YARINLAR!..

SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ) seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Devrân küresinde,
Dem penceresinde…

Solgun doğusundan dünü özletti bugünler,
Hicrâna alışmış, sözü zambaklı yarınlar!..
Kurşun buğusundan günü sızlattı düğünler,
Ummâna çalışmış gözü ırmaklı yarınlar!

Her lâhza akarsın,
Müddet deresinde…

Bir ömrü sarar gündüz emeller, gece rü’yâ,
Çer-çöpleri süs gösteriyor gözlere dünyâ,
Boş çıksa da gün, dolduruyor bir yeni hülyâ;
Cezbetmede bir sonraki uğraklı yarınlar!

Bıkmaz bu tekerrür,
Sonsuz keresinde…

Dünden beri gözler, ne kadar ağladı, güldü,
Kır saçlı şu baş, dün şu gülistandaki güldü.
Ömrün diyorum, tılsımı ısrarla çözüldü,
İksîr-i hayat belki de topraklı yarınlar!..

Rûh uçmalı elbet,
Ten makberesinde…

Hadsiz çilelerden, bugünün geçmesi çok zor,
Bin türlü belâdan beşeriyyet gülü mosmor!
Kış yüklü baharlar, yine etmekte diken hor,
Pek uğramıyor gurbete, leylâklı yarınlar!.

Hâlâ şımaran çok,
Fânî süresinde…

Kaç sahte mumun kaçtığı fecrin doğuş ânı,
Savruldu cihandan gecenin sisli dumânı,
Devran bu, şunun geçti, şunun geldi zamânı;
Ördekler içindir dili vak-vaklı yarınlar?!.

Mîzan soracaksın,
Asrın töresinde…

Sabret mi diyor gönle günün Hazret-i Nûh’u?
Ufkunda mıdır, tevbelerin cilveli şûhu?
Ufkunda mıdır, hüsnü, hayâlâtı ve rûhu,
Rûhunda tüten dün gibi revnaklı yarınlar?

Yak gönlünü, âşık,
Sevdâ çırasında!..

Sev, kalbin üşür aşkına pervâne değilse,
Kul sultan olur sâdece Allâh’a eğilse,
Zulmet dolu olmaz geceler gündüzü bilse,
Dün elde; bugünden çıkıyor haklı yarınlar!

Fikret, yüce ufkun,
Gezdik neresinde?

Çığ düştü yamaçtan nice çığlıkları yuttu,
İnsâna bakıp şefkati dağlar da unuttu,
Son nesline mahzun dedenin âhı mı tuttu?
Ak yaprağı mor eyledi mızraklı yarınlar!

Ak olmalı gözler,
Bahtın karasında…

Bilmez gibi, zanneyleme dünyâda vefâ var,
Her tâze sabah doğmadan evvel, ne cefâ var,
Göz ağlamasın, alnımız ağlarsa safâ var;
En teşneyedir şerbeti bardaklı yarınlar!

Yer nerde sulaksa,
Aktım orasında…

Baktım, kötünün hükmü geçer vâdi selinde,
Bizler yine gülsüz kuruduk derdin elinde.
Gel, gez be Köroğlu’m, şu güzel Çamlıbel’inde;
Sensiz Bolu’dan, yok dağı kaynaklı yarınlar!

Bin türlü şifâ var,
Yârin şırasında…

Koşturmadasın çöldeki boş vâhaya her gün,
Mecnûna danıştın mı, serâb içre ne gördün?
Sahrâdaki Leylâ, dilerim bağda görünsün,
Ah keşke hayâl olmasa çardaklı yarınlar!

Kızgın güneş içtim,
Ay tenceresinde…

Ey sevgili, sönmem, gece-gündüz yanarım ben,
Mîrâc ile ersem sana, ölsem de varım ben.
Gurbet orucundan sana hasret, buharım ben,
Bekler sahurum, vuslatı imsaklı yarınlar!..

Çok çekti gönüller,
Yer maskarasında…

Hür fikre sarıldıkça, boğuştukça cehille,
Düşman gibi saldırdı, görünmez nice sille.
Peynir gemisinden ne umarlar kuru dille?
Kaptanları alt eyledi lâk-lâklı yarınlar!

Kul var ki, kömürlük,
Nefsin yarasında…

Eğrilme gönül, sanma bu vaktin yolu eğri,
Eğrilme de, yazdırma dünün vasfını büğrü!
Düzgün yürümek istiyorum yârına doğru,
Baş döndürecek olsa da zik-zaklı yarınlar!

Yol, Hakk’a gönüldür,
Cânın şurasında…

Ömrüm boyu dünyâda ne yaptımsa, önümde,
Evvel gidivermiş, yüce mîzanda, hükümde.
Yok kimseye mâzî diye bir şey, bu düğümde,
Geçmiş, gelecek, hâl ile ortaklı yarınlar!

Lânet niye ömre,
Birden biresinde?..

Vermiş bize, âhirde hayır-şer, iki ruhsat,
Mümkün yine nîmet ya da âfet dolu maksat,
Kaçmaz mı değerlendiremezsen nice fırsat?
Tâlih denilen sır küpü, muğlâklı yarınlar!

Meçhulleri mâlûm,
Vaktin göresinde…

Bahtın göremezsen, sana hoş tahtı görünmez,
Hoş tahtı görünmezse, gönül fikre bürünmez,
Kim fikre bürünmez, diyemem aklı sürünmez,
Boş kelleye taştan katı tokmaklı yarınlar!

İdrâke açık yol,
Nefsin viresinde…

Zengin ve fakir evde, kader mutfağı işler,
Dem, sofra kurar, türlü kuşun kursağı işler,
Rızkın, yine hem yükseği hem alçağı işler,
Bir gün acı, bir gün balı kaymaklı yarınlar!

Yorganda değil, suç,
Gaflet piresinde…

Bâzen nice şer zannederek hayrı kesersin,
Bâzen de hayır zannederek şerre esersin!
Kendin şaşırırsın, ama Allâh’a küsersin,
Bundan cüce eyler, yüce mihraklı yarınlar!

Kim buldu saâdet,
Dünyâ parasında?

Bağrında yanar dalgalı esrarlı buhurlar,
Yıllar yılı mikroplu çamurdan ne bulurlar?
Âh üstü çiçeklerle müzeyyen şu çukurlar;
Eyvah, çukur üstünde mi ahlâklı yarınlar?

Üç boşboğazın, söz,
Boş yaygarasında…

Doktor niye sağlamları yazmakta vebâlı?
İşler, ne taraftan ele alsak acabâlı..
Hânemdeki son uykuların hakkı hebâlı,
Öz yavruma göz dikmede dazlaklı yarınlar!

Gül kesti kalemler,
Neşter tiresinde…

Bir ip gibidir tecrübeler, herkesi bağlar,
Özlerde de sözlerde de, bir gözle; neler var!
İbret dolu, düzgün döşeyin kabloyu canlar,
Alt-üst eder âlemleri kontaklı yarınlar!

Toz yuttu çobanlar,
Vicdan borasında…

Dönmüş kuzunun boynuna kurttan, atılan ok,
Hep fâil-i meçhul yazılır, zulme hukuk çok!
Açlar büküyor boynu, topaç döndürüyor tok;
Dönmekte felek içre fırıldaklı yarınlar!

Şer yazdı yazanlar,
Devrin turasında…

Evvelki edep süzdürülüp kaldı «sayın»da,
Yüzlerce haram doğdu, helâl öldü yayında,
Ağlar özelin rûhu; genel, pimli mayında,
İdrakte balonlar gibi patlaklı yarınlar!

On parmağı harbin,
İnsan püresinde…

Çağdaş mamadır bomba bugün, yandı bebekler,
Kül oldu hesapsız füzelerden kelebekler,
Gül çehreli iblîse esir düştü melekler,
Bitsin barışın alnına tak-taklı yarınlar!

Târihte haber çok,
Her bâdiresinde…

Dün atlı yiğitler, koca dünyâya bedeldi,
Düşmân o yiğit neslini günden güne çeldi,
Bin dert oku, sabrın bu defâ kalbini deldi,
Ondan beri, gün mendili ıslaklı yarınlar!

Her şey iki türlü,
Seyret karesinde…

Ard arda dehâlar, yeniden, sorma, gelir mi?
Müstakbeli sarsın, yetişir mâzinin azmi,
Her anne doğursun yine Fâtih’le Selîm’i,
Boş kaldı beşik, ey eli kundaklı yarınlar!

Ey yolcu, durulmaz,
Arzın burasında…

Bir bengisu hükmünde gelip aklıma bâde,
Aktıkça dimağdan beni mest eylese hem de,
Hâlâ nice sürprizleri gizler dönüşümde,
Dümdüz görünür, yolları kavşaklı yarınlar!

Son hançeri kalbin,
Tam hançeresinde…

Bin yıl gibi câzipti vakitler yine doldu,
Kaç gonca baharsız kalarak sapsarı oldu,
Ten, toprağa düşmüş kuru yaprak gibi soldu,
Hep böyle olur dalları yapraklı yarınlar!

Bülbül nice ötsün,
İsler arasında?..

Bundan mı ki, baykuşlar öter hep bacalarda?
Fer söndü kadınlarda, peşinden kocalarda,
Doğruldu kefen elde yataktan hocalar da.
Çok bunca telâş, hepsine tik-taklı yarınlar!

Gezmem tereciyle,
İş yok teresinde…

Can sandalı neyler sonu gelmişse denizde,
Girdâba düşer, fırtınadan kaç, deseniz de,
Yoktur o zaman canlı hayat rengi benizde,
Titrek yakamozdur, mumu tutsaklı yarınlar!

Feryâd edecek ten,
Yer testeresinde…

Sen bir yarının tutsağısın dün ve gününle,
Keyfince ne mümkün gülebilmek bu ününle,
Bir gün yapayalnız yapılan son düğününle,
Gizlendiği yerden çıkacak saklı yarınlar!..

Son kârı zamânın,
En son firesinde…

Kadrince kulun dar ya geniş «köprüyü geç» der,
«Evvelce ne ektinse buyur gel, onu biç» der,
Mahşerde ya kevser ya da zakkum, «hadi iç» der,
Dostum, ya cehennem, ya da uçmaklı yarınlar!

Rahmet, başa taçtır,
Zahmet beresinde…

Bir hâdisedir gözde fikir, sözde bahâne,
Mâlûm ile meçhul biliyor, özdeki sır ne,
Her bilmecenin halli yarınlardaki karne,
Üç kıt’ada bir bulmaca, sancaklı yarınlar!

Cennet vatanımdır,
Cennet yöresinde…

Yurdumda bugün nesl-i mukaddeste emânet,
En şanlı yarınlar, yüce adreste emânet,
Tâc olmalı Seyrî, yine herkeste emânet,
Eyvâha bırakmaz bizi bayraklı yarınlar!

Mayıs 1998 – 20 Haziran 2004

Vezni: mef’ûlü / mefâîlü / mefâîlü / feûlün
mef’ûlü / feûlün