Soyut Değerlerden Mahrum Aileler, AYAKTA KALAMAZLAR!

Aynur TUTKUN aytutkun@gmail.com

Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğünün yaptırdığı bir araştırmada Türkiye’de ailenin durumu incelenmiş, aileye ilişkin bir fotoğraf çekilmiş ve meseleler tespit edilmiştir. 2010 yılının baharında sonuçları yayınlanan bu çalışma, aileye dair yapılmış saha çalışmalarının en kapsamlı olanıdır.

Araştırma sonuçlarına göre ferdî ve sosyal değerlerden mahrumlaşma, aile kalesini temelden sarsmaya başlamıştır. “Toplumsallaşma” yerine “bireyselleşme”yi teşvik eden, tüketim kültürünü savunan, her şeyi haz ve tüketim kültürü üzerine oturtmayı amaç edinen, ferdî ve sosyal değerleri yok sayan globalleşme rüzgârından aile nasibini alıyor görünmektedir.

TÜİK 2009 yılına ilişkin evlenme ve boşanma istatistiklerine göre ise toplumun her kesiminde boşanma oranlarında gözle görülür bir artış vardır. Türkiye’de geçen yıl evlenen çift sayısı bir önceki yıla oranla 50 bin 231 azalmış, boşanan sayısı ise 14 bin 499 kişi artmıştır. Daha önceleri sadece batının bir problemi gibi görünen boşanma konusu, son yıllarda bizim toplumumuzun da gündemine oturmuştur.

Başbakanlık araştırmasına göre boşanmalardaki artışın en önemli sebebi; eşe sadâkat duygusunun zayıflaması/namus anlayışının yıpranması (%17,8) ve yeni hayat şartlarının eşler arasında saygı ve sevgiyi azaltmasıdır. (%16,9)

Aile bağlarının zayıflaması, (%12,8)

Kadınların geçmişe oranla daha özgür/ekonomik açıdan daha bağımsız olmaları (%14,2) ve;

Televizyon ve gazetelerin boşanmayı kışkırtıcı/aileyi yıpratıcı yayınları (%12,7) da boşanmalardaki artışın sebeplerindendir.

Sonuçlara dikkat edildiğinde fert ve toplum değerlerinden mahrumlaşma çok açık görülmektedir. Hayatın maddîleştirilmesi, evliliğin sadece haz ve madde üzerine inşa edilmesi ile eşler birbirine tahammül edememekte; sabır duygusu olmayınca sevgi, saygı ve sadâkat da kalmamaktadır. Aile saâdetinin maddî şartlara bağlı olması, televizyon ve internetin evlere hükmetmesiyle fertlerin birbirlerine kaliteli vakit ayıramayarak aile bağlarının zayıflaması, kadının eline para geçmesiyle kendisini yuvasını yıkacak derecede özgür ve sorumsuz hissetmesi, medya ve eğitimin etkisiyle namus anlayışının değişmesi; aileyi yıkan unsurların başında gelmektedir. Demek ki günümüz aileleri öyle zayıf temeller üzerindedir ki dağılıvermesi bu kadar kolay olmaktadır…

Eskiden gelin evden çıkarken yaşlıların ona söylediği bir söz vardır:

“Kızım bu evden gelinlikle çıkıyorsun ancak kefeninle dönersin…” diye. Çok acımasızca gözükse de bu anlayış boşanmayı her anlaşmazlıkta, her kavgada gündeme getirilmeyecek bir kavram olarak akıllara yerleştirecek kesinliktedir. Günümüzde bu ve benzeri anlayıştan uzak ailelerde medyanın ve ekonomik özgürlüğün de etkisiyle boşanma çözüm gibi algılanmakta fakat boşandıktan sonra özellikle duygu ağırlıklı yapıları itibarıyla kadınlar ve çocuklar daha da mutsuz olmaktadır. Elbette boşanmanın çözüm olduğu durumlar da vardır fakat bu, hemen her yol denendikten sonra akla gelmesi gereken çok ciddî bir durumdur. Dînimizin;

«Allâh’ın en çok buğzettiği helâl» olarak tanımladığı boşanma, günümüzdeki kadar kolay akla gelebilecek bir mevzu değildir.

Günümüz gençlerinin soyut amaçlardan mahrum olması; onların kurdukları yuvalara da yansımakta, somut hedefleri gerçekleşmeyince zihinlerinde oluşturdukları dünya çabucak yıkılıvermektedir. Öyle ya, soyut hedefleri olmayan bir insan ne diye işyerindeki arkadaşı kadar câzip olmayan bir eşle ömrünü bitirsin ki! Ya da komşusununki kadar maddî imkân sunmayan bir adama ümit bağlasın! Ya da filmlerdeki gibi ona hediye almayan, çiçek getirmeyen, gezmeye götürmeyen, sadece kendisine hizmet ettiren birine tahammül etsin! Dırdır eden ya da hiç muhabbet etmeyen birine nasıl tahammül edilir ki! Nasıl olsa herkesin kendi kazancı vardır, kimse kimsenin kahrını çekmek zorunda değildir!..

Günümüzde azimli, gayretli olmak, mücadele etmek, sorumluluk sahibi olmak kavramları ne yazık ki sadece bir meslek edinmek, kariyer yapmak ya da çok para kazanmak konularında düşünülür olmuştur. Yuvayı ayakta tutmak için mücadele etmeye, çözümler üretmeye kimse yanaşmıyordur ki boşanma rakamları her geçen gün artmaktadır.

Ailelerde, eşlerden birisinin veya her ikisinin birden evle ve çocukla ilgili sorumluluklarını yerlerine getirmemelerinden veya yeteri kadar sorumluluk üstlenmemelerinden kaynaklanan problemler yüksek düzeyde yaşanmaktadır (%51). Aile gelirinin yetersizliğinden dolayı evlerde huzursuzluk yaşanması (%49,7) kadar harcamalardan kaynaklanan problemler de (%56,1) vardır. Tüm bunlar ailedeki fertlerin değerlerinin ne kadar yozlaştığının bir göstergesidir. Aile fertleri olarak bu dünyadaki maddî hayatı mamur etmekten başka hedef yokmuş gibi davranılmaktadır.

Araştırmadan edinilen bir diğer sonuca göre ise evlilik öncesi cinsî beraberlik konusunun, kendini dînî yönü güçlü olarak sınıflandıranların sadece %76’sı tarafından ahlâksızlık olarak değerlendirilmesi de düşündürücüdür. Dîne inanmayanların ise %54’ü bunu ahlâksızlık olarak düşünür ki bu grubun kalanının üzerinde de hâlâ dînin hâkim olduğu geleneğin, şekillendirici olduğunu söylemek mümkündür.

Tüm bu değerlendirmeler ve sonuçlar göstermektedir ki fert ve toplum değerlerinin temelinde din vardır. Doğru dînî anlayıştan uzaklaşıldıkça fertlerin de en küçük sosyal birliktelik olan ailenin de değerlerinde yozlaşma olur. Cami avlularına, çöplere, Çocuk Esirgeme Kurumlarına terk edilen çocuk sayısı çok ürkütücüdür.

Doğru dînî değerler kişiye, aileye ve topyekûn topluma hâkim olmadıkça Türkiye’de ailenin durumunu, batı ailesinin düştüğü durumdan kurtarmak mümkün olmayacaktır. Haz ve madde üzerine inşa edilen, mânevî hedeflerden mahrum bırakılmış evlilikler, en ufak bir depremde yıkılmaya mahkûmdurlar.

Evliliklerin ömür boyu devamında ferdiyetten, bencillikten uzak, fedâkârlık, sevgi, saygı ve hoşgörüyle yoğrulmuş bir anlayışın hâkim olması; meselenin çözümünü özetleyecektir.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kızı Hazret-i Fâtıma’nın nikâhında damadı Hazret-i Ali’ye söylediği söz, insanlık tarihi boyunca aile müessesesi hakkında söylenmiş en güzel söz olarak kalacaktır:

“Yâ Ali, kızımı sana câriye olarak veriyorum. Unutma ki sen de onun kölesisin.”