’i de Yunanistan istikametine göndererek imparatorun kardeşine karşı önlem aldı. Kendisi de seçme birliklerle şehri kuşatma altına alarak Bizans’ın hareket alanını iyice daralttı. Gelibolu’dan gelen Osmanlı donanması Galata’dan Boğaz’ı tazyik ederken, farklı yerlerde konuşlandırılan mancınıklar da İstanbul surlarını dövmekteydi. Bu şiddetli baskıdan bunalan Bizans İmparatoru, Macar Kralı’na mektup yazarak yardım talebinde bulundu. Mektubunda; «din kardeşliği, dostluk ve sevgi» gibi duygulu ifadelerin yanı sıra, gönderilecek yardım karşılığında para ödemeyi de va‘dediyordu.3 Macar Kralı bu haberler üzerine harekete geçti ve Osmanlı hâkimiyetindeki Sofya’ya saldırdı. Yıldırım, bu gelişme üzerine altı ay süren İstanbul kuşatmasını kaldırarak Macarların üzerine yürüdü. Ancak kış bastırınca Bursa’ya dönmek mecburiyetinde kaldı. Böylece Bizans, ilk kuşatmadan kurtulmuş oldu.

1396 baharında yeniden harekete geçen Yıldırım, Boğaz’ın bağlantı noktalarını denetim altına almak amacıyla bir yandan Yahşi Bey’i Şile’nin fethiyle görevlendirirken, diğer yandan da Anadolu yakasında askerî açıdan stratejik bir konumu olan Güzelce Hisar’ı yaptırarak İstanbul’u ele geçirme yolunda önemli adımlar attı. Bu durum Bizans’ın endişelerini daha da artırdı. Nitekim İmparator Manuel’in Papa’ya ve hıristiyan başkentlerine imdat ve yardım taleplerini ulaştıran elçiler biraz para ve hediyeye karşılık bol vaatle İstanbul’a dönmüşlerdi. Çaresiz kalan Manuel, Yıldırım Bâyezid’den aman diledi ve cizye dâhil her türlü malî ve siyasî yükümlülüğü kabul edeceğini bildirdi. Osmanlı Devleti’ne yılda on bin flori vergi vermeyi; İstanbul’da bir Türk mahallesinin kurulması, buraya kadı tayin edilmesi, mescid ve ibâdethaneler yapılması, Osmanlı hükümdarı adına hutbe okutulması gibi ağır şartları kabul etmesi üzerine kuşatma kaldırıldı.

NİĞBOLU ZAFERİ (1396)

Balkan topraklarında yoğunlaşan akınların başarıyla organize edilmesi ve etkili bir ilerleyişin sağlanması sonucunda Osmanlı’nın batıdaki sınırları Macaristan’a dayanmıştı. Macar kralı Sigismund bu tehlikeli gelişmeye karşı tek başına mücadele edemeyeceğini anlayarak Avrupa ülkelerine ve Papa’ya elçiler gönderdi ve yeni bir haçlı ordusu hazırlanmasını istedi. Böylece Papa’nın ciddî desteğiyle Fransa, İngiltere, İskoçya, Lehistan, Avusturya, İtalya, İsviçre ve Güneydoğu Avrupa ülkelerinden gelen kuvvetler Macar ordusuyla birleşerek 120 bin kişilik büyük bir ordu teşkil edildi.4

Birleşik Haçlı Ordusu’nun başında Macar Kralı Sigismund bulunuyordu. Haçlı ordusu, zafer elde edeceğinden emin bir şekilde Niğbolu istikametine yöneldi. Bu gelişmelerden haberdar olan Yıldırım, Anadolu ve Rumeli’de bulunan kuvvetlerini toparlayarak hızlıca Niğbolu’ya hareket etti. İki ordu 25 Eylül 1396 sabahı Tuna Nehri kenarındaki Niğbolu’da karşı karşıya geldi.

Savaşta ilk hamle, haçlı ordusundaki mağrur Fransız birliklerinden geldi. Fransızların Yıldırım’ın otağına yaptıkları tehlikeli sızma girişimi yeniçeriler tarafından bertaraf edilerek durum kontrol altına alındı. Savaşın gidişâtı, sahneye çıkan on bin yeniçeri tarafından değiştirilerek haçlılar tam bir bozguna uğratıldı. Tarihin en büyük imhâ hareketlerinden biri kabul edilen bu savaşta haçlılar 90 bin civarında zâyiat verdiler. Geri kalanlar panik içinde kaçarak canlarını kurtarmaya çalıştılar. Bu hengâmede Macar Kralı ve Haçlı Ordusu Komutanı Sigismund da bir Venedik kadırgasına atlayarak sıvışmak zorunda kaldı.

Osmanlıları Avrupa’dan atmak için bütün imkânlarıyla saldıran haçlı ordusunun Yıldırım Bâyezid Han’ın karşısında tutunamaması başka gelişmeleri de tetikledi. Bu gelişmeden sonra Vidin Bulgar Krallığına kesin olarak son verildi. Niğbolu’da esir alınanlar fidyeyle serbest bırakıldı. Serbest kalanlar arasında bulunan Korkusuz Jean ve arkadaşlarının;

“Bu andan itibaren Yıldırım Bâyezid’e karşı gelmeyeceğimize ve ona karşı silâh kullanmayacağımıza namus ve şerefimiz üzerine yemin ederiz.” sözleri üzerine Bâyezid Han;

“Bana karşı silâh kullanmayacağınıza dair ettiğiniz yeminleri size iade ediyorum. Gidiniz yeniden ordular toplayınız. Ve bizim ülkemize geliniz. Bana bir kere daha zafer kazanmak imkânı sağlamış olursunuz.” dedi.5

Bu büyük zafer, başta İslâm hükümdarları olmak üzere fetihnâmelerle tüm dünyaya duyuruldu. İslâm dünyası Osmanlı’nın zaferini bütün müslümanların zaferi olarak coşkuyla kutladı. Mısır’da bulunan Abbâsî Halîfesi Yıldırım’a; «Sultân-ı İklîm-i Rûm» unvânını verdi.

ANKARA SAVAŞI (28 TEMMUZ 1402)

Niğbolu zaferiyle batıda ve doğuda büyük itibar kazanan Osmanlı Devleti, çok geçmeden yeni bir tehdit ve tehlikeyle karşı karşıya geldi. Asya’da yeni ve büyük bir güç olarak ortaya çıkan Timur İmparatorluğu, Hindistan’dan Anadolu’ya kadar uzanan geniş bir alanda hızla güç kazanmış ve Anadolu sınırına dayanmıştı. Bu yeni imparatorluk Cengiz’in Moğollarıyla birçok benzerlik taşımaktaydı. Timur da güçlü ve sert bir askerî yapılanmayla özdeşleşen imparatorluğun, âdeta sembolü durumundaydı.

Timur, zırhlı birlikleriyle hızla ilerleyerek kısa sürede Irak ve Doğu Anadolu’yu da ele geçirdi. Bağdat’taki hâkimiyetini Timur’a kaptıran Ahmed Celâyir’in ve yine Timur’a yenilen Doğu Anadolu’daki Karakoyunlu Hükümdarı Kara Yusuf’un Osmanlı’ya sığınması, Timur’un Anadolu’ya olan ilgisini daha da artırmıştı. Nitekim tahtlarını kaybederek Osmanlı’ya sığınan iki hükümdarın kendisine iadesini isteyerek Yıldırım’ı savaşı göze almasını sağlayacak bir pozisyona zorladı. Yıldırım’ın bu teklifi reddetmesi üzerine taraflar arasında tansiyonu yükselten hakaret dolu bir mektuplaşma süreci yaşandı. Erzincan hâkiminin Timur’un hâkimiyetine girmesi ve Timur’un Sivas’ı kuşatıp yakıp yıkması; buna karşılık Yıldırım’ın da Timur’un Suriye istikametine yönelmesinden yararlanarak Erzincan ve Kemah’ı alması, tarafları mukadder bir çatışmanın eşiğine getirdi. Nihayet Timur’un Tebriz’den gönderdiği elçi vasıtasıyla Yıldırım’dan kabul edilemez isteklerde bulunması bardağı taşıran son damla oldu. Timur’un istekleri arasında Kemah’ın iadesi, ele geçirdiği beylik topraklarının yeniden Anadolu beylerine verilmesi, Osmanlı şehzadelerinden birinin rehin olarak gönderilmesi, Timur’a bağlılık anlamına gelen külâh ve kemerin kabulü, Kara Yusuf’un iadesi gibi ağır şartlar yer alıyordu.

İstekleri reddedilen Timur, Orta Asya’dan takviye ettiği güçlü ordusunu Anadolu’yu istîlâ etmek üzere harekete geçirdi. Kaynaklar Timur’un ordusunun 160 bin kişiden oluştuğunu, Osmanlı kuvvetlerinin ise 70 bin ilâ 90 bin kişi arasında olduğunu kaydetmektedir. Sırp Kralı 20 bin kişi ile Osmanlı saflarında yer almıştı. Buna karşılık Timur’un da otuzdan fazla fili bulunmaktaydı.6

İki ordu arasında Çubuk Ovası’nda gerçekleşen büyük çatışma; Timur’un ayartması sonucu Kara Tatarların saf değiştirmesi, Anadolu beyliklerine ait askerlerin Timur’a sığınan eski beylerinin yanına geçmesi ve nihayet muharip gücü çok yüksek olan Timur’un askerî üstünlüğü gibi önemli dezavantajlar sebebiyle Osmanlı kuvvetlerinin büyük bozgunuyla sonuçlandı. Yanında kalan üç bin kişilik az sayıdaki askeriyle direnen Yıldırım’ın da en sonunda çaresiz kalarak esir düşmesi, tarihe Osmanlı’nın en trajik olaylarından biri olarak geçti.

Esir düşen gururlu padişah, Timur’un iyi davranmasına rağmen yedi aylık esaretin sonunda hastalandı ve Akşehir’de vefat etti. Timur’a bağlı emirler bütün Anadolu’yu istîlâ ettiler. Anadolu beyleri tekrar tahtlarına iade edildiler. Böylece Osmanlı Devleti fiilen yıkılmış, Anadolu siyasî birliği de yeniden bozulmuş oldu. Ankara Savaşı’nın travmatik etkisiyle Yıldırım’ın oğulları arasında on bir yıl sürecek taht kavgaları dönemi (fetret) başladı. Bu gelişmeleri dikkatle takip eden Bizans, derin bir nefes aldı. Batıda ilerlemeler durdu, ancak âdil bir yapı oluşturulduğundan büyük toprak kaybı olmadı.

Kosova’daki büyük meydan savaşının ardından, devletin bekāsı için kardeşi Yakup’u savaş meydanında fedâ ederek işbaşı yapan Yıldırım, kaderin cilvesi olarak yine bir büyük meydan savaşında kardeşler arası bir mücadeleye kurban giderek hazin sona ulaşmıştı.

Ankara Savaşı tarihe iki müslüman devlet arasında yapılan en büyük ve acı savaşlardan biri olarak geçti. Şüphesiz doğunun yenilmez ve kabına sığmaz güçlü hükümdarı Timur ile batıyı titreten, gözü pek ve atılgan Yıldırım güçlerini birleştirselerdi, kim bilir dünyanın seyrini nasıl etkilerlerdi?7

___________________

1 Halil İNALCIK; Osmanlı Tarihine Toplu Bir Bakış.
2 Osmanlı I; Yeni Türkiye Yayınları; s. 68.
3 Dr. Haldun EROĞLU; Osmanlı’nın 1453 Öncesi İstanbul Kuşatmaları, s. 94-95.
4 a.g.e.
5 Yusuf HALACOĞLU; İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 211.
6 Hammer; Osmanlı Devleti Tarihi, s. 219.
7 Osmanlı I; Yeni Türkiye Yayınları, s. 348.