YÂSİR AİLESİ -1-

Gül Bahçesi

Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

Ans kabîlesinin Yâm koluna mensup olan Yâsir bin Âmir, aslen Yemenliydi. Kaybolan kardeşini bulmak için Hâris ile Mâlik adlı iki oğluyla beraber Yemen’den kalkıp Mekke’ye gelmişti. Kardeşini bulamayınca oğulları Yemen’e geri dönmüşler, fakat Yâsir Mekke’de kalmıştı. Yemen’de hayat kalmamış, geçinmek için başka bir yerde mekân tutması gerekiyordu çünkü. Bu yüzden burada Mahzûmoğullarının müttefiki olmuş ve Ebû Huzeyfe bin el-Muğîre’nin câriyelerinden iffet timsâli olan Sümeyye Hanım ile evlenerek Mekke’ye yerleşmişti. Bu evlilikten de Ammâr ve Abdullah adlarında iki oğulları dünyaya gelmişti.

Yâsir’e değer veren Ebû Huzeyfe, Ammâr’ı da çok severdi. İkisi âdeta dede-torun gibi olmuşlardı. Ebû Huzeyfe’nin ölümü ile sadece Ammâr değil, Yâsir ailesinin hepsi birden yetim kalmışlardı sanki.

Yâsir’in kendisi Yemen’den gelmiş hür bir adam olmasına rağmen, aslen Mekkeli olmadığı ve câriye ile evli olduğu için, halkın büyük çoğunluğundan köle muamelesi görüyordu. Ayrıca ele avuca gelecek kadar mal-mülk sahibi olmadığı için de, aile olarak pek itibar görmüyorlardı. Böyle bir ortamda kendi hâllerinde yaşayıp gidiyorlardı.

Hira Nûr Dağı’ndan doğan İslâm güneşi ile karanlıklar aydınlanmaya başladığında; kimi kimsesi olmayan Suheyb-i Rûmî, Hazret-i Peygamber’e giderek müslüman olmuştu. İslâm gülistanına girerek, gülistandan gül devşirmeye başlayan Hazret-i Suheyb -radıyallâhu anh-, yakın arkadaşı Ammâr’ın da nasiplenmesini istiyordu. Fırsatını bulur bulmaz onu alıp Rasûlullâh’a götürdü. Peygamberler Sultanı’nın mübârek dillerinden İslâm’ı dinleyen Ammâr hemen oracıkta îman ederek sahâbe olma şerefine erdi. O artık sadece herhangi bir Ammâr değil, Hazret-i Ammâr -radıyallâhu anh- olmuştu.

Yepyeni bir kişiliğe bürünen Hazret-i Ammâr -radıyallâhu anh-, hemen evine yöneldi. Bu nimetten bütün aile nasiplenmeliydi. Bu eşsiz güzelliği onlar da yaşamalıydılar. Evine doğru giderken, bir yandan da öteden beri puta tapan ailesine, İslâm’ı nasıl anlatacağını düşünüyordu. Mekke’deki herkes gibi Yâsir ailesi de putlarına körü körüne bağlıydılar.

Yâsir ailesi, Mekke’de olan bitenin farkındaydı. Muhammedü’l–Emîn -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in insanları İslâm’a davet ettiğini duymuşlardı. Fakat detaylı bir bilgiye sahip değillerdi. Ama çevrelerinde olan biteni gördükleri için, onlar da belli belirsiz bir endişe ve merak içine düşmüşlerdi. Yâsir-Sümeyye ikilisi çocukları adına çok korkuyorlardı. Ortam gittikçe geriliyordu çünkü.

Evine varan Hazret-i Ammâr -radıyallâhu anh-, bütün ailenin büyük bir endişe ile kendisini beklediklerini gördü. Söze nasıl gireceğini düşünürken babası sordu:

“–Ey Ammâr! Neredeydin?”

“–Bir şey mi oldu ey babam?”

“–Seni çok merak ettik, neredeydin?”

“–Her zamanki gibi geldim işte!”

“–Bu gelişin her zamanki geliş gibi değil, ey Ammâr!”

“–Nasıl bir geliş peki ey babam?”

“–Senin için «sapıttı» diyorlar!”

“–Ey sevgili babam! Beni bilirsin, öyle gel-geç heveslerim yoktur.”

“–Sana eskisi gibi güvenmek istiyorum Ammâr!”

“–Güven baba, hattâ eskisinden daha çok güven bana.”

“–«Ammâr sapıttı» sözüne ne diyeceksin peki?”

“–Sapıtmadım baba; hiçbir şeye yaramayan putları terk ederek, Allah ve Rasûlü’ne îman ettim sadece!”

“–Ne dedin sen?”

Anne-baba yıldırım çarpmış gibi yerlerinden fırlamışlardı. Abdullah da şaşırıp kalmıştı. İnanmak istemeyen bir tavırla oğluna dönen baba, artan bir endişe ile sordu.

“Allah ve Rasûlü’ne îman mı ettin?”

“–Evet ey sevgili babam. Allah ve Rasûlü’ne îman ettim ben; müslüman oldum. Allah ve Rasûlü varken putlarla oyalanamam artık! Allah ve Rasûlü’ne, İslâm’a ilk davet etmem gereken kendi ailem olmalı. Sizi de müslüman olmaya davet ediyorum!”

“–Ammâr! Biz kendimizi bildik bileli böyle gördük, böyle inandık. Bunca insan, senin «put» diye kesip attığın şeylere göre hayatlarını düzenlemiş bir durumda. Şimdi bir çırpıda bunca putu terk etmek olur mu? Üstelik bizim evimizde bile bize rızık veren ve yol gösteren putlarımız var. Her şeyimizi bu ilâhlara borçluyuz biz!”

“–Ey sevgili babam, ey sevgili annem ve ey sevgili kardeşim! Allâh’a hamd olsun ki; beni dinleyen, bana değer veren bir ailem var. Ya hiç dinlemeyip, körü körüne karşı gelseydiniz hâlimiz nice olurdu? Ey benim sevgili ailem! Bu günlere kadar kapkaranlık bir hayat yaşadık. Ama artık güneş doğdu. Güneş doğduktan sonra, yine karanlıkta kalmak akıllı işi değildir. Şöyle oturup beni dikkatle dinleyin. Peygamber Efendimiz’den dinleyip öğrendiklerimi anlatayım size. O’nu bir kere ciddî bir şekilde dinleyen, karanlıktan aydınlığa çıkıyor. O’nun gibi anlatamam tabiî. Ama elimden geldiğince anlatmaya çalışacağım.

Hazret-i Ammâr -radıyallâhu anh-, bütün samimiyeti ile ve içtenlikle öyle güzel anlattı ki, Yâsir ailesi bir dinlemeyle Hakk’a yöneldi. Rasûlullah’tan neyi dinleyip öğrendiyse ailesine anlattı. O gün onlar da İslâm’a girdiler. Yâsir ailesi böylece topluca müslüman olmuşlardı.

Aile efrâdının böyle topluca müslüman olmasına çok sevinen Hazret-i Ammâr -radıyallâhu anh-; ellerini açıp yüce Allâh’a hamd ettikten sonra, onlara döndü.

“Allâh’a hamd olsun ki, hepimize birden hidâyet nasip etti. Bundan sonraki ilk işimiz Allâh’ın emir ve yasaklarını öğrenmek, Allah ve Rasûlü’nün istediği gibi yaşamak olmalı. İnanan insan, inandığı değerlere göre yaşamalı. «İnandım» dediği dînini ciddî bir şekilde öğrenmeli ve bütün hayatını ona göre düzenlemelidir. Bunun için hemen kalkıp Rasûlullâh’a gidelim. O’nu dinleyelim. O, ne derse onu yapalım artık. Haydi Rasûlullâh’a…

Hazret-i Ammâr -radıyallâhu anh-, işi ehlinden öğrenmek ve ailesinin de öğrenmelerine vesile olmak için onları Rasûlullâh’a götürmek istemişti. Rasûlullah, işi ehlinden öğrenmemizi istiyordu çünkü.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-